hesabın var mı? giriş yap

  • hz. muhammed'in içinde bulunduğu uhud savaşında okçular tepeyi terk edince, islam ordusu büyük kayıp vermiş, hz. muhammed'in amcası hz. hamza ve 70 kişi öldürülmüş, hz. muhammed'in dişi kırılmış ve yanağından yaralanmıştır:

    "ibn kamîe, hz. peygamber’in yanına kadar sokulup bir kılıç darbesiyle onu yüzünden yaraladı, aldığı darbenin etkisiyle hz. peygamber’in miğferi ikiye bölününce halkaları yüzüne battı. utbe b. ebû vakkas’ın attığı taşla alt dudağı yarıldı ve bir dişi kırıldı. ~

    evliyalar çanakkale'de "savaş kazandırırken", islam peygamberinin savaşına katılmamış.

  • çocuktuk ufacıktık,

    -"baban ne iş yapıyor" dediler
    -"ressam" dedim.
    -"ha boyacı yani" dediler.
    -"hayır ressam, boyacı değil. hem boyacı olsa ne olurki, o benim babam, her haliyle severim onu ben" dedim.
    -"ay boyacı olsa ne olur dedi yaaa. boyacı, amele yani, iğrenç..." dediler.

    insanlıklarından utandım.

  • kendisinin gerçek yüzünün bir gün görüneceğini biliyordum. birkaç ay önce beşiktaş'ta açtığı yeni mekanının açılış kadrosunda barmendim. kendisi daha tadilattayken apar topar herkesi işe başlatıp angarya iş yaptırdı, maaşları asgariden konuşup tüm personelin önünde "arkadaşlar sizleri burda evinizmiş gibi çalışmanızı istiyorum burada çok çalışan çok kazanacak, biz diğer kan emici işletmeler gibi olmayacağız, iyi çalışırsanız size istanbuldaki en yüksek maaşları vereceğim açılıştan sonra ilk işim bu olacak" dedi, hepimiz moloz taşırken ve çıkan çöpü toplarken. kimsenin böyle bi beklentisi yoktu, herkes sektörde yıllarını vermiş tecrübeli ve donanımlı personeldi, hepimiz en lider yerlerde iyi pozisyonlarda çalışmıştık. sektördeki ortalamayı verse kafiiydi. bu sözünü tutmadı. 1 ay içinde 5 müdür kovdu. kimsenin üstü altı belli değildi. kaos vardı. mekanda 2 ay olmuş hangi işletme sahibi bir kez olsun personeliyle miting yapmaz? tanışmaz? derdini sormaz? "arkadaşlar merhaba, hypetia'ya hoşgeldiniz. biliyorum çok yoruldunuz, çok fedakarlık yaptınız. 14 16 saat çalışıyorsunuz. hepsini görüyorum ve emin olun ki açılış süreci bittiğinde hepinizle ilgileneceğim. bakın x müdürünüz yeni geldi, bundan sonra muhatabınız odur, sorusu önerisi olan var mı yoksa hep beraber ekibi tanıyalım" diyebilirdi. ama 2 ay boyunca mekanın dekoruyla ilgilendi. herkes fazla mesai yapıyor ama maaşını bile net bilmiyordu. personelle iletişim kurmadan bütün gün oval masasında mekana daha nasıl bir dekorasyon objesi koyabilirim diye asistanlarıyla toplantı yapıyordu. mekan açıldığında daha menü basılmamıştı menü! ama azra'ya göre her şey mükemmeldi. daha kasiyeri yoktu mekanın, bir stajyeri zorla kasiyer yapıp her hatasında mobbing uyguladılar. bara da kimseyi bulamadılar, çünkü barmenleri tiplerine göre yargılayıp işe almadılar. 1 ay boyunca açılış kapanış tek başıma çalıştım. ve ben her allahın günü orayı ve orada olmayı çok seviyormuşçasına çalıştım. çünkü öbür türlüsü içime sinmezdi. sonra barın başına azra arkadaşının oğlunu getirdi. 1.5 sene barboyluk yapmış 24 yaşında bir çocuk. iş bilgisi sıfır, yani ciddi anlamda sıfır, ben onun 3 ay bile bar gördüğüne inanmıyorum. neyse. işletmeyle ilgili olumlu iş yapan, azraya burayı daha iyi işler hale getirmek isteyen tüm müdür ve personel görmezden gelindi. müdürlere önce 3500 denip 2500 maaş yattı. erkeklerin düşüncesinden nefret ediyor, etrafında ona hayran erkek görmek istiyordu. benim de maaşım 2 kere eksik yattı. biri asgari olan ilk ay, diğeri de azrayla yüzyüze konuştuğum maaş olan 3000 liranın olduğu maaş. bu şekilde de bezdirip istifamı verdim diğer herkes gibi. oraya giden de bilsin ki oradaki personeli çok iyi söğüşlüyorlar. zaten bu zihniyetle de çok başarıya ulaşacağını sanmam. hayatınızda hiç görmediğiniz, tanımadığınız, cafcaflı cümleler kuruyor diye spiritualist ilan ettiğiniz kendine psikolog diyen insan personele kendi hatası olmayan sebeple bağırarak rencide ediyor. derdini sormuyor. bu insan mı kadınlara yol gösterecek? bu insan mı kitap okumanın ne kadar medeni bir şahsiyet yarattığına bizi inandıracak? biraz örnek aldığınız insanları seçerken seçici olun ya. ego akıyor kadından ego. onu görmek için mekanına gelen misafirlerle muhatap bile olmak istemeyen, çünkü hayranlarından dahi nefret eden ve arkalarından surat ekşiten azra, ne ekersen onu biçersin. her şeyin sahte. ve çok zevksizsin bu arada.

