hesabın var mı? giriş yap

  • cekinme abim.. cekinme "özür dilerim" de.. biz eglenceli bir sey hazirladigimizi sanmistik ama oyle olmadi de.. farkinda olmadik ama sizi bir "hic" yerine koymusuz de.. sözlügü ciddiye almanizi size pahaliya ödettik; üzgünüm de.. kücültmez bu seni.. en azindan yazdigin son yazi kadar olmaz.. daha kötüsü de nazarimda olamaz. yok gitmez, etmez degil, gider abi. ben bu kadar gerizekali yerine konmadim, sen koydun beni. helal olsun.. simdi sen yine toplanip gerrain filan deli gibi gülüyorsundur biz boyle delirince ama durum bu.

    bir de belirteyim; saka baskadir, insanlari ciddiye almamak, gerizekali yerine koymak cok baskadir.

    sozlukteki duraganlik baska bir konudur, varolan gücünüzün arkasina aldiginiz yetki ile insanlarla eglenmek, cok baskadir.

    bunlar birbirlerinden farkli konular..

    "özür dilerim" de.. kurtarmaz ama keser atar pek cok seyi. en azindan bu kadar bir "sey" iz biz abi. on bin kisi degil, okuyan, eden, üzülen, sevinen.. binlerce insan.. duygular bunlar.. ayip abi, inan bana ayip.

    ama sunu da bilyiorum. boyle, yüzde yüz, binde bin "sacmalik" oldugu kesin olan bir konu dahi, bir süre sonra tersine dönecek "abi bir de olayin su yüzü var ama"cilar cikip sizin bu sakaniza destek olacaklardir, sözlük bu. hicbir düsünce, yüzde yüz salakca dahi olsa ancak bir süre bir tarafta kalabilir. onlara filan da aldanmayin diye bunlari yaziyorum; yaptiginiz ayip, hcibirinize yakistiramadim, bir tek kerizlenmeyi kendime yakistirdim. hakettim bunu ben, burasini gereginden fazla önemseyerek.. eni sonu senin bir "del" tusuna basar benim onlarca saat üzerinde durup yazdigim yazilar, entryler, onlar bunlar..

    bir yerde haklisin kesinlikle de.. aci geliyor o gercek bize.

  • bildiğimiz haliyle müziğin bütün sınırlarını altüst eden john cage’in halen tartışılan yapıtı “4:33” birçok kere yanlış bir ifadeyle “dört dakika otuzüç saniye süren sessizlik olarak” tanımlanmıştır. oysa cage’in yaptığı tam anlamıyla felsefesi olan “heryerde herşey müziktir”i bu kompozisyonunda uygulamak olmuştur.

    1952 yılının 29 ağustos’unda new york woodstuck’ta salonu dolduran herkes deneysel müziğin öncülerinden david tudor’u pianosunun başında, deneysel kompozitör john milton cage’in bir yapıtının ilk icrasında dinleyeceklerinin bilinciyle bazı alışılmadık sesler duymayı bekliyordu. durum bundan biraz daha ileri gitti ve üç hareket dışında kasıtlı olarak üretilen bir ses olmaksızın; tamamen çevrenin ve dinleyen topluluğunun çıkardığı seslerden oluşan, pianistin hiçbir nota çalmadığı ve süresini elektronik bir kronometreyle ölçtüğü bir performans sergilendi. kimileri bu ileri deneyin bbc’de hem konser salonunda seyirci önünde hem de televizyon ve radyoda canlı olarak yayınlanması üzerine orijinal performanstan yıllar sonra, 2004 yılının ocak ayında da aynı ikilikte yorumlar yaptı ve suçlamalarda bulundu. avrupa’nın yerleşik müzik tanımı ve buna bağlı kurumsallaşmış müzik yorumunu -belki de kıta avrupa’sının alışkın olmadığı 50’li yılların yenilikçi amerikan faydacı felsefesiyle- yeniden yapılandıran cage 4:33’ün ilk performansı sırasında da şarlatanlıkla suçlanmıştı.

    bu yapıtın, zaman sınırlandırması nedeniyle koruma altına alınarak yeniden yorumlanamayacak kadar özgün olduğu yorumunu yapanların haklı olduğu konu, david tudor’un hiçbir nota çalmaması nedeniyle başka bir sanatçının buna yorum katmasının (müzikal açıdan) olanaksız olduğu ve yavaş ya da hızlı çalınmasını engelleyen 4 dakika 33 saniye’lik süreninse boş bir çerçeve içindeki kanvasta hiçbirşey çizili olmayan bir tablo gibi her performansta ayrı bir eser ortaya koyulduğu sonucu gibi kaynağını sanatın yaratıldığı süreçle olan ilişkisinden alır.
    4:33’te performans pianistin pianonun başına oturması, tuşları kapatan kapağı kaldırması, zamanı kronometreyle tutarