hesabın var mı? giriş yap

  • bu bayram bir tek babamla görüşerek bayramlaşabildim. onun da elini öpemedim, doya doya sarılamadım.. zaten o da bana bayram harçlığımı vermedi.

    ben yine de toprağındaki otları yoldum. mezar taşını temizledim.

    ailesi olanlar bunun değerini bilsin lütfen.
    herkese iyi bayramlar.

  • konuyu ima eden o kadar çok başlık var ki pıtırcıklı, böcekli; meramını nereye arzetmesi gerektiğini bilemiyo insan. en doğrusu açık konuşmak. (bkz: dobra)
    uygun tanım, böylesini görmedimdir.

    belli ki, bu arkadaşlar leziz bir ilişki yaşıyorlar, hatta mevzuyu evlilikle de taçlandırmışlar. (bkz: allah mesut etsin) ne güzel. keşke, bir şansları olsa da her sabah nikah memurunu kah evlerine çağırıp, kah emirgan'daki çay bahçesine davet edip aşklarını bir daha bir daha ve hatta bir daha tescil etseler. zira dışarıya yansıttıkları görüntü böyle bir ihtiyaçları olduğu doğrultusunda.

    yine bana bok yemek düşüyor gibi gözükmekle beraber, her sabah bir sürü kişinin önünde (bkz: yetmiş milyon bizi izliyor) birbirine tekrar tekrar aşk ilanında bulunan bu çift; her gün yenisi eklenen entry'lerle ilişkilerinin benim gibi dallamaların dahi ağzına sakız olmasını, sözlüğün tülin ve caner'i olmayı kabul etmiş görünüyorlar. zira bu public ortama yazılan her şey, hakları michael jackson'un olmakla beraber, fiilen artık publictir. public olan da çekilir uzatılır. ikibuçukken üç yapılır.

    insan sevdiğini göstermek ister, bunu ona bana herkese anlatmak, coşkun ruh halini patlatmak ister. ben de yapmışımdır bunu, merak eden arasın bulsun sözlükte. lakin sen bunu her sabah sadece sintaksı değişen aynı manadaki cümlelerle yaparsan derler ki "hacı baba batı yakasında değişen bir şey yok belli ki, her sabah her sabah sen bize neyi anlatıyon allaşkına?"

    kısacası, çoğunluğun algı ve normlarının dışında yürüyen bu ilişkiyi, bile isteye her allahın günü gündeme getirirsen, zaten kerameti kendinden menkul ahalinin gözüne sokarsan; o çoğunluğun içinden bununla dalga geçen de çıkar, anlamayan da çıkar, ha bir ihtimal örnek alan da olur. olmamalı ama o da olur be anam.

    bu da çuvaldız,
    sevmek suç muuu?
    kader buu mu?
    sensizrabbimcanımalsınkaderimdesenvarsın

  • espri yapması çok kolay bir konu gibi geliyor değil mi size? nasılsa başınıza gelmez değil mi koçum? tecavüz edilenler zaten kuyruk sallamıştır he mi aslanım? o öyle değil işte söyleyeyim. sen bir anda duvara tosluyorsun hayatta, son hızla hayal dünyasında koşarken hem de.

    aşık olduğu kız tecavüze uğramış bir adam tanıdım ben bir defasında. nefes almayı unutmuştu sanırım. görmeyi, konuşmayı, duymayı unutmuştu. ha gerçi o, aşık olduğu kızı bakkaldan aldığı çikolataya da benzetmiyordu o yüzden ne dediğimi anlamayabilirsiniz.

  • 25.01-21.04.2013 tarihleri arasında pera müzesi'nde fotoğraf sergisi bulunan fotoğrafçı, eskrim olimpiyat şampiyonu ve pilot.

    nickolas muray (1892-1965), 21 yaşında, doğduğu macaristan'dan abd'ye göç ettiğinde unutulmaz izler bırakacağına inanıyordu. öldüğünde devlet başkanlarından bezelye çorbasına, neredeyse herkesin ve her şeyin fotoğrafını çekmişti. dünya çapında tanınan olimpiyat şampiyonu bir eskrimciydi; pilottu ve kadın tutkunu bir erkekti.