  • bu konuda da reklam beklediğim kişilerin reklamı.

    "sayıştay’a göre tmsf'nin digiturk satışından elde edeceği gelir aslında 292 milyon 199 bin dolar olacak iken, katar'ın beın medya grubunun yaptığı kesintiler nedeniyle tahsil edilen rakamın ancak ve ancak 162 milyon 668 bin dolar olduğunu anlıyoruz. bunun yanında geçen hafta devlet, katarlı beın sports'un kulüplere ödeyeceği 300 milyon tl'yi cumhurbaşkanı talimatıyla üstlendi. bunu da hesaba katarsak sırf beın sports nedeniyle kamu zararımız, yani halkın tepesine binen yük 1 milyar 570 milyon tl."

    https://www.birgun.net/…milyar-570-milyon-tl-324666

  • viyana'da çok meşhur olan melange özellikle burada içilmelidir. ayrıca elmalı kekleri de denemeye değer.

    1.viyana'da stephansdom'un karşısında zara vardır. sırtınızı stephansdom'a verin , zara'nın sol tarafından yürüyün, biraz ileride sol tarafta h&m mağazasını biraz daha ilerisinde paul shark mağazasını göreceksiniz. paul sharkı gördüğünüz sokağa dalın. sağ tarafta , tarihi dokudan keyif alan insanların çıkmak istemeyeceği , çok kibar çalışanlara sahip, viyana'nın işte viyanadayım diyebileceğiniz yerlerinden biridir.

  • istatistik kimi zaman kötü niyetli kişilerin başkalarını kandırma aracı haline gelir.

    sayılarla, yüzdelerle, araştırma veya istatistik adıyla bize gelen bilgiler gardımızı düşürür ve kendimizi inanmak zorunda hissederiz. ama birilerinin bize istatistik ve bilim ambalajıyla sunduğu bilgi ya yalansa? kandırılmamak için yardım alınması gereken merci ise yine istatistik biliminin kendisidir. istatistik okuryazarlığı işte bu noktada devreye giriyor.

    peki, istatistik okuryazarı olmak istiyorsak bize sunulan istatistiksel bilgilerde nelere dikkat etmeliyiz?

    1- araştırmayı veya anketi kim finanse etmiş? "falan marka tıraş bıçağını kullananların % 95'i bu markayı öneriyor" (ingiltere kralı, rahmetli başkan kennedy, taçsız kral pele, beckenbauer dahil) veya "filan saç bakım ürününü kullananların saç dökülmesi % 60 azaldı" gibi bir bilgi okuduğunuzda hemen bu anketi/araştırmayı kimin yaptırdığına bakın. genelde bu tür araştırmalar ürün sahibi firma tarafından finanse edilir. araştırmayı yapan kurum ne kadar güvenilir olursa olsun (üniversite, ünlü alman bilmem ne enstitüsü vs. dahil), parayı kimin ödediği önemli. bu, sonuçların tamamen yalan olduğu anlamına gelmez ama bağımsız kuruluşlar tarafından finanse edilen araştırmalar çok daha güvenilirdir.

