hesabın var mı? giriş yap

  • durum çok kötü çok. bu gece benim bütün umudum tükendi artık. herkes tedbirini alsın arkadaşlar.
    verilen vergiler nerede? içtiğimiz su bile vergi. işsizlik fonu nerede? ah nerede vah nerede.

    size destek olmayacağım çünkü yarın işime son verilirse aç bırakacaksınız.

    size destek olmayacağım çünkü göz göre göre işe gitmek zorunda bırakılıyorum, evde bekleyenlere ne zaman bulaştıracağım diye düşünüyorum.

    size destek olmayacağım çünkü kötüsünüz.

  • o zaman bağlı bulundukları sendikaya iş sözleşmesi düzenlemesi yaptıracaklar

    saat 23:50 - 00:20 arasında getir sistemi kapatılsın diye madde koyacaklar

    insanlar sizin mesai bitiş zamanınızı mı takip edecek

  • sevgili dostlar,

    bundan önceki yazımda size kandırmak yani insanları manipüle etmek için kullanılan 5 psikolojik numaradan bahsetmiş ve sonraki yazımda 5 tane daha anlatacağımı söylemiştim.

    işte şimdi şimdi sözümü tutuyorum. sahtekarları ifşa etmeye devam edelim.

    1) kişiye özel kelimeleri taklit etme.

    şimdi her birimiz konuşurken veya yazarken kendimize has kelimeler kullanırız. kullandığımız bu kelimeler de bizim iç dünyamız ve inanç sistemimiz hakkında ip uçları verir. kullandığımız bu özel kelimeler karşımızdaki tarafından kullanıldığı zaman da durup dururken ona sempati beslemeye başlarız.

    örneğin siz "maşallah" kelimesini çok seviyorsunuz diyelim. bir araba almaya gittiniz ve size gösterilen arabayı beğendiğiniz zaman "maşallah çok güzel arabaymış" dediniz. işte burada boyanmış hurdayı size satmak isteyen satıcı "maşallah sizde arabadan gerçekten anlıyorsunuz" dediği anda sırf sizinle aynı kelimeyi kullandığı için hokkabaz satıcı size samimi ve inandırıcı gelmeye başlar.

    günlük yaşamda kendinize özgü olarak kullandığınız her kelime hele hele bu kelime belli bir yöreye aitse sizi etkiler.

    pazarda hormonlu ve çürük domatesin görüntüsü hoşuna giden karadenizli teyze "uşağum bu domatesler kaç para ?" diye sorduğu zaman karşıdan "teyzem çok güzel domates bizim uşaklar sana hemen üç kilo tartsın kaçırma" diye bir cevap aldığı anda o hiç tanımadığı pazarcı bir anda dikkatini çeker.

    kullandığınız kelimeleri size karşı kullananlara dikkat edin çünkü bilinçli yapıyor olabilirler.

    2) büyük isteyip küçük koparma.

    bu çok bilinen bir numaradır. amerikalılar buna "kapının arasına ayakkabı sokmak" falan da derler.

    buna göre birinden çok büyük bir şey isteyip hayır cevabı aldıktan sonra daha küçük bir şey isterseniz karşınızdaki psikolojik olarak ikinci hayır cevabını vermekte zorlanır çünkü size borçlu olduğunu düşünür. mantıksız ama gerçek bir psikolojik açıktır.

    örneğin sahte bir yardım derneği için yardım toplama görüntüsü altında dolandıran bir serseriyi düşünelim. sen yolda yürürken yanına yaklaşır ve "depremde yaralanan aileler için yardım topluyoruz, 100 tl'lik bağış çeki almak ister misiniz ?" der. tabi şimdi çoğu insan durup dururken 100 lirayı uçlanmaz hatta belki istese bile üstünde o kadar para olmayabilir. cevabın normal olarak hayır olur.

    zaten dolandırıcının istediği de o "hayır" cevabını vermendir. hemen ardından seni ayıplıyormuş gibi bir yüz ifadesi takınır ve "peki o zaman en azından 5 lira karşılığında şu yardım posta kartlarımızdan alsanız, en azından bunu yapabilseniz" der.

    işte bu aşamada biraz önce 100 lirayı veremediğin için yaşadığın pişmanlık karşısında o 5 lira sana bu vicdan azabından kurtulmak için çok ufak bir bedel gibi gelir. düşünmeden 5 lirayı hokkabaza verirsin. üstelik kendini "depremzedelere" yardımda bulunduğun için iyi de hissedersin. bu taktikle günde yüz kişiden 5 lira topladıklarını bir düşün. tabi ortada dernek falan yoktur tüm verilen paralar hokkabazların cebine girer.

    böyle bir durumda karşındaki iyice sorgula. kimlik ve dernekle alakalı ek bilgiler iste. kısacası pişmanlık duygusuyla iş yapma.

    3) hızlı konuşarak kafa karıştırma.

    karşındaki kişi çok hızlı konuştuğu zaman beynin söylediklerini işlemden geçirmekte zorlanır. çoğu insan da anlayamadığını itiraf etmek istemez ve "evet,evet" diyerek anlıyormuş rolü yapar.

    kandırıcı senin tam anlamanı istemediği durumlarda konuşma vitesini bilinçli olarak yükseltir. bunu en çok da çağrı merkezleri yapar. örneğin bir firmanın çağrı merkezi seni aradı ve dışarıdan çok güzel gözüken bir teklif getirdi. sana ek bilgi vermesi gerektiği zaman bilinçli olarak çok hızlı konuşmaya başlarlar. sen de sürekli anlamadım falan demekten çekindiğin için anlıyormuş numarası yaparsın. en sonunda karşıdan dinlediğin konuşma şöyle bir şey olur "kampanya kapsamında ******* size tanımlanacak ve ödemeniz gereken ********* bedelleri ******** yansıtılacaktır. onaylıyormusunuz ?" bir çok insan burada "anlamadım yavaşça tekrar eder misiniz ?" demek yerine "onaylıyorum" diyerek kurtulmak ister çünkü zihni aşırı yüklemeden rahatsız olmuştur.

    kısacası sevgili dostum birisi seni ışık hızında konuşarak laf kalabalığına getirmek isterse hemen onu durdur,yavaş ve tane tane konuşmasını iste. anlamadım demekten de çekinme.

    4) fiil yerine sıfat kullanarak soru sorma.

    şimdi bu biraz karışık gelebilir ama değil. insanlar kendilerine belli sıfatların verilmesinden hoşlanırlar. hele bu sıfat olumluysa duygusal duruma geçerler. peki nasıl kullanılır ?

    diyelim ki sana elektrikli bir süpürge satacaklar. aslında bırak halıdaki tozları çekmeyi doğru dürüst çalışması bile problemli kolpa bir süpürge markası. ama böyle süpürgeye uzay gemisi gibi dizayn yapmışlar ismi de "toz yok edici ultra temizlik robotu 2050" falan gibi kolpalık kokan bir isim.

    şimdi bunu sana satmak isteyen uyanık lafa şöyle başlarsa kaybeder. "evinizde kolayca temizlik yapmak sizin için önemli mi ? ". bu soruda dikkat ederseniz temizlik yapmak fiilini kullanmış ve bu sebeple çok etkili bir soru değil.

    ama bunun yerine soru şöyle gelirse "evi pırıl pırıl, temiz bir insan olmak sizin için önemli mi ?" bak şimdi işler değişti. sana "temiz bir insan olmak" şeklinde bir sıfat taktı. her insan temiz olarak bilinmek ister ve kendisine pis denmesinden hoşlanmaz. şimdi bu soruya vereceğin cevap artık bellidir. tabii ki ben pis bir insanım demeyeceğin için "evet temiz bir insan olmak benim için önemlidir" diyeceksin.

    hemen ardından ikinci bir soru gelir " o zaman evinizin daha temiz olması için en son teknolojiyi kullanmayı tercih edecek bir insansınız diyebilir miyiz ? " hadi bakalım şimdi buna hayır de. buna da evet cevabı verdikten sonra artık sana kolpa süpürgeyi satmak çok da zor olmayacaktır.

    bu sebeple birisi çok hoşuna gitse bile sana bir sıfat takarsa hemen dikkatini ver. organize bir üç kağıt hedefi olabilirsin.

    5) gülümseme

    gülümseme bulaşıcıdır. gülümseyen bir insan sende kısa zamanda samimiyet ve dostluk hisleri uyandırabilir. bu sebeple gülümseyerek yapılan tekliflere ve sorulara karşı kalkanların iner. örneğin bir kafeye gittin ve o kafede satılan aslında beş para etmemesine rağmen çok pahalı bir kahve cinsi var. ismi de diyelim ki "afrika kahvesi". fiyatı da 30 lira.

    sen normalde böyle bir kahve içme niyetinde değilsin. güzel bir türk kahvesi içmek istiyorsun. masana gelen bir garson sana "bugünkü özel kahvemiz "afrika kahvesi" ve bence siz yeni deneyimlere açık bir insana benziyorsunuz" dese.

