hesabın var mı? giriş yap

  • sene 92-93 filan. adam eksiğimiz var daha doğrusu bizim kaleci hasta üşütmüşüm filan diyor.. yalvar yakar maça getirdik çocuğu. maç başladı bizim kaleci yerinde duramıyor bir hareket hep. neyse kaleye şut geldi kalecimiz topu tuttu ama tutar tutmaz paçalarından bok akmaya başladı. mideyi üşütmüş ishalmiş eleman. top karnına geliyor kucakladığında basınçla da tabi koyuveriyor... o kaleye kimse geçmedi maç da bitti. halı saha sahibi de boku bize temizletti. ..

  • sabah-akşam eşşek gibi çalışıp para kazanmayan, zar-zor geçinmeyen, kendi uydurduğu standartlara göre geçim mücadelesi falan vermeyen bir adamın, allah bilir klimalı ofisinde çayını yudumlarken gazetedeki köşesi için yazdığı cümle...

    "hayattan kaçıyorsunuz, profesör oluyorsunuz, devlet memuru olup, yan gelip yatıyorsunuz" diyen adam da sanırsın kankası haşmet ağayla beraber 25 seneden beri inşaatlarda amelelik yapıyor, ekmeğini taştan çıkarıyor...

    sömüren, resmen kan emen, 3 kuruş paraya sabah-akşam, cumartesi-pazar çalıştıran, kendini ve verdiği işi bi bok sanan fırsatçı işverenler suçlu değil de, akademik kariyer yaparak birilerinin tabiriyle devlete kapağı atmayı, kendini korumayı başaranlar mı suçlu oluyor?

    hayır bi de yüksek lisans yapanları "hayvan"a benzeten adamın, lisedeki lakabını bilmesek neyse...

  • 20 yıl kadar önceydi. internet falan yok, bizim dünyadan haberimiz yok. amerika'da iyi koşullarda yaşayan işi nedeni ile dünya'yı gezen bir arkadaşımız vardı. bir gün bir sohbette türkiye'de sitelerin olmamasının çok güzel bir şey olduğundan falan bahsetti. anlamadık biz ne demek istediğini.

    şöyle açıkladı, toplumda fakirlik arttıkça site yaşamı çoğalıyor. sen insanlar seni görmesin, görüp de kıskanmasın, kıskanıp da sana zarar vermesin diye yüksek duvarların arkasına saklanmak kendini diğerlerinden soyutlamak zorunda kalıyorsun. o parayı son derece legal ya da illegal bir şekilde kazanmış olabilirsin. bu önemli değil önemli olan birileri açlık sınırındayken senin yaşamının onlara batma ihtimali. hindistan, güney afrika gibi örnekler verdi yanlış hatırlamıyorsam. sonra gelişmiş ülkelerden örnekler verdi. ne kadar az site olduğunu insanların cadde binalarında yaşadığını anlattı. bu yüzden de türkiye'nin gelişmiş ülkelere benzediğini bunun da daha kaliteli bir yaşam olduğunu anlattı.

    biz tabi o zaman henüz burnumuzun ucunu görmemiştik. geldiğimiz noktada dedikleri çok daha anlamlı geliyor. her gün yükselen siteler ülkedeki gelirler arasındaki uçurumun göstergelerinden biri aslında. sen ekmeğini hakkınla da kazansan, yoksulluğun artması onlarla arana duvar örmek zorunda bırakıyor.

    ne kadar yoksulluk o kadar duvar.

  • dogu anadolu'da bir birlik. er tuvaletlerinden biri tikanir. boluk komutani bir turlu actiramaz tikali tuvaleti. hadise bir sekilde, kurmay baskaninin kulagina gider. kurmay baskani hisimla, boluk komutanini, nobetci subayi ve tuvalet sorumlusu eri tuvalete toplar. hic bir sey soylemez, ceketini cikarir, gomleginin kolunu omzuna kadar sivar, milletin saskin bakislari arasinda kolunu delikten iceri pis sulara daldirir, dirseginden yukariya kadar sokar, karistirir. etraftakilerin mideleri agizlarina gelmistir. bir asker donu cikarir delikten veee, oracikta esas duruşta beklemekte olan tuvalet sorumlusu erin suratina şlaaaaaaap!!! diye carpar donu. butun sular milletin ustune basina sicrar. tuvalet acilmis, sular cekilmeye baslamisken, kurmay yarbay, bir kelime dahi etmeden, lavaboya gider, kolunu sadece suyla soyle bir yikar, ceketini giyer ve gider. o gunden sonra birlikteki tuvaletler ornek tuvalet haline gelir.