    2- araştırmaya konu edilen kişiler veya nesneler nasıl seçilmiş? konservatuvarın önünde yapılan müzik türleri beğenileri anketinde çıkan oranlar üniversite genelini yansıtmayacaktır. amaç o üniversitenin öğrencilerinin müzik türü beğenilerini ortaya koymaksa tüm öğrencilerin olduğu listeden rastgele seçilen gruba anket uygulanmalıdır (bkz: random sampling). benzer şekilde, falan marka ve model bir otomobilin en sık gösterdiği arıza türleri ve oranlarını tespit etmek için şehir merkezinde yapılan bir araştırma ülke genelini yansıtmayacaktır. (bkz: sample selection bias)

    3- araştırmaya konu edilen kişiler veya nesnelerin sayısı yeterli mi? yeterli veya yetersiz tespiti yapmak maalesef adam akıllı istatistik bilgisi gerektiriyor ama konunun önemini anlatmak için örnekler vereceğim. falan marka ve model 4 çamaşır makinesinden 2 tanesinin 1 yıl içinde arıza vermesi, takdir edersiniz ki o marka ve modelin % 50'sinde problem olduğunu göstermez. doğruya yakın bir oran vermek için daha fazla makinede arıza oranlarının tespiti gerekir. geri kalan her şey mükemmel olsa da (rastgele örnekleme, güvenilir kurum vs.) 100 kişi ile yapılmış bir seçim anketine güvenir miydiniz veya 20 kişide denenmiş ve herhangi bir yan etkisi tespit edilmemiş bir ilacı kullanmak ister miydiniz? (bkz: örneklem büyüklüğü)

    4- neden sonuç ilişkisi olmadığı halde böyle sunulan araştırma sonuçlarına dikkat. iki şey arasında bağlantı olduğunun saptanması, her zaman bu iki şeyden birinin diğerine yol açtığı anlamına gelmez (bkz: correlation does not imply causation). örneğin pizza tüketimi ile sivilce arasında bir ilişki olup olmadığını araştıran bir bilimsel çalışmanın raporunu okuduğumuzu farz edelim. toplumdan rastgele seçilmiş bir grup insanın pizza tüketim miktarları anketle sorulmuş ve sivilce durumları dermatologlar tarafından belirlenmiş olsun. araştırma sonucuna göre çok pizza yiyenlerde sivilce problemi yüzdesinin daha yüksek olduğu ortaya çıkmış olsun. böyle bir araştırmayı okuyan hemen herkes çok pizza yemenin sivilceye yol açtığını düşünecektir, ama öyle değil. çünkü çok pizza tüketen grubun çoğunluğu gençtir ve bunlarda daha çok sivilce görülür. dolayısıyla buradaki sivilcenin gerçek sebebi aşırı pizza tüketimi değil genç olmaktır. tabii ki bu hayali bir araştırma (belki de gerçekten yapılmıştır ama ben haberdar değilim), fakat gerçekten de çoğu bilim insanına göre pizza dahil yağlı yiyecekler ve fast food sivilceye yol açmıyor. neyse konumuz bu değil. burada olduğu gibi iki şey (pizza ve sivilce) arasında bir ilişki olması (hayali araştırmamıza göre gerçekten bir ilişki var) neden sonuç ilişkisi olduğunu kanıtlamaz. bunun için ayrıca olayın mekanizmasına, diğer araştırmaların sonuçlarına, uzmanların ne dediğine bakılmalıdır (bkz: neden sonuç ilişkisi). bizim örneğimizde sonuca (sivilce), etkisi araştırılan şey (pizza) değil başka bir şey (genç olmak) sebep olmuştur. bu tür hatalardan kaçınmak için her zaman "bulunduğu ileri sürülen sonucun alternatif bir nedeni olabilir mi" sorusunu sormalıyız. istatistiksel ilişkiyi/bağlantıyı başka bir şekilde açıklayabiliyorsanız neden sonuç ilişkisi kurmak zorlaşır.