    normalde "yok kalsın bana bir türk kahvesi" dersin. ama sana bu cümleyi söyleyen garson suratına koca ve içten bir gülümseme kondurur, gözlerinin içine bakarak bunu söylerse hele hele güzel bir kız veya yakışıklı bir erkek garsonsa hayır demen o kadar kolay olmaz.

    bazen sırf birisi kendine güzel güzel güldü diye denilen her şeyi kabul edecek kadar sevgi açı insanlar da vardır. tavsiyem birisi sana gülümserse sen de ters davranma ona gülümse ama gülerken mantığını da çöpe atma.

    evet. bugün paylaşacağım 5 psikolojik numara bunlar. umarım sizlere faydalı olur.

    aklınızı ve mantığınızı sürekli açık tuttuğunuz güzel bir gün dileklerimle.

  • güvendiğim ve çok sevdiğim ve kendine sözde feministim diyen birinden bile "ben bir çocuğum, öyle kalmak istiyorum ama erkekte bunu istemem/aramam, şunu bunu isterim" gibi bir cümle duyduktan sonra kafamda perçinleşmiş tanımdır. kadınlar kendini kandırmasın diyeceğim fakat solipsist zihinleri yüzünden kandırmaya devam edecekler. özet olarak, bayanlar(en azından çoğunuz) güce tapıyorsunuz. sizi kişiler değil, tavırlar ve durum etkiliyor. tavır ve durum değiştiğinde siz de değişiyorsunuz. kesin ve net.

    yıllar boyu red pill öğretilerini çürütmeye çalıştım. fark etmeden yararlandım da ve sonunda hep aynı batağa saplandım. ve genelde bu davranışı test ederken o kişiden üzülerek, acı içinde vazgeçtim. inanılmaz bir şey, dark triad'ı bıraktığım anda hep aynı şey oldu. yani o kadın, geçmiş toplumların ona öğrettiği kolay vazgeçme, çarpık tümevarım yönetimi ile geride bırakma tavrını seçti. güçlü erkek duruşunu yeniden sağladığımda ise bana tekrar bağlandılar.

    inatla da bu tavrı bırakmayı seçtim, yahu ben bunu istemiyorum ki. böyle onlarca kadın var zaten. karşımdaki neden düşerken, zayıf anımda yanımda olmuyor? sanki onca yaşanan şeyi komşu yaşıyormuş gibi, bir anda yok oluyorlar. ne yaşadığınızın hiç bir önemi olmuyor.

    üstte bahsettiğim birinde daha yakalar gibi oldum ama olmadı. o pek farkında bile değil, kendince sebepleri var. oysa bilmiyor ki bir çoğuna inanmasını sağlatan bile bendim. söylemeyi çok istedim, "öyle olma, fark et" ima ettim ama malesef... olamayacağını anladığım anda da beta konuma soktum kendimi. yani açıklama yaptım, özür diledim, onu validasyonuna yanıt verdim. kendi fark etmese de gerçek yüzüyle tanışarak bitsin istedim. yoksa eminim, net olarak terk etsem, sert konuşsam, hiçbirini kabullenmeyecek, o ilişki sünecek ve sürdürülebilir olacak. yalan bir sevginin içinde sürüklenip duracağız.

    her defasında manipülasyonu değil, gerçek sevgiye inanmayı çok istiyorum ve hep hayal kırıklığına uğruyorum. yine de vazgeçemeyeceğim. malesef bir kadının gerçek yüzünü görmek, onunla tanışmak çok zor, ya bunu göze alacaksınız ya da hipergamiye inanarak, herşeyi kabulleneceksiniz.

    haklı olmayı sevmiyorum... evet belki de istisnayı arıyorum.

  • konuyu bilmeyen ve öğrenmek isteyenler için bilgilendirme niteliğinde yazı,

    efendim. 1950 lere gelindiğinde türkiyede kıbrıs meselesi diye birşey yoktu. ingilizin zımnen de olsa bize lozanda kabul ettirdiği üzere kıbrıs artık onlarındı ve kıbrısla ilgili bizim bir istek ve talebimiz yoktu. niye yoktu konusu çok derin bir mevzu dur. daha sonra bir başlık altında anlatabilir.

    ancak rumlar ve pek tabii yunanlı dostlarımız?! kıbrısın yunanistana bağlanması için bir yoklama (plebisit) yaptılar. ortodoks kilisesinin organize ettiği bu çalışma zamanla enosis yani yunanistanla birleşme olarak ortaya çıktı. zaten ikinci dünya savaşında ingilizler rumlara bağımsızlık sözü vermişti. ama türkleri düşünen yoktu.

    sonuçta ingilizler sözünde durmadı rumların bağımsızlığı yalan oldu. bunun üzerinde rumlar eokayı kurdular ve terör kartını kullanarak ingilizleri pazarlığa oturtmaya çalıştılar.

    ve yine türklere ne istediklerini soran yoktu. hem türkiye hemde adada yaşayan türkler olaya uzunca bir süre seyirci kaldılar.

    ingilizler rumlarla tek başına baş edemeyeceğini anlayınca türkiye yi işin içine soktu. 1955 londra konferansında konuyu görüşmek üzere türkiyeyi konferansa çağırdı.

    ve bu olaydan sonra türkiyenin artık kıbrısla ilgili bir tezi vardı. eğer ingilizler adadan birşekilde çıkacak ise ada gerçek sahibi olan türkiyeye verilmeliydi.

    işte ozaman "kıbrıs türktür türk kalacak" sloganı ortaya atıldı. yani "ey ingiltere osmanlının gaflet anını kullanarak hile ile gasp ettiğin adayı eski ve gerçek sahibine geri ver." dendi.

    ama ingilizler ne yunanistanla ne de türkiye ile kötü olmak istemiyordu.

    sonrasında orta yol bulundu ve iki milletli ortak anayasalı bağımsız kıbrıs cumhuriyeti 1960 'ta kuruldu. bu cumhuriyeti rumlar "63-64 kanlı noel" olaylarıyla türk köylerini basıp katliam yaparak yıktılar. sonra türkiyenin ilk hava müdahalesi cengiz topelin şehit düşmesi derken süreç 1967 yunan askeri cuntası ile farklı bir boyut kazandı ve en nihayetinde 1974 barış harekatı ile ada ikiye bölünmüş oldu. sorun çözüldü mü ? tabiki hayır. türkiye 'nin önerisiyle 1984 yılında kktc kurulduysa bile, ülkeyi tanıyan bir tek türkiye var. diğer ülkelere göre kktc denilen yer, kıbrısın türkiye tarafından işgal ettiği topraklar aslında.

    akıncı beyfendi diyor ki; kktc 'yi türkiyeye ilhak edemezsin. biz eşit paylaşımlı rumlarla ortak ve ab üyesi bir kıbrıs istiyoruz.

    iyi de rumlar bunu istemediğini son olarak annan planına "oxi" diyerek ilan etti zaten. "yes be annem" tutmadı yani akıncı bey.

    o nedenle tek dostun türkiye yi kıracak hareketlerden bence uzak durmalısın. yoksa oturduğun koltuk bile kalmaz benden söylemesi.

  • 19 yaşında daha. ankara üniversitesi hukuk fakültesinde okuyormuş. bir hastanenin koridorunda turlarken karşılaştık. gözlerinin içi gülüyordu, yüzünde de içten bir gülümseme. hastalardan birinin yakınıdır diye düşündüm önce. hastalığı yakıştıramayacağım kadar güzeldi çünkü. kemik iliği kanseri teşhisi konmuş önce. sonra akciğerlerinin bir kısmını almışlar, arkasından göğüslerinden birini. şimdi de beyninde çıkmış o illet. lüle lüle saçlarının peruk olduğunu o zaman anladım . halbuki ne çok yakıştığını düşünmüştüm, o dalgalı bal rengi saçların yeşil gözlerine. "olsun abla, bunu da aşarım inşallah" dedi. bu da geçecekmiş, hakim olacakmış zaten. "daha çok yolum var ölünmezde şimdi" diye ekledi. ölünmez evet.. mamak'ta köhne bir evde anası bekliyormuş onu. babadan kalma 300 lira maaşları da varmış hem. devlette yardım ediyor şükür okumama diye heyecanlı heyecanlı anlattı uzun uzun.

    "üzülme sende abla, geçecek nasılsa; hem ölünmezde şimdi dedik ya" derken kahkahaları çınlattı koridoru. kendimden utandım, bende güldüm. yemyeşil gözlerine çok yakışmıştı bal rengi saçları. perukmuş, olsun..

    edit: bırakıp gitmiş hayatı özlemcik. daha fazla dayanamamış bedeni yayılmış enfeksiyona. vizelerini de vermiş kuzum, ama kısmet işte.. daha ölünmez demiştik ama demekle olmuyor bazen demek.. allah yattığı yeri nur etsin..

  • adamın evinde dolabın içinde don, gömlek yakalanmış. bir de adamı bıçaklamış altı yerinden, yaptığı savunma "babam ve iki kardeşim suriye'de bomba saldırısı sonrası öldü. annem ve kardeşlerimle türkiye'ye geldik. aileme ben bakıyorum. annem hasta. adaletinize sığınıyorum" şeklinde.