hesabın var mı? giriş yap

  • yola cikmadan 3-4 saat once alinan kolayi termosa doldurup buzdolabina koymak, yola cikma vakti geldiginde kolanin neden sogumamis olduguna hayret etmek.

  • (bkz: goldbach hipotezi)

    --- spoiler ---

    1742 yilinda christian goldbach, euler'a mektup gonderdi. mektupta, ikiden buyuk her cift sayinin iki asal sayinin toplami seklinde yazilabilecegini soyledi. *

    kucuk sayilar icin bu kolaydir ve kolayca calistigini gorebilirsiniz.

    ornegin,

    18=7+11
    24=5+19
    50=13+37
    100=17+83
    1000= 479+521
    7112= 5119 + 1993

    bu islemleri tek tek tum cift dogal sayilarda kontrol edemezsiniz. cunku dogal sayilar sayilabilir sonsuz tanedir.
    o yuzden bu tek tek islemlerin hepsini birden saglayan tum dogal sayilar icin gecerli bir kanun bulunmak zorundaydi. goldbach hipotezi kanun haline getirilemedi (ispatlanamadi). goldbach hipotezi hala matematik tarihinin en zor problemlerinden biridir.

    --- spoiler ---

  • diploması ile sunduğu cv'ye ekleyebileceği ''üstün sabır ve direnç'' sertifikasını da hak etmiş öğrencidir. zira bir zamanlar çok zor şartlar altında yaşanıyordu buralarda.

  • konu: kulüp başkanı hakemi arar mı?

    sinan engin: arar kardeşim. ben bile aradım. hocam bizi ezdirme deplasmanda, güzel maç yönet vs.

    ahmet çakar: yemini billah ediyorum, ben bir kez aranmadım.

    sinan engin: hocam sen hakemlik yaparken cep telefonu mu vardı?

    ahmet çakar: mavi ekran

  • afyon'da "kudret" adlı yerel gazeteyi çıkarmakta olan cüneyt mollaoğlu, 1950 yılının mayıs ayında bir trene binerek eskişehir'e doğru yola çıkar... cumhuriyet'in ilk yıllarından beri çalışan bir trenin kompartımanında, cüneyt bey'in yanına kütahya garı'nda bir kız çocuğu oturur. cüneyt bey cebinden gazetesini çıkarır, okumaya başlar; kız çocuğunun gözü de gazete sayfalarındadır.. akrabası sinirlenerek dirseğiyle dürter, "evladım ayıptır başkasının gazetesi okunmaz, yapma etme.." ama çocuk gazeteyi okumaya devam eder, üstelik bununla da kalmaz, cüneyt bey'e dönüp "siz bitirdikten sonra gazetenizi ben okuyabilir miyim?" diye de sorar..
    çocuğa refakat eden akrabası çok bozulur bu duruma, kızın kulağına eğilip, "sen ne terbiyesiz bir kızsın, tanımadığın bir adamın gazetesi alınır mı?" der. konuşulanları duyan cüneyt bey gülümseyerek gazetesini çocuğa verir ve ardından "okumayı seviyor musun?" diye sorar. tarlalar arasından akıp giden trende bir sohbet başlar, gazeteci ve kız çocuğu arasında..
    cüneyt bey anlar ki yol arkadaşı, okumayı çok seven, kitaplara ilgi duyan bir çocuktur. sohbet esnasında çocuk ona masallar yazdığını söyler, bu daha da hoşuna gider cüneyt bey'in. "peki," der, "yazdığın masallardan birini bana gönderir misin? eğer uygun görürsem gazetede basarım. ama masalını mutlaka daktiloyla yazıp göndermen gerekir."
    bu sözler çok heyecanlandırır kız çocuğunu, masalının bir gazetede basıldığı düşüncesi günlerce süsler hayallerini.. ama daktilo, ulaşılması zor bir araçtır o günlerde; her yerde bulunmaz, ancak devlet dairelerinde, okullarda vardır. kız çocuğu, "nereden, nasıl daktilo bulacağım?" diye düşünürken bir gün kütahya'da, adliye önünde çalışmakta olan arzuhalcileri görür. arzuhalciler, okuma yazma bilmeyen insanların devlet dairelerindeki işlerine dilekçe yazan, daktiloyla geçinen emekçi insanlardır. küçük kız arzuhalcilerin yanına gider ve "benim bir masalım var, el yazısı, onu size getirsem bana daktiloda yazar mısınız?" diye sorar. "tamam," der arzuhalci, "ama 2 lira alırım."
    2 lira o zaman büyük bir para, hele ki bir çocuk için.. ama kararlıdır kız çocuğu; haftalar boyunca harçlıklarını saklar, almak istediği karamelaları, bisküvileri yemez, içmek istediği gazozları içmez ve o parayı biriktirip yazdığı hikâyeyi arzuhalciye daktilo ettirerek gazeteye gönderir. yayımlanan ilk öyküsü budur.. ki yıllar sonra bu ülkenin çocuk edebiyatının en ünlü, en saygın ismi olacaktır. o kız çocuğunun adı, çok sevilen kitaplarının kapağında "gülten dayıoğlu" yazmaktadır..
    gülten dayıoğlu, "kudret" gazetesinde yayımlanan ilk öyküsünü kaybeder. gazeteye başvurup arşivinden öyküsünü bulmak ister ancak gazete binasının yandığını öğrenir. ne gariptir ki dayıoğlu, gazetede yayımlanan ilk öyküsünde bir baca temizleyicisini anlatmıştır.
    gülten dayıoğlu ailesiyle beraber istanbul'a gelir ve ortaokula başlar. türkçe öğretmeni onun edebiyata olan ilgisini kısa sürede keşfeder. bir gün, türkçe dersindeyken müfettiş gelir sınıfa. öğretmen ders anlatırken müfettiş, gülten dayıoğlu'nun yanına oturur. ders bittiğinde, sınıftaki çocuklar teneffüse çıkarken, öğretmen gülten dayıoğlu'nu müfettişle tanıştırmak için durdurur. "biliyor musunuz müfettiş bey, bu çocuk edebiyatla çok ilgili ve inanıyorum ki ileride çok büyük bir yazar olacak."
    müfettiş, çocuğa bakar ve şöyle söyler: "madem edebiyatı bu kadar seviyor, o zaman bu çocuğu kütüphanede görevlendirelim."
    gülten dayıoğlu o müfettiş sayesinde kütüphanede görevlendirilir ve raflardaki kitapları tek tek okumaya başlar. o gün derse giren müfettiş, reşat nuri güntekin'dir...

    sunay akın

  • ben yan pisuvarda biri varken zor işiyorum, kadın binlerce insanın önünde şarkı söylerken şelale gibi işiyor. hayret ettim gerçekten...

  • o kadından ziyade kafasında kurguladığı kadına hayran kaldığı için ve elde edince hayalleri ile muhtemelen örtüşmeyeceği için bir süre sonra bıkacak adamdır.

    kadınlar doğallığı elden bırakmasa erkekler aşırı hayalperest olmasa çözülür bu durumlar da işte...

  • yıllar önce cumaya gitmeyi bu yüzden bırakmıştım. 10 kasım gününe denk gelen bir cuma namazında mustafa kemal'in adını anmamışlardı.
    o gün camiye gitmeyi bıraktım. sonrasında da zaten dinden çıktım.

    iyi ki çıkmışım.

    siyasal islam bazen hayırlı şeylere vesile olabiliyor.
    çizginizi çekin de kimin ne mal olduğunu anlayalım.

    ayrıca ali erbaş kim amk ?
    adını üç beş yakını dışında kimse anmayacak.

  • yüksek hızlı bağlantı teknolojisi. her jenerasyon bir önceki jenerasyona göre farklı yeteneklerle geldi; temelde frekans başına düşen bit sayısı arttı denebilir(1g'de sadece ses ve mesajlaşma vardı, 2g ile daha çok bilgi taşınabilir oldu ve wap geldi, sonra 3g'de daha fazla kapasite ile video izleme mümkün oldu vs..). böylece daha yüksek bantgenişlikleri taşınabilir hale geldi.
    ancak tek başına daha yüksek kapasite bir işe yaramıyor. kapasiteyi sağlayan operatörün erişimden para kazanabilmesi için erişimin üzerine katma değerli hizmetler sunabilmesi gerekiyor. bugüne kadar youtube'dan kesintisiz 1k* video izleyebilmek en büyük katmadeğerdi. kurumsal müşteriler için e-mail erişimi vs gibi konular sadece erişim gerektirdiği için kurumsal çözümler yoğunluklu olarak hacim bazlı tüketim paketlerinin önüne geçemedi.
    4g'de operatörlerin hizmet verdiği frekanslar dolmaya başladıkça da yeni frekanslar ve frekans başına taşınabilecek bilginin artması gerekliliği çıktı ortaya.
    5g'de bireysel kullanıcıları yakalayan teknoloji yine video olacak gibi gözüküyor. sadece video'nun uygulama alanları genişleyecek; sanal gerçeklik veya arttırılmış gerçeklik bugün 5g'yi kurup çalıştıran ülkelerde ilk örnekler olarak piyasaya çıktı. sanal marketlerde almak istediğimiz ürünleri evin içinde koymak istediğimiz yerde gerçek boyutu ile görüp yakışıp yakışmayacağını anlayabileceğiz mesela. böylece marketlerde iade üründen kaynaklanan ek işler ortadan kalkmış olacak.
    bireysel kullanımda çok önemli bir senaryo da oyunlar; telefonda oynanan oyunlar bugün çok yüksek görüntü işleme kapasitelerine ihtiyaç duyuyor. bu da terminallerin** pil ömründen yiyor. oyun oynarken ihtiyaç duyulan kullanıcı girdilerini merkezi bir işlemcide çalıştırıp terminale cevap olarak hareketli video gönderebildiğimiz durumda uçtaki işlemci ihtiyacı azalıyor ve bulut bilişimin en başından beri vaad ettiği, sadece hızlı erişim sağlayan ucuz terminalleri mümkün kılıyor*.
    yukarıda bahsettiğim bütün video senaryoları düşük gecikmeli bir altyapı gerektiriyor; bu da 5g mimarisinde edge computing olarak beden buluyor.
    katmadeğer yaratabilmek için bireysel müşteri dışında farklı dikeylere de dokunabilmek gerekiyor. dikeylerin operasyonel teknolojilerinden* anlamak önemli. ancak bugün zaten ulaşım, finans ve diğer dikeylerde bu firmaların ihtiyaçlarını anlayan firmalar mevcut. bu firmaların da dahil olduğu bir ekosistem yaratmak, farklı hizmetler sağlayan firmalarla ortaklıklar kurmak gerekiyor. bu ortaklıkları da ancak açık arabağlantılar* mümkün kılıyor (bu ortaklıklar sadece ticari değil yani). open api'larda, sinyalleşme için kullanılan ve telekomünikasyon dünyası dışında bilişim dünyasının da anlayabileceği protokollerin kullanılabilmesi önemli**(yoksa open olmuyor zaten).
    işte 5g bütün bu katma değerli hizmetleri ile birlikte geliyor. sektörde dile pelesenk olmuş uzaktan ameliyatlar ve sürücüsüz arabalar için öncesinde cevaplamamız gereken çok fazla etik ve felsefi soru var. bunları günümüz filozoflarına bırakalım irdelesinler. biz gelecekte insanların nasıl daha mutlu olacağını konuşalım.

  • anlatayım da içiniz soğusun.

    20 - 25 dakika önce evinde lazım olduğu için bizdeki ufak taş motorunu istemeye geldi mahalleden bir komşu. ayaküstü de muhabbet ettik beş on dakika.

    bu komşunun çalıştığı fabrikanın sahibi kendi şahsî hesabından bütün işçilerine 1000'er liralık migros alışveriş kartı vermiş.

    tabii ki çok güzel bir davranış. yüzlerce çalışanına gönlünden kopmuş yardım etmiş adam bu salgın döneminde kullansınlar diye. gelin görün ki bizim bu komşu abi fabrikada " migros'tan alışveriş çeki vermiş çünkü orada içki de satılıyor " gibi laflar etmiş.

    bir de bize anlatırken öyle sinirli, öyle kendini haklı görür bir hâlde ki!

    bu konuşmalarını patrona iletmişler tabii ve adam da verdiği kartı geri almış.
    utanacağı yerde hâlâ kendini haklı görüyor bizimki de.

    babam, " kendin kaşınmışsın. cuma'ya bile gelmiyorsun, sonra olur olmadık yerlerde adamlık yapmaya çalışıyorsun! " diye cevap verdi de " iyi akşamlar " dedi gitti adam öylece motoru alıp.

    zerre acımadım.
    bre malın önde gideni! evinde çoluk çocuğun var. ne güzel 1000 liralık alışveriş hakkın olacaktı durduk yere.
    ne diye şov yapıyorsun?

    toplumda artık çok var bu tipler o yüzden gerçekten iyi olmuş diyorum.
    böyle sert tepkilerle akıllanırlar belki.

    dipçe: yine okuduğunu anlamayanlar doluşmuş başlığa! adam, " ben içki satılan yerden alışveriş yapmam! " demiyor. böyle dese kimse laf edemez ben de dahil. sonuçta adam buna mecbur değil. hatta böylesi iyi niyetli bir patrona durumunu doğru dürüst açıklasa idi eminim o patron o kartın yerine 1000 liralık normal bir çek bile verirdi gitsin istediği yerden alışveriş yapsın diye.

    yalnız bu komşumuz hem kartı kabul ediyor hem de patronun arkasından sallıyor! bu ikiyüzlülüktür! bunu eleştiriyorum. " adam neden içki satılan yerden alışveriş yapmıyor? " demiyorum!