ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
bedava dondurma çubuğu çetesi
-
firma yetkilileri “bizim kullanıcılar için hazırladığımız çubukların çok daha fazlası geri geliyor. bazılarının sahte olduğundan şüpheleniyoruz” demisler. demek ki bu ibneler de her 12324452452 dondurmadan sadece 1'inde bedava oldugunu kabul etmisler boylelikle.
akilli olun az daha bedava koyun cubuklara yoksa koyarlar. şlaskdjaşlksdjas. ulan ne ulke be.
geniş aile
-
ulvi, öpücük için sırnaşmakta, sevim nazlanmaktadır.
vatandaş1: hoop kardeşim! eviniz yok mu sizin?
vatandaş2: ulan ailemizle şuraya geldik. size katlanmak zorunda mıyız!?
ulvi: şşşt! hacı. eğer ailenizle geldiyseniz ev boştur. versene anahtarı bi.
hadi demeden görüşürüz diyebilmek
-
yüksek konsantrasyon gerektirir. ben ne zaman bunu yapayım desem görüşürüzden önce haylaz bir hadi pörtleyiveriyor ağzımdan. garip.
(bkz: hadi görüşürüz)
kadir şeker'in kurtardığı kadının verdiği ifade
-
zengin bedevi, çölde devesi ile giderken, az ileride “su, su" diye inleyen birini görünce, hemen devesinden atlar ve ona kana kana su içirir. ardından da karnını doyurur.
bedevinin yardım ettiği kişi kendine geldikten hemen sonra, zengin bedeviyi etkisiz hale getirerek, bedevinin neyi var neyi yok, hepsini alır.
sonrada bedevinin devesine binerek oradan uzaklaşmaya başlar.
soyulan bedevi hırsızın arkasından defalarca, “sakın bunu kimseye anlatma" diye bağırır.
hırsız bedevi önce aldırış etmez buna ama uzaklaştıkça kafasına dert olur ve geri döner. soyduğu bedevinin yanına gelerek ona sorar;
“neden kimseye anlatma" diyorsun. kumların üstünde oturan soyulan adam şöyle der;
eğer bu yaptığını anlatırsan, bundan sonra çölde gerçekten aç ve susuz kalanlara hiç kimse yardım etmez.
not: alıntı.
atilla taş sharon stone arasındaki ilişki
-
steve jobs ile nejat işler arasındaki kadardır.
sahte parfümü duty free diye satan dolandırıcı
-
ben de bu olayı forum istanbul decathlon çıkışında yaşadım.
aynen anlatıldığı gibi. benimki arabaya binecekken önümü kesti elim kolum dolu yeğene paten falan fıstık aldık iki büklüm haldeyim kapıyı açmaya uğraşıyorum. havaalanı kartını falan gösteriyor bana ben sormadan. dedim canım benim bende o kartın aslı var al sana kart.
çıkar bakayım parfümü dedim, telefondan barkod okuma uygulamasını açtım okuttum barkodu, hani orjinaldi lan parfüm dedim. git zenciler gibi 20 liraya sat ama çakma olduğunu söyleyerek sat böyle şerefsizlikle para kazanmaya çalışma dedim, beyaz renault symbol şirket arabasına binip sktr oldu gitti.
bartu ben
-
--- spoiler ---
alıcısı aptal yığınlar olan bir iş yapıyorsanız, elit kaygılarla hiçbir yerden kapıyı çarparak çıkmayın. şartlar sizi çarptığınız kapıyı çalmak zorunda bırakabilir. oturmam dediğiniz evde oturursunuz, oynamam dediğiniz rolü oynarsınız, çıkarmam dediğiniz çorabı çıkarırsınız. o yüzden “lütfen kapıyı yavaş kapatın”.
son yazılarda herkesin soyadı yerine “ben” yazılması aslında bunun sadece bartu’nun değil, setlerde farklı pozisyonlarda çalışan birçok emekçinin hikayesi olduğuna işaret ediyor. geçimini sürdürebilmek için cahil çoğunluğu memnun etmek zorunda olan eğitimli azınlığın çığlığı niteliğinde bir dizi olmuş. bartu bu çığlığı atmak istemiş ve attı. sanırım dizi misyonunu tamamladı. bu yüzden ikinci sezonunun çekileceğini sanmıyorum. ama keşke çekilse… çok güzeldi.
--- spoiler ---
izmirlilerin lokma dağıtmayı bir şey zannetmesi
-
lokma cenaze sebebiyle dağıtılır. senin şekerin yükselsin diye değil.
neredeyse sokakta dağıtılan bütün lokmacıların önünde bilmem kimin ruhuna fatiha diye yazar.
beyninde lokma olsa yine de bu kadar saçmalamazdın kerata!
acemi asker komutan diyalogları
-
asteğmen inshroud, mesai bitiminde yorgun argın nizamiye kapısına doğru ilerlemekte, sampi'den pide mi yoksa domnos'tan pizza mı söylesem diye düşünmektedir. nizamiye kapısına yaklaşırken acı acı çalan üç düdük sesi* duyar. garnizon komutanı kışlayı terk etmektedir, esas duruşa geçer, selam layıkıyla çakılır lakin önünden geçip gitmesi gereken flamalı araç, tam önünde durur, asker iner, komutanın kapısını açar, komutan araçtan inmeden inshroud'u eliyle çağırır.
+ [caps] asteğmen inşorut eğmreğt gomtanığm! [/caps]
- üçyüzyetimişsekiz artı ikiyüzotuzaltı? çabuk?
+ ...(2 saniye)... [caps] ağltıyüzondört gomtanığm! [/caps]
- afferin
+ [scream vocal] soğal! [/scream vocal]
diyaloğu gerçekleşir ve komutan basar gider, inshroud anlam veremez, anlam vermeye de çalışmaz, zaten pizza yemeye de karar vermiştir ve evine gider. ertesi gün olayın sebebi öğrenilmiştir. 40'dan fazla subay öğrencinin arasına giren komutan onlara bu toplama işlemini sormuştur ve adamlar (bir tane de bayan asker vardı) heyecandan cevap verememişlerdir. kendi halinde yalnız asteğmenin cevap vermesi çok hoşuna gitmiş olacak ki bu değerli komutan inshroud'a takdir belgesi vermiştir. 20 sene okullarda dirsek çürüten, difransiyel denklemlerle yıllarca uğraşan, 2 tane calculus kitabı yemiş olan inshroud kişisi bir toplama işlemiyle yüceltilmiştir.
kıssadan hisse: pizza güzeldir
yaran kişisel iletiler
-
"hey montaigne, lanet olsun dostum iyi denemeydi"
amber heard
-
çanlar kendisi için çalıyor.
çalıyor çalmasına da bi bok olmuyor.
şu ana kadar ortaya çıkanları kendisi değil de herhangi bir erkek yapmış olsaydı, dava çoktan erkeğin hayatıyla birlikte kadının lehine sonlanmıştı.
bu kadar delil ve mevzuya rağmen erkek tarafının hala bir şeyleri ispat etmek için kıvranması çok sakat bir durum.
amber heard'ün alacağı ya da almayacağı ceza bir noktada dünyadaki tüm erkekleri ilgilendiriyor bu yüzden.
saati 200 tl olan psikolog
-
bu psikolojik meseleler konusunda en etkileyici isim olan freud şöyle söylüyordu: para bir çocukluk arzusu değildir ve bu yüzdendir ki para mutluluk getirmez. aşağı yukarı böyle bir cümle kurmuştu. freud'u takip eden çağdaş isimlerden birisi olan adam phillips şunu söylüyordu: psikanalitik bir seansın iki temel kuralı vardır: aklına geleni söyle ve çıkarken parayı ver. para ve psikanaliz arasındaki ilişkiler o denli yoğundur ki mesela, john forrester adında bir tarihçi "hakikat oyun ları" başlıklı kitabının altbaşlığı olarak "yalanlar, para ve psikanaliz" üçlüsünü seçmiştir. para ve psikanaliz ayrılmaz birşeydir ve bunu psikoloji düzeyinde de genelleyebiliriz. tarzını hayranlık uyandırıcı bulduğum bir başka psikanalist olan jacques lacan, bir sürü sıradışılığının yanında servetiyle de meşhurdur. psikanalizin kendisine kazandırdığı serveti açıkça ifade etmiştir.
para vermezseniz seans olmaz. para verirseniz iyileşeceğinizi garanti etmez kimse ama psikoloji temelli bir seansın, bir iyileşme talebi olan terapi sözcüğünün içinde barınan kural budur: dertlerinin karşılığında para vereceksin. genelde parayı daha mutlu olmak için harcarız, dertlerimizi bir anlığına unutabilmek, mutlu görünmek için falan filan..para karşılığında bir parça mutluluk satın almaya çalışırız ancak para bir çocukluk arzusu olmadığı için hüsrana uğrarız. oysa terapiye dayalı bir seansta hem para verirsiniz hem de kendiniz için can sıkıcı olan, mahrem olan, sizi boğan, yaşamınızı daraltan, hayatınızı zindana çeviren sıkıntılardan bahsedersiniz. burada söz konusu olan paranın ve mutsuzluğun değiş tokuşudur, mutlu olmak değil, daha az mutsuz olmaktır amaç. adam phillips'in dediği gibi, anlatırsınız ve bunun karşılığında para ödersiniz. anlatabileceğiniz yakınlarınız olduğunda bu denli çetrefilliğe gerek kalmadan kendi kendinize sorunlarınızla başedebilirsiniz belki ama, yalnız hisseden, hayalkırıklığına fazlaca uğramış diğerleri için terapi bir iyileşme vaadidir.
psikoloğa verilen para nereye gider? görünürde sadece oturur ya da uzanır ve konuşursunuz, içinizdeki sıkıntıyı anlatırsınız. seansın çıkışında maddi bir şey elde edemezsiniz tabi ki, ceketinizi alır ve çıkarsınız. bu anlamda çoğumuz için boşa verilen paradır bu. oysa işleyen bir terapide seansın girişi ve çıkışı arasında birşey olur: paranız azaldığı gibi sizi boğan, sıkıştıran dertleriniz de bir miktar azalır. dediğim gibi, işleyen bir süreç olursa mümkündür bu. yani nefes almaya başlarsınız, aslında yaşamlarımızı sürdürmek için en gerekli şeylerden birini, ruhsal bir rahatlama halini satın almışsınız demektir. para karşılığında nefes almak.. fena bir sözleşme değil bu bence.
paranın şöyle de bir niteliği vardır ki, paradan konuştuğumuzda aslında hep başka şeylerden konuşuruz. psikologa verilen ücretten bahsettiğimizde, bir kişinin kazandığı parayı hesaplamaya başladığımızda, böyle bir süreçte cebimizdeki para eksilmeden bir kazanç elde etmeyi umduğumuzda, boşa verilen para gibi nitelediğimizde.. hep başka şeylerden konuşuruz. bir psikologun ücretini dillendirip durmak terapiye karşı gösterilen bir dirençtir. şunu söyler gibiyizdir psikolog ücretlerinin fahişliğinden bahsettiğimizde: yaşamımda sorunlar var ama bunları sadece ben biliyorum, içimde tutabilirim ve böylece param da cebimde kalır. sorunlarla yaşayıp gitmekten tutun da kendi kendine iyileşmeyi denemeye varana kadar pek çok bencillik vardır burada. belki de kendi kendimize bir yolunu bulmayı denediğimiz için bile hastalanmış olabilir ruhumuz ve şimdi bu sorunu da kendi kendimize çözmeyi denemek tam bir kısırdöngü gibi geliyor bana.
şu ana kadar ödenen paranın miktarından hiç bahsetmedim. çünkü terapilerde elbette minimum bir ücret vardır ve bu ücret terapistin kendine göre belirlediği bir miktardır. fakat ne kadar para ödeyebileceğiniz de son derece konuşulabilir bir şeydir terapilerde. dışarıdan bakıp da bir psikologun 300 ,400,500 liralar almasına kafa yormak ve baştan vazgeçmek yerine bir konuşmak, durumu değerlendirmek daha sağlıklı olabilir. hiç para vermemek gibi birşey sözkonusu değildir çünkü öyle olsaydı terapi olmazdı ismi.
son olarak şunu söyleyeceğim: bir psikoloğun seans ücreti kendi iç hesaplaşmanızın da yansımalarından biridir. buna değer mi diye sorup duruyoruzdur ücreti sorguladığımızda. o kadar para vereceğim ama elime ne geçecek diye düşünüyor gibiyizdir, bunun şüphesi vardır. oysa tüm bu hallerimizde söz konusu olan ruhumuzdan birşeylerin çıkıp gitmesinden, dile dökülmesinden, hiç tanımadığımız yönlerimizi keşfetmekten duyduğumuz korkudur. kendimize takıntılı derecede bağlıyızdır ve kendi kendimize çözebileceğimize inanmışızdır. oysa kendi kendine çözme halleri genelde yalnız kalmış olmanın yansımalarıdır. ve hissettiğimiz pek çok sıkıntının kaynağında da yalnız kalmış olmanın dehşeti ve sonrasında bir çözüm olarak kendi kendimize geliştirdiğimiz takıntılı savunmalar vardır.