hesabın var mı? giriş yap

  • uzun yıllarım geçti burada. zor da olsa mezun oldum. yaşıtlarım işe girip çalışırken ben halâ son dersleri vermeye çalışıyordum. eğitim kalitesi falan tartışılabilir.

    ama,

    havasından mı suyundan mı bilmiyorum; mücadeleci, teslim olmayan, zorluklardan yılmayan, çalışkan biri yapar insanı. düşünce kalkmayı iyi öğretir. hayatta tek başına olduğunu kafana vura vura anlatır.

    iyi bir okul mudur bilmiyorum ancak iyi bir eğitim yuvasıdır.

    bir de, padişahları sevmez.

  • sana ekstra ilgi gostermek istemiyorum. ilgimin fazlasindan ben bile korkuyorum cunki. pesindeki onca milletin icerisinden birisi olmak yerine, zamana birakiyorum kendimi. belki duzelirim simdi bosu bosuna yavsak muamelesi gormeyeyim diye. hem belki ilgilenmiyorsun, ya da ilgileniyorsun da bunu gormek istiyorsun. ama o zaman da o hep bunaldigin topluluk icerisinde yer alacagim bunu unutuyorsun. bekleyelim gorelim, cok da matah degilsin, cok da matah degilim, izninle simdilik seni gormezden geliyorum cunki bu yukarida soylediklerimi kendime yedirmeye calisiyorum.

  • (bkz: huawei)
    yanlis: huvayi, havayi, havai
    dogru okunuşu: wah-way (vauh-vey)
    ya da huavey emin değilim şu anda. benim de bildiğim huavey aslında.

    (bkz: tchibo)
    yanlis okunusu: şibo
    dogru okunusu: çibo

    (bkz: mickey's by las chicas)
    yanlis okunusu: maykiys bay las çikas
    dogru okunusu: mikis bay las çikas

    not: bu maykiys diyen gormemis benim evet

    (bkz: ciabatta ekmeği)
    yanlis okunusu: çibata ekmeği
    dogru okunusu: çabatta ekmeği

    not2: evet o çabatta diyemeyen de benim

    edit: imla

    gelen mesaj üzerine edit2: "huavey değil de huauey daha doğru olur, "w" "v"den ziyade "u" olarak okunuyor" dedi.

    gelen yeni mesaj üzerine edit: huawei nin okunuşu wah-way olduğu ortaya çıktı.*

    edit yeni mesaj: huawei konusunda bir düzeltme yapayım dedim. işim gereği çin ile çalışıyorum, çince öğrenmek için bir yıl orada okudum ve yaşadım. söyleceğim o ki, huawei'nin çokunuşu "huavey" olacaktır. çin'deki "putonghua" denen resmi/ortak pekin mandarin lehçesine göre okunuş bu şekilde. tabii tonlamaları hesaba katmıyoruz şeklinde bir mesaj aldım. ben de huavey şeklinde biliyorum aslında.

  • asıl adı bu olmalıymış hani şarkının, zerdaliler yerine.
    ne çok dinlerdik seninle bu canım şarkıyı. sen orda ben burda.
    bundan sonra ilk kim diyecek "gel" diye bilemiyorum. belki de olmayacak artık bu şarkı. kimse çağırmayacak birbirini.
    çünkü ben seni üzdüm, çok yordum. en kötüsü de bu, asıl üzüldüğüm bu. sende ben kendimi vurdum.

    "anlardım aklından geçenleri
    sustukça konuştuk sanki
    sevdaymış meğer o içimizde
    yıllardır uyuyan deli
    sessizlik sensin geceleri"

    aramızda ince bir iplik vardı sanki. önce beni sana bağladı. öyle ki kalbine, düşüncene giden yolu bilirdim. sen söylemeden bilirdim bir sürü şeyi, hissederdim. zamanla o ince iplik senin de kalbine dolandı, bana doğru yol oldu. bir zaman geldi ki sen de hissetmeye başladın benim aklımdan geçenleri. susarken üstelik, bir kelime bile etmemişken, o susuş sonlarını "öyle işte" diye bitirdiğimizde, anlardık aklımızdan geçenleri.

