hesabın var mı? giriş yap

  • yazılan mayışları, özlük haklarını görünce sinir hastası bir at gibi kişniyorum. kısacık çalışma saatleri, aylık 6-12 bin liretler havalarda uçuşuyor. mayışa ek olarak koynuna hatun koyan patron bile var.

    yazarların şöyle geçmişte yazdıklarını bi kurcalasan, donanımhaber ölücülerinden beter yüzlerce entrysini bulursun. çoğunun mendilinin markası blume, evdeki içtiği su sırmadır.

    ama ne de olsa türküye'de herkes minimum 1.83 boyunda, geniş omuzlu, yeşile çalan ela gözleri var hatta ağlayınca yeşil oluyormuş ha bi de başı hariç 20 cm değil mi ?

    36 sayfa entry'nin şöyle 20 sayfasını okumam sonucu, lüksemburg'ta yaşadığıma kanaat getirdim. birazdan thalys trenimle amsterdam'a gideceğim.

    debbe sonucu gelen editinho: minik damla için yardım kampanyası 2

  • fıkralara konu olan olay. fıkralara konu ama bize değil. bir türk genci olarak fıkrada bile olsa bir kızla aynı evde yaşayamamanın verdiği buruklukla fıkrayı arz ediyorum:

    "mehmet ile handan öğrenci olup, aynı evi paylaşmaktadırlar. bir gün handan ve mehmet, mehmet'in annesini yemeğe davet ederler. mehmet'in annesi akşam yemeği süresince handan'ı uzun uzun süzer
    ve aslında handan'ın çok alımlı ve güzel bir kız olduğunu, acaba aralarında ev arkadaşlığından daha ileri bir boyutta bir ilişkinin mevcut olup olmadığını merak eder. annesinin aklını okumuşcasına mehmet annesine der ki;
    "ne düşündüğünü biliyorum ama emin ol ki sadece ev arkadaşıyız, ötesi yok."

    akşam yemeğinden sonra mehmet'in annesi evine döner. aradan bir iki gün sonra handan der ki:
    - "mehmet, annen bize yemeğe geldiğinden beri gümüş çorba kasesini bulamıyorum."

    mehmet yanıtlar:
    - "annemin almış olabileceğini tahmin etmiyorum ama ben yine de kendisine bir mektup yazayım" der.
    oturur ve yazar: "anneciğim, gümüş çorba kasesini sen aldın demiyorum ama almadın da demiyorum. fakat konu şu ki; sen bize yemeğe geldiğinden beri gümüş çorba kasesi kayıp. sevgilerle, oğlun ahmet."

    bir hafta sonra ahmet'in annesinden mektup gelir: "sevgili oğlum; candan'la yatıyorsun demiyorum ama yatmıyorsun da demiyorum. konu şu ki; candan kendi yatağında yatıyor olsaydı, gümüş çorba kasesini çoktan bulmuş olurdu. sevgilerle, annen."

  • emin olamadım ama bahçesindeki kasımpatıların dibini kazarken hain foşik tc tarafından patlatılmış kepçedir.

    (bkz: yersen)

    db editi : milli sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz. ( mustafa kemal atatürk )

  • "uzaydym dyosn bari mntkli bi yalan syle, sen slk sandn glba bni. btti felix, bu uzn mesafe ilsksi ck yrdu bni..."

  • herkes gibi olmak; hiçbir farkının olmaması demektir. bu hep kötülenir aslında. oysa güzel de bir tarafı var bence.

    eminim çoğumuz yaşamımızın bir döneminde, özellikle de ergenlikte, çok özel olduğumuzu, kimsenin bizi anlamadığını, dünyanın tüm yükünü omuzlarımızda taşıdığımızı düşünmüşüzdür. ergenlik biter ve yetişkinlik başlar. aslında bizden çok vardır. hiç özel değilizdir. kurduğumuz büyük hayallerin bir kısmının hiç gerçekleşmeyeceğini fark ederiz. sabah 8 ile akşam 6 arasında çalışacak, yaşımız geldiğinde evlenecek, çocuk sahibi olacak ve önümüzdeki 30 yıl boyunca da aynı şeyleri her gün yapmayı sürdüreceğiz büyük olasılıkla. bazen bazı insanların gözünü korkuyor bu düşünce. benim hep korkuttu nedense.

    eh, ergenlikteyken özel bir insan olduğumu düşünürdüm ben de. ilk yetişkinlik yıllarımda bu düşüncenin aslında ne kadar yanlış olduğunu fark etmemle bir hayal kırıklığı yaşadım. 60 kişilik sınıfta ders dinlediğim bir gün "beni bu insanlardan ayıran nedir?" diye sordum kendime. sonra bunu gittiğim başka derslerde, kahve içtiğim mekanlarda, devrim'de otururken yineledim. resim çiziyor olmam bir fark yaratabilirdi; ama 10-15 metre ötemde oturup gitar çalan arkadaş dünyaya o anda benden daha fazla katkı yaptığı için onun en azından o an için daha özel olduğuna karar verdim. özel değildim. bunu kabullenmiştim. herkes gibi olmadığımı da biliyordum; çünkü cins bir insandım ve bundan hoşlanmıyordum. yıllarca dışarıda kaldığımı hissettim. insan kendi kendini nasıl dışlar ki? yeni tanıştığınız ya da pek iyi tanımadığınız insanlarla sohbet ederken gerilirseniz, her sohbetinizi siyasi ya da bilimsel tartışmaya çevirirseniz, popüler kültürü beyniniz hiç ama hiç öğrenmezse ister istemez sohbet dışında kalıyorsunuz. özel değildim. bunu kabullenebilirdim; ama sıkıcı ve cins olmak zorunda mıydım? her sohbeti bilimsel bir dayanağa oturtmaya çalışmazsam yaşam daha kolay olabilirdi aslında.

    üstelik anlatmak istediklerim bunlar bile değildi. türkiye'de kaldığım 3 hafta boyunca kendimi gözlemledim. yine. yurtdışında yaşamak ders öğrenmek, türkiye'ye dönmekse öğrendiklerimden sınava girmek gibi. kendimi bazı açılardan daha olgun bulmak sevindiriciydi. arkadaşlarımın yaşamlarından biraz çıkmış olmaksa yüreğimi acıttı. aileme, arkadaşlarıma baktım. her gün işe gidiyorlar. akşam dönüyorlar. gitmeden önce tekdüze gelen şeylerin aslında o kadar da kötü olmadığını düşündüm. arkadaşlarımla oturup sohbet ettim. onların dertlerini dinledim. kendiminkileri paylaştım bir miktar. herkesin kendince bir sürü sorunu olduğunu, inişler ve çıkışlar yaşadıklarını gördüm. son 1 yılda öylesine tek başımaydım ki insan olmanın anlamını yitirmişim sanki. herkes gibi olmakmış. kalabalıklar içinde biri olmak ya da herkes nereye gidiyorsa oraya koşmak değil bu. herkes gibi olmak; ölümlü olmak demek. gülümsediğin günlerin yanı sıra ağladığın günlerinin de olması demek. yalnızlık çekenin tek sen olmaması demek. ilk ayrılanın sen olmadığı gibi, son ayrılanın da sen olmayacağı demek. senin de özlemen demek. annenin ölmesinden senin de korkuyor olman demek. koca bir sınıfta "acaba özel miyim?" diye düşünen, ama bunu hiç dile getirmeyen bir sürü insandan biri olmak demek. farklı bir yol izleyen yalnızca sen değilsin demek. sıkıcı olduğunu düşünen ve bu yüzden konuşmaktan çekinen de yalnızca sen değilsin demek. bunları bilmek insanı rahatlatıyor.

    çok tuhaf ama, insanlar herkes gibi hissettiklerinde bundan hoşlanmazlarken ben herkes gibi olduğumu hissettiğimde huzurlu hissediyorum. herkes gibi olmaktan farklı şeyler anlıyoruz belki de, kim bilir.

  • hayatında yurt dışı görmemiş, denize girmemiş, kocası tarafından tecavüze uğramış her gün fiziksel ve psikolojik şiddet görmüş kadından anne oluyor ise...sosyalleşip içinden geleni yaparak mutlu olan ve mutluluğu ileride çocuğuna aktaracak kızdan da tabiki de anne olur

  • ilginç değil, videoyu çekenin kendi gölgesidir.

    ilk defa kendi gölgesi hakkında "mistik bir varlık" şeklinde konuşan adam görüyorum amk. insan kendi gölgesinden korkar mı lan hiç?

    bir de bizi takip ediyor falan diyor amk ya.