    miklós murai, ağustos 1913'te, 25 dolar, 50 kelimelik ingilizcesi ve yılmaz bir kararlılıkla ellis adası'na ulaştı; adını değiştirerek nickolas muray oldu. 1920'de, greenwich village, 129 macdougall street'e taşındı; bir odada yaşıyor, diğerinde çalışıyordu. stüdyosuna yakın küçük bir galeride açtığı sergi, fotoğraflarının dikkat çekmesini sağladı. çok geçmeden fotoğrafları new york tribune'de ve harper's bazaar'da basılmaya başladı. kısa sürede, muray'ın portre fotoğrafçılığındaki etkileyici, flu üslubu büyük ilgi uyandırdı. aralarında oyuncular, dansçılar, film yıldızları, politikacılar ve yazarların yer aldığı belli bir ünü olan herkesin fotoğrafını çekmeye başladı. reklamcılık, moda ve iç mekânları konu alan ticari fotoğrafları da revaçtaydı. başlangıçta nitelikli fotoğraflarına ilgi gösteren müşterilerinden birçoğu, cazip kişiliği nedeniyle onu başkalarına tavsiye ediyor ya da kendisiyle tekrar çalışmak istiyorlardı. nick'in, 1920'li yılların en başarılı şöhret ve moda fotoğrafçısı olduğu söylenebilir.

    ladies' home journal'ın mayıs 1921 sayısında, nickolas muray bir amerikan dergisinde ilk doğal renkli fotoğrafı yayımladığında, reklamcılık alanında tarihe geçmiş oldu. o zamana kadar dergilerde renkli reklamlar, çizerler tarafından elle boyanıyordu ve doğal renkli fotoğrafların uzak bir gelecekte kullanılabileceği düşünülüyordu.

    nick, carbro sürecini kullanarak ticari fotoğrafçılığın tipik temsilcisi haline geldi. bir gazeteci, sonraki yıllarda şöyle belirtiyordu: ''dönemin standartlarına göre, onun kadınları gerçek kadınlardan daha güzel, sofra düzenlemeleri daha göz alıcı, yiyecekleri daha leziz, amerikalı sporcuları sıradan insanların olmayı hayal edebileceğinden daha sağlam ve daha kuvvetliydi''. nickolas muray, başarısının doruğunda şöyle diyordu: ''hayal ettiğiniz her ne varsa fotoğrafını çekeriz biz, üstelik hepsini bir işgününde!''

    nickolas muray, yaşamı boyunca pek çok kadın sevdi ama ölümünden yıllar sonra, unutamadığı bir kadının olduğu ortaya çıktı. diğerlerine göre daha derinden, daha tutkulu ve daha sessizce sevdiği bu kadın frida kahlo'ydu.

    nick, frida ile mayıs 1931'de, arkadaşı miguel covarrubias ve eşi rosa rolando'yla meksiko'ya giderken tanışmıştı. on yıllık bir aşk ilişkisi böylece başlamış oluyordu.

    frida bir mektubunda nick'e şöyle yazıyordu: ''nick, bir meleği severcesine seviyorum seni. sen, vadimde bir zambaksın, aşkım. seni hiç unutmayacağım, hiç ama hiç. sen hayatımsın benim. umarım bunu asla unutmazsın, frida''.

    kaynak: pera müzesi, bir fotoğrafçının portresi

    hakkında başka link'ler;

    http://nickolasmuray.com/
    http://en.wikipedia.org/wiki/nickolas_muray
    http://www.sabah.com.tr/…si-nickin-inanilmaz-hayati

  • batıyla aramızda çocuk yetiştirme anlayışı bakımından devasa fark olduğunu biz de kabul ediyoruz elbette.

    ancak "düşmezse senindir, düşerse zaten hiç senin olmamıştır" şeklindeki bir tavrın, çocuğa birey olarak davranmakla ne ilgisi var mınako. çocuk düşseydi "o bir birey, kendi kararını kendi verdi" mi diyecektik anlamıyorum ki.

    sonradan not: tehlikeli bir durum olmadığı, bebeklerde yükseklik korkusunun doğuştan geldiğini söyleyen bir arkadaş olmuş. tehlikesiz olduğuna katılmıyorum. o yaştaki bir bebeği kanepede, yatakta tek başına bırak bir bakalım; bir yolunu bulup düşüyor mu düşmüyor mu. yoksa yükseklik korkusu bir tek bizim bebelere mi doğuştan gelmiyor?

  • yine de efsane olsun olmasın bütün michael'ler bir araya gelse arif'in o şutunu çıkaramazlar.