    arada uzaklıklar varken ve elimizde sadece kelimelerle birbirimize ulaşmak varken o susuşlar kıymetliydi. hele bir mektuba şöyle başlamıştın ya sen, benim içim erimişti okurken; "ne yazacağımı bilmiyorum, yanında susmaya geldim. öyle." sen burada olsaydın, ya da ben orada, velhasıl karşı be karşı olsaydık konuşmaya hacet yoktu zaten. öyle bakardım sana uzun uzun. arada ellerimle yüzümü kapatırdım belki, utanırdım biraz işte, ne var. hem güneşe o kadar uzun süre bakılmaz...konuştuğumda da çok konuşurdum bak, konuşmam gereken, söylemem gerekenin dışında ne varsa onu konuşurdum; heyecandan, korkudan, sevgiden...

    seninle aynı şehirde yaşamadım, sana bir caddede rastlamadım mesela, eğer rastlasaydım mutlaka tanırdım seni. belki bu yüzdendir insanların yanımdan, içimden geçip gitmesi, benim onları bile görmeden yürümeye devam etmem. ne zormuş şu uzaklıklar, ah ne zormuş başka başka şehirlerde emanet gibi yaşamak. şarkılara, kelimelere, mektuplara tutunarak bir sevgiyi yudumlamaya çalışmak ne zormuş.

    konuşurken ellerin, kolların nasıl hareket eder, kızınca nasıl çatılır kaşların, gülünce nice haller alır güzel yüzünün coğrafyası? daha ben bunları bilmez görmezken nasıl da bu kadar yandım ahh... o kırmızı iplik var ya hani, beni ruhuna ulaştıran, seni bana getiren o bağ; ruhunu sevmişim demek ki, ruhunla ışımış üstüm başım.

    sen kiminle istersen yürü yaşadığın şehirde. görebildiğini, dokunabildiğini, yanında olabileni sev istersen.
    ama bak bu kadar kahve içmişiz. hiç mi hatırı yok?
    ben ipin öbür ucundayım. birazcık çeksen anlarım orda olduğunu, coşar, taşar, ışırım yine.
    içimdeki mavi kuş yine şarkılar söylemeye başlar, büzüşüp bir kenarında oturmaz kalbimin kafesinde.

    dedim ya, ben ipin öbür ucundayım.
    fincana kahve koydum gel de bana lütfen.
    sadece bu. sonra git istediğin yere.

    bilsen ne çok şey aslında bu.

  • milyon dolarlar kazanmışsın bir de bunu gizli saklı yapmamışsın. tam tersine göz önünde bulunarak yapmışsın. magazin medyası tarafından 20 yıldır yok şöyle güzel yok böyle yetenekli hem de ne biçim sporcu diye sürekli pohpohlanmışsın. sonra da ben çok zorluklar çektim.

    tanımayan etmeyen biri olsa sanacak ki kürt olduğu için işten çıkarılmış, aç kalmış kimse yüzüne bakmamış. sonra azim etmiş kendi işini kurarak tüm bunlara rağmen zengin olmuş.

  • ayni etki insanlarin aldigi maaslarda da gecerlidir. daniel s. hamermesh ve jeff e. biddle isimli iki ekonomistin 1994 yilinda yayinlanan beauty and the labor market baslikli makalelerinde yaptiklari empirik calismalar sonucunda guzel gorunumlu kisilerin normal gorunumlu kisilere kiyasla daha yuksek maas aldiklari, normal gorunumlu kisilerinse cirkin gorunumlu kisilere gore daha fazla maas aldiklari sonucu cikmistir. akademisyenler burada 'goreceli guzellik' kavramini kullanmislardir.

    aslinda konunun esas dinamikleri sosyoloji, felsefe ve psikoloji gibi farkli disiplinlerle incelenebilir. bahsi gecen makalenin giris cumlesi de "he (aristotle) used to say that personal beauty was a better introduction than any letter." diyerek felsefeye goz kirpar. cogu kisisel gelisim veya is hayatinda etkili imaj minvalinde verilen egitimlerde de kisisel gorunumun onemine deginirler. bunlarin birisinde edindigim bilgiye gore gorunumun karsi taraf uzerindeki etkisi %70'mis (tabii bu bilginin dogrulugunu sorgulayinca tatmin edici bir cevap alamadim). sizin icin guzellik ikinci veya ucuncu planda olabilir. ama cevrenizdekilerin buyuk cogunlugu icin bu boyle degil maalesef. o yuzden guzel veya iyi gorunmekte her zaman fayda vardir.

  • şehir hayatının değil, tembelliğin bize sunmuş olduğu bir mutsuzluk hareketidir. her şeyi de şehir hayatına bağlayıp, onu suçlamaktan vazgeçin. şehirde yaşayan sadece siz değilsiniz. nice insan var her akşam evinde tenceresi kaynayan.