    5- bilimsel dergiler negatif sonuçlardansa pozitif sonuçları yayınlamaya meyillidir. örneğin bir bitkinin olumlu sağlık etkileri olduğu sonucunu bulmuş bir araştırmanın yayınlanma ihtimali, aynı bitkinin olumlu etkilerini tespit edememiş başka bir araştırmadan daha yüksektir. yani muhtemelen raporunu okuduğunuz veya haberlerde duyduğunuz pozitif sonuçlu araştırmalardan sayıca daha fazla negatif sonuçlu araştırma var fakat bundan haberdar değilsiniz. (bkz: publication bias)

    6- objektif ölçüm yöntemleri yerine subjektif yöntemler mi kullanılmış? iştahı azaltarak zayıflattığını iddia eden bir bitkisel ürün üreticisi, araştırmada yer alan kişilerin ürünü kullanmadan önceki ve kullandıktan sonraki ağırlıklarının ölçüm sonucu yerine neden ürünün iştahlarını azalıp azalmadığına dair anket sonucunu yayınlar?

    7- ortalama değer yerine en iyi değer mi bildirilmiş? falan kepek şampuanıyla % 70'e kadar daha az kepek. peki kepeği ortalama olarak ne kadar azaltıyor? beni asıl ilgilendiren ortalama, çünkü ben kullandığımda elde edeceğim sonuç o değere yakın olacak.

    8- ortalamaya dönüş (bkz: regression to the mean). ölçülen veya araştırılan şeyler hiçbir zaman sabit değildir, zaman içerisinde az veya çok -ama mutlaka- değişim gösterir. araştırma için seçilen ve o an için ekstrem değere sahip olan kişiler veya nesneler zamanla kendi ortalama değerlerine döner. buna ortalamaya dönüş denir. normal olan bu değişimin, etkisi araştırılan şeyden kaynaklandığının iddia edilmesi ile kandırmaca ortaya çıkar. örnekler açıklayıcı olacak. bel ağrılarına karşı "gerçekte tamamen etkisiz olan" bilmem ne bitkisel kürünün test edileceğini var sayalım. bütün biyolojik olaylarda olduğu gibi bel ağrısı da zamanla artıp azalır, yani dalgalanmalar gösterir. böyle bir araştırmada yer almayı kabul edecek kişilerin çoğu şiddetli bel ağrısı dönemlerinde olup çözüm arayan kişiler olacaktır. ortalamaya gerileme nedeniyle bir müddet sonra ağrıların azalması ise hatalı olarak "mucizevi" bitki kürünün işe yaradığı şeklinde yorumlanacaktır. bu sorunun kesin çözümü bir kontrol grubunun oluşturulmasıdır (bkz: kontrollü deney). ama nedense (!) bitkisel ürün üreticileri kontrol grubu ile kıyaslama şeklinde araştırma yapmaktansa öncesi-sonrası kıyaslaması yapıyor. başka bir örnek olarak, bir fabrikanın, imal ettiği üründe hata oranının artması üzerine üretim hattında bir iyileştirmeye gittiğini düşünelim. sanayide hatalı ürün oranları partiden partiye değiştiği gibi haftadan haftaya ve aydan aya da değişir. hatalı ürün oranının fazla olduğu bir dönemde yapılan böyle bir müdahale sonrası gözlenen düzelmenin üretim hattına yapılan müdahalenin kendisinden mi yoksa ortalamaya dönüşten mi kaynaklandığı iyi düşünülmelidir.

    özetle, bir istatistik okuduğunuzda sadece başlığa ve başlıktaki sayılara/oranlara değil içeriğe de bakın.

    şu entry'mden alınmıştır.

  • içimi her seferinde cız ettiren bir anı, hayatta kırıp da kırdığımı fark ettiğim zannederim ilk pottur. 1988 yılında, öyle çok küçük de değil, dokuz yaşında olduğum ve oturduğumuz ikinci eve taşındığımız sonbahardı. oturma odasına halı döşemek üzere eve iki usta gelmişti ve ben annemle beraber hayatımda ilk defa bir halının nasıl döşendiğini gözlüyor, adamların hareketlerini ilgi içinde izliyordum.
    aptallık, cehalet, belki korunaklı hayat denebilir, ama o yaşımda değil nasıl olduğunu, neye benzediğini bilmek, ayak kokusu diye bir kavramın varlığından, ayakların kokabileceği gerçeğinden dahi haberdar değildim. işte bu yüzden ki, ustaları seyretmeye başlamamdan bilmiyorum kaç dakika sonra etrafı pek yabancı ve tahammülü pek güç bir koku sardığında içten bir merak içinde anneme dönüp “ya anne, burası ne koktu?” diye sormaktan hiç çekinmedim. annemin o anda bir cevap verip vermediğini, kaş göz edip etmediğini, benim orayı terk edip kokunun olmadığı bir yerlere kaçıp kaçmadığımı hatırlamıyorum. ortamdaki yeni kokuyu ortamdaki yeni insanlara bağlamak gibi basit bir zihinsel işlemi gerçekleştirememiş olduğumu görmek apayrı bir utanç kaynağı bugün bana, ama annemin adamlar gittikten sonra beni çekip, içten içe saflığıma gülse de üzgün bir şekilde “kızım ne yaptın öyle, adamların ayağı kokuyordu tabii ki, başımdan aşağı kaynar sular döküldü” demesini takip eden utanç kadar değil.
    beni çok etkilemiş, çocukluğuma damgasını vurmuş bir anı olduğunu iddia edemem bunun, abartı olur. ama uzun ve düzensiz aralıklarla da olsa, kimi zaman sebepli, kimi zaman sebepsizce aklıma düşmüş ve her defasında içime hicapla hüzün karışımı hisler salmıştır. şimdi hiçbir şeylerini hatırlamadığım, halı döşedikleri o evden on seneden çok oluyor ki ayrıldığımız bu adamlar sözlerimi duymuşlar mıydı o gün işleri güçleri içinde, duydularsa bir şey hissetmişler, canları acımış mıydı, evden çıktıktan sonra bunu aralarında konuşmuşlar mıydı, yoksa hakkında bir söz edilemeyecek kadar ağır mı gelmişti onlara, ve eğer ki hala yaşıyorlarsa, benim gibi onlar da arada bir geri dönüyorlar mıdır zihinlerinde bu buruk hatıraya? bilemiyorum.
    asla duyamayacak olsalar ve o özür hiçbir şeyi değiştirmeyecek de olsa o salak, densiz kız çocuğu adına defalarca özür dilemek istiyorum. bana insanları hiç bilmeden, hiç istemeden, üstelik de geri dönüşü olmayan bir şekilde kırmanın ne kadar mümkün, mümkünden de öte, kolay olduğunu belletmiş bir çocukluk lekesidir.

  • (bkz: sınavı kazanamayanların şinto hatip okullarına kaydedilmesi)
    (bkz: okulların şinto hatip'e dönüştürülmesi)

    adama ne anlatmadınız acaba: imam hatiplere zorla öğrenci kaydını mi? bilal vasıfsızının müdürleri toplamasını mı? seçmeli diye yutturulan din derslerinin, öğretmensizlikten zorunlu tutulmasını mı? kimya dersini din dersiyle kıyaslayan eğitim mühendisinizi mi? parası olanın gevşek gevşek üniversite okuyup, olmayanın deli gibi kasmasını mı? dünya sıralamasında "okuduğunu anlamada" türkiye öğrencilerinin altmış küsür ülke arasından kırk küsürüncü olmasını mı? ne anlatmadınız acaba?

    bir de düşünsenize: adam -kulandığınız her türlü teknolojik aleti üreten ülkenin başkanı- koşullarının uygun olmadığından bahsediyor. bir düşün yani: ne demek istiyor? nasıl bir şey tahayyül ediyor ki koşul moşul diyor. az düşün ya!

  • bold pilot gibi efsane bir atın vefatına rağmen işini icra etmek üzere sahaya çıkan profesyonel teknik direktör.

  • bu müzik setini taşıyabilmek için eşinden dostundan araba alıp gelenler bile olmuştu yaysat bayiine.