hesabın var mı? giriş yap

  • sozluk ile yaptigi anlasma geregi her gun itina ile ovulmesi gerekirken, gun itibariyle saat 10:00 olmasina karsin hala ovulmemis olan sarkici. hemen ovelim de tazminattan kurtulalim.

    mercury'nin tek rakibi, lennon'in tek varisi.

  • bu aralar lynne mctaggart'ın "the bond" isimli kitabını okuyorum. lynne mctaggart daha önce "the field" ve "intention experiment" kitaplarını da yazan bir bilim yazarı. okuyanlar bilirler, bilimsel araştırmalara dayanan tespitleri vardır.

    kitaba göre amerika ve batı avrupa ülkelerinde yaşayan insanlar oldukça bireyseller, buna mukabil doğu ülkelerinde yaşayan insanlar ise kolektivistler, topluluk içinde var olabiliyorlar. öte yandan topluluk içinde var olan doğulu insanlarda %80 oranında depresyon geni bulunuyorken, bireysel olarak hareket etmeyi tercih eden batı ülkelerinde bu oran daha düşük.

    topluluk içinde var olabilen ve %80 oranında depresyon geni taşıyan kişiler bulundukları topluluğun dışına itilince depresyon kendini gösteriyor, oysa batılı bireysel ve topluluk içinde - dışında olmayı iplemiyor.

    biz ise ne doğu - ne batı, ortada bir yerde, topluluk içinde bulunmayı seviyoruz, kendimizi ait hissettiğimiz topluluğun dışına çıkmaktan, çıkarılmaktan rahatsız oluyoruz. elalem ne der bu noktada etkili oluyor.

  • bu oluşum hakkında uzun uzadıya bir sürü şey yazabilirim ama okunabilirlik adına kısa ve öz tutacağım.

    ankara'daki evimde 50'den fazla insan ağırladım. birçoğuna evin tek anahtarını verdim. veriyorum anahtarı. akşam işten çıkmadan önce arıyorum, evde buluşuyoruz. çok şükür bir yedek yaptırdım da şimdi onu veriyorum. daha da fazlası, birkaç kez ben evde değilken ağırladım. üstelik ben evde değilken misafirlerim değişti ve yüzünü hiç görmediğim misafirlerim oldu. anahtarı kapının önüne bırakıp gidiyorum. girip kalıyorlar. çıkınca da yerine bırakıyorlar. evde naçizane tv'si, laptopu, telefonu vs. duruyor tabi. her misafirime de aynı şeyi söylüyorum. "ev senin, istediğin gibi kullan".

    bana sürekli aynı şeyi soruyorlar: "nasıl güveniyorsun ?" referans sisteminden falan bahsetmeyeceğim. ben şunu diyorum. atıyorum brezilya'dan, fransa'dan, rusya'dan kalkıp gelen bir insanın neden hırsızlık gibi bir amacı olsun ? hatta o adamın isteyeceği en son şey yabancı bir ülkede başının derde girmesi. daha da önemlisi ben ön kabul olarak "özünde herkes kötüdür" yerine "özünde herkes iyidir"i benimsiyorum. en azından böyle kabul etmek beni daha mutlu bir insan yapıyor.

    bir cümle, temizlik mevzu ile ilgili. sırf buna takıntılı olduğu için bu tecrübeden mahrum kalan insanlara sadece acıyor ve üzülüyorum. başka sözüm yok.

    şu an ben işteyim. evimde ise misafirlerim var. eve gittiğimde her şeyin çalınmış, evin dağılmış olduğunu görsem hiç tereddüt etmeden ertesi gün tekrar misafir kabul ederim.

    hayat böyle daha güzel.

  • bu aralar türkiyeliler deyimi çok moda oldu sözlükte. bence video, milletin adamın iyi niyetini suistimal etmesi iken, başlığın böyle açılması düşündürücü.

    bu söylemin paraleli yönde almanyalılar, fransalılar, ingiltereliler vs. diyemiyorsan, böyle zevzekçe başlıklar açmayacaksın.

  • daha da önemlisi zifiri karanlık bir yeraltı mezarlığında bulunmuştur. bu iki anlama gelir, 3 milyon yıl önceki atalarımız ölülerini saklamayı akıl etmişler ve zifiri karanlıkta yollarını bulacak birşeyler keşfetmişler. ateş'in 1.5 milyon yıl önce bulunduğu sanılıyordu, bu keşifle ateşin 3 milyon yıl önce bulunmuş olması ihtimal dahilinde.

  • 1. ayip
    2. gunah
    3. yasak

    edit: gelen mesaj ve entrilere cevaben; irkci bir yaklasimdan ziyade genel olarak turk sistemi icerisinde buyuyen herhangi birisini kastetmistim. yerel bir baslik olmasi acisindan yoksa her ulkenin gencliginin degisik sorunlari var elbette.

  • benim de zaman zaman sorduğun soru.

    fotoğraflar daha gerçek, fotoğrafların taşıdığı anlar daha kıymetliydi. hepsi bir hikaye anlatırdı. 36 adet filme tonla para verdiğimizden bir de onları tab ettirmek için yığınla para yine verdiğimizden mütevellit her bir filmi en güzel anlarımıza saklardık. karenin içine sığan insanlar çok, gülümsemeler daha gerçekti. çektiğimiz fotoğrafın nasıl çıktığını, kimin nasıl baktığını, kimin nasıl durduğunu bilmeden makinanın tuşuna basardık. sonra teker teker tab ettirdiğinizden elimizde gerçek gülüşler, herkesin en doğal hali, bulunduğumuz mekanın en gerçek hali görünürdü.

    şimdi öyle mi? sadece suratlardan oluşan fotoğraflar, dijital diye aynı anda çekilen 50 adet fotoğraf, en güzelini çekicem diye kastığımızdan her bir suratta asılı kalmış samimiyetsiz gülüşler ve robotik insanlar. doğallığı kalmayan anlar, bulunduğumuz mekanı değil de sadece yüzümüzü gözümüzü odaklayan kareler vesaire vesaire.

    ben 90'ların kıymetini en çok fotoğraflara bakınca anlıyorum. 20 yıl önceki fotoğraflara bir de şimdiki fotoğraflara bakıyorum. o samimiyet, o belki sakil ama en doğal çıktığımız anlarda flaşa basılarak çekilen sıcak aile fotoğrafları, samim iarkadaş fotoğrafları... şimdi ise aynı karedeki insan sayısı azalmış ama rötuşlar artmış, mekanlar izole edilmiş ama doğallığı gitmiş.