  • kısa ama güzel bir video.
    şimdi gidip ofiste, evde, okulda vb. ortamda gidip birinin tepesinde şeftali yiyip üzerine suyunu sıçratın. bakın bakalım nasıl tepkiler alacaksınız? üstelik bu kişi başbakan vb. olmadığı halde nasıl tepki verecek acaba? veya tersini düşünelim. ben burada çalışırken biri tam da tepemde yapsın aynı şeyi. ben nasıl bir tepki veririm? deminden beri bunu düşünüyorum.
    sondaki tebessüm müthiş.

  • teyzenin biri balık tezgahında derya kuzularını incelerken, kovanın içinde yüzüp çırpınan balıklara bakıp;

    - bunlar taze mi?

    - yok abla, pil takıp oynatıyoruz. *

  • biz demirellerden, türkeşlerden milliyetçilik dersi almayız.
    sevgili kardeşlerim;
    biz milliyetçiliği; sokak duvarlarına değil,
    kıbrıs'ın topraklarına,
    ege'nin deniz yataklarına yazmışız.
    biz milliyetçiliği batı anadolunun haşhaş tarlasına yazmışız...

    bülent ecevit. 1974.

    ek: https://youtu.be/loskhxdvcdc

  • söz konusu işleri şöyle hak etmiş olabilir. kpss’de türkiye 50ncisi olmuş adam, 1000 kişinin başvurduğu pozisyonda ilk 600’a giremiyor. hani bir kurum olsa anlayacağım, o kadar yere başvurmuş. alevi olduğunu 1-2 yerde ima ediyor zaten. (düzeltme; alevi degilmis)
    türkiye’de devlette iş bulmak istiyorsanız akpli olacaksınız bu kadar basit. hala böyle bir olay yokmuş gibi davranan insanlar ya aktrolldür ya da kafasını toprağa sokmuş devekuşudur.

    bence kanada’ya gitmekle iyi yapmış. hayatında başarılar.

  • anne hatice köseoğlu'ndan yorumlara cevap niteliğinde bir açıklama geldi.

    değiştirmeden yapıştırıyorum:

    ----- ooooo ----- ooooo ----- ooooo -----

    bu projede biz sadece üniversite öğrencilerine yardım ettik ki böyle bir sonuç hiç tahminimiz değildi. ama görüyorum ki 15 dakikaya sığdırılmak üzere kısaca anlattıklarımız ya da süre nedeniyle kesilen röportajlar nedeniyle yanlış anlaşılan çok şey ve çift dillilikle ilgili çok fazla eksik ve yanlış bilgi var.

    bizim maceramızın ana noktaları ve röportajda bahsetmeye calıştığımız şeyler şu şekildedir:

    1. bizim çift dillilikle ilgili ilgimizi en çok çeken şey ve asıl başlama nedenimiz, bebeklikte maruz kalınan her dilin beyin sinir hücrelerinin bağlantı yapmasını sağlayan en etkili yöntem olmasıydı.

    2. benim ana dilimin ingilizce olmaması çocuğumla bu serüvene çıkmamızı engelleyecek bir şey değildi. kimse anadil diye bir bilgi ile doğmaz. her dil doğduktan sonra öğrenilir.

    3. ben ingilizce popüler bir dil ve hayatı kurtulsun diye seçmedim ingilizceyi. sadece bildiğim dildi ve eşim çocuklarla ingilizce öğrenirken ben de onlarla 35 yaşından sonra ispanyolca öğrendim. biz bunu paylaşarak ve yaşayarak hayata geçirdik.

    4. onlara öğrettigimiz her yanlış kelime - aksan - grameri düzeltmek için yeterince uzun bir hayatları var. bunu mükemmmel yapmak üzere dertlenmedik. mesele onları shakespeare yapmak değil.

    5. dil öğrenmek beyin cimnastiğidir. bulgaristan göçmeni bir anne "ne işine yarayacak bulgarca, o yüzden öğretmedim" dediğinde çocuğunun hayatta çok şey kaçırmasına neden olmuştur ki her dil değerlidir.

    6. ben mühendislik eğitiminden sonra 24 yaşında baslangıç seviyesinde başladım ingilizce öğrenmeye ve 1.5 sene sonra aksansız konuşabiliyordum. tanımayan biri hala türk olduğumu anlamıyor. o yüzden bir an önce başlayayım da sonradan rahat olsun diye bir kaygım hiç olmadı.

    7. bu iş için sanıldığı ya da öyle görüldüğü gibi çok para harcamadık. ilk başladığımızda uzun süre kitapları kendim yaptım ve 2. el kitapları takip ettim. 10 yılda iki çocuğumuz için bu yollarla 500'e yakın kitap edindim.

    8. ata özel okula gitmiyor, yaz kamplarında aylarca kalmıyor, öyle çok fazla ingilizce konuşulan ortamda bulunmuyor ama bende ingiliz aksanı baskınken onda amerikan aksanı var. bu da demek oluyor ki çocuk bu serüvene bir süre sonra kendi devam ediyor.

    9. ayrıca oyun ablaları ve abileri genelde burada calışmayan ya da öğrenci profillerinden kişiler ki hemen hepsi çok minimum ücretlerle geldiler, neredeyse cep harçlığına. profesyonel öğretmen ya da dadı değil hiçbiri, aileden biri oldular hep.

    10. şu anda izmir'de iletişimde olduğumuz farklı uluslardan insanlar, aileler, çocuklar ve uluslararası dernekler var. o yüzden iki çocuğumuz da kendi gibi çocukları tanıma şansına sahip oldular.

    11. çocukların dil öğrenmeleri ile çocukluklarını yaşayamamaları arasında bir bağlantı yok. ben çalışan bir kadın olduğum için her zaman bir bakıcı ihtiyacım oldu. bu kişiler sadece bu boşluğu doldurdular. ata ayrıca yarım gün okula gittiği için haftada 15 saat ispanyolca oyun oynayacağı birisi ekstra bir yük olmadı ona. şikayeti olduğunda bunu ciddiye alacak kadar çocuk merkezli yaşayan ebeveynleriz.

    12. ata'nın kendini odaya kapatma meselesi de yanlış anlaşılan şeylerden biri ki ben sadece cocukların belli bir yaştan sonra ikinci dille kurdukları bariyeri anlatmak için abartılı bir dil kullandım. ata da 10 yaşında bir çocuk ki dinlediği bir hikayeyi tekrar etmesi çok normal. acı çektirerek ve zorlayarak yapmadık bunu.

    13. her iki çocugumuz da etraflarındaki çocuklardan daha az yaşamıyorlar çocukluklarını. ata bütün yaz sokakta mahallede oynadı, kendi başına arkadaşlarıyla ormana gitti, okula yalnız gidip geliyor, arkadaşlarına istediği zaman gidip gelebiliyor.

    14. ayrıca çekimlerin eksiği ata'nin iki dile de hakim olduğunu tam olarak verememesi. sadece bir cümle ispanyolca var ve inglizce konuşmalarını eklememişler. ikisinde de aslında aksansız konuşuyor ama bunu kimseye ispat etmek zorunda değiliz. önemli de değil.

    15. sonuç olarak biz evde eğitim ve okulsuz öğrenmeye önem veren ve sistemin boşluklarını sadece dil değil her anlamda kendi kendine kapatmaya çalışan kendi halinde bir aileyiz.

    ----- ooooo ----- ooooo ----- ooooo -----