hesabın var mı? giriş yap

  • avukatın biri yeni aldığı son model arabasıyla arkadaşlarına hava atmak için sabırsızlanmaktadır. tam arabanın kapısını açıp arabasına bineceği esnasında yeniyetme bir sürücü gelir ve arabaya çarparak sol kapıyı uçurur.

    adam sinirden kıpkırmızı olmuştur. tamir ettirse bile arabası eskisi gibi olmayacaktır. ne yapacağını bilmez şekilde dururken yanında bir polis arabası durur. adam hemen polise şikayette bulunur

    "memur bey yeni arabamı acemi bir sürücü mahvetti. şikayetçiyim". polis sorar, "avukatsınız değil mi?"
    avukat öfkeyle cevaplar. "evet ama bunun arabamla ne alakası var?"

    polis gülerek, bütün avukatlar aynısınız sadece mallarınızı ve sahip olduklarınızı umursayan açgözlü insanlarsınız. eminim şu anda sol kolunun koptuğunun farkına bile varmadınız" der.

    avukat şoke olmuş şekilde koluna bakıp çığlık atar: "rolex'im nerede?"

    dipnot: fıkra çeviridir. bir kaç kere farklı şekillerde aradım başlıkta ancak bulamadım. inşallah arama kabızlığı yapmamışımdır

  • flaşbakınla bi 15 yıl öncesine dönelim. sene 1997 civarı. her mahallede kesif bok kokulu atari salonları ve içinde cıvıl cıvıl bir nesil. gözleri dönmüş bir şekilde adukent, apargat çekenler, mustafa'yla kadillağa binip kendini miami'de sananlar, mortal kombat, tekken önünde bekleşen zayıf, çelimsiz bir elde ekmek arası domates peynir bebeler... işte bu nesil.

    bizim buralarda ne hikmetse atari salonlarındaki aletlerin jeton giriş yeri köşeli değildi. bildiğin düz, yuvarlak bir delik anlayacağın. adam jetona 100 kuruş istiyor o zamanlar. lan it, 100 kuruşu bulsam gidip max, panda stix neyim alıp yerim, içinden beleş çıkar bir daha yerim. para mı basıyoruz biz? hah tam bu soruya müteakip benim jeton düştü. köşeli değildi tabi. ablamın para koleksiyonu kutusu richie richin gözlerindeki dolarlar gibi parladı bende. içinde yıllarca biriktirilmiş madeni para koleksiyonunu çekmeceden bulmamla birlikte soluğu atari salonunda alıp hunharca katletmem, ablamda yıllardır "bu benim koleksiyonlarım nerde gören var mı?" sorusuna dönüşmüştü tabi. ama günler haftaları haftalar ayları kovaladıktan sonra iktisadın en mühim konusu kıt kaynaklara yenik düşmüş, sadece domates peynirli ekmeğimle "bi el versene bak ben geçerim senin için" gibi dravdan laflar etmeye başlamıştım.

    11 yaşlarındaki bu veletler için çareler bitmezdi yine de. bisikletlerin fren telini delikten sokup çıkarmak suretiyle sınırsız hak elde edebileceklerini anlamaları çok da zor olmamıştı. matematikte ilk defa x görüp saatlerce bu x ne lan diyen bu gençler bisiklet teliyle saatlerce atari oynuyordu.

    taa ki baba atari salonunun kapısında eller cepte dikilip, o dayaktan beter bakışlarıyla seni süzene kadar... kafa yere çevrilir ve salya sümük eve gidilirdi. hakkını helal et amca. her akşam o kasayı açtığında gördüğün suudi dinarları, avusturya şilinleri için beni affet.

    zorunlu edit: bazı arkadaşlar suudi dinarı olmaz demiş. arkadaş 12 yaşındaydım aklımda öyle kalmış. 15 yıldır ne suudi arabistan parası gördüm ne gazetelerin ekonomi sayfasını açıp suudi parasını merak ettim. sikimde de değil zaten :) . dinara sokim mustapha'ya bişey olmasın.

  • yanlış hatırlamıyorsam zamanında sözlükte birisi 'türkiye' başlığına şöyle yazmıştı: "kuralına göre yaşayan insanlara son otuz yılda çok büyük bir kazık atmış ülke."

    debe editi: "efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. en doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir..." m.k. atatürk

  • oldukça beğendiğim, netflix yapımı polisiye mini dizi. mindhunter'dan beri böyle üzerine düşündüğüm, dikkatim dağılmadan izlediğim iş olmamıştı. benim gibi, bir film ya da diziye başlamadan uzun uzadıya eleştirilere bakan, bu sebeple sayfada olan arkadaşlara sesleniyorum: daha çok kurcalamadan başlayın, pişman olmazsınız.

  • ulan bi doğum vergisi adı altında anamızın amı kaldı vergi almadıkları

    tanım: dünyanın başka yerinde var mıdır merak ettiğim akp icadı sıçmık vergi

  • -akşam namazı kaç rekat?
    -abi bilmiyorum çocuklarım var benim nolur bırakın gideyim.
    -aferim, bilinemez zaten, devam et.

  • deniz kenarında tatil yapma, deniz manzarasına bakma veya denize bakıp huzur bulma fikrinin son birkaç yüzyılda çıkmış olması.

    edit: birileri deniz-nehir farkını bilmeden kendince ayar vermeye çalışmış. bu yazıda nehirlerden değil denizden bahsediyor. nehirler tarih boyunca tarımsal sulamada kullanıldığı ve içme suyu sağladığı için için zaten kutsal bir yere sahipti. denizlerle nehirler aynı şey değil. daha en basit coğrafya bilmeden ve okuduğunuzu anlamadan başkalarına ayar vermeye çalışmayın.

    100-150 yıl öncesine kadar yazılmış neredeyse hiçbir eserde ve anlatılmış hiçbir hikayede denizden "huzur veren" bir şey olarak bahsedilmez ve deniz manzarası neredeyse hiç övülmez. genelde insanlar için deniz 2 anlam ifade etmiştir. ya ticaret ürünlerinin ve su ürünü yiyeceklerin geldiği bir kaynak ya da düşman askerlerin, işgalcilerin, korsanların, sellerin ve tsunamilerin geldiği felaketler kaynağı.

    tarih boyunca insanlar denizi iyilik veya kötülüklerin geldiği tanrısal bir kaynak olarak görmüşler ama hiçbir zaman huzur veren bir manzara veya tatil yapılacak bir şey olarak görmemişler. aynı zamanda deniz kenarındaki araziler tuzlu olduğu için fazla verim vermediğinden köylüler deniz kenarında yaşamayı tercih etmemişler. tarih boyunca krallar ve padişahlar sevmedikleri şahısları ceza olarak hep deniz kenarlarına veya adalara sürgün etmişler.

    mesela robinson crusoe ıssız adaya düştüğünde hikaye boyunca hiç deniz manzarasına hayranlıkla bakıp huzur bulmaz. 2 yıl okul tatili kitabında çocuklar hiçbir zaman deniz manzarasının güzelliğinden bahsetmez. ıssız adalarda geçen hikayelerde bile deniz ya felaket kaynağı ya da kurtuluşun geldiği yerdir ama hiçbir zaman manzarasına bakılıp da huzur duyulan bir şey değildir. eski mısır yazıtlarında nil nehrinden bir bereket kaynağı olarak bahsedilir ama akdeniz'den hiç övgüyle bahsedilmez. antik yunan yazılarında dağlar taşlar bile övülür ama denizin verdiği huzurdan hiç bahsedilmez. eski şiirlerde, ilahilerde ve kutsal metinlerde hiç denizin huzur verdiğinden bahsedilmez.

    1800'lerden sonra avrupa ve amerika'da zengin kesim deniz kenarlarında arazi satın alıp buralara yazlık villalar ve tatil köyleri kurmaya başlayınca deniz manzaraları kıymete binmeye başlamış. eğlence için plaja gitme kavramı da bundan sonra başlayan bir şey.

    kaynak soran olmus.

    https://www.smithsonianmag.com/…al-place-180959538/

    https://www.washingtonpost.com/…going-to-the-beach/

    https://dailyhistory.org/…ory_of_going_to_the_beach

    https://www.theatlantic.com/…r-of-the-beach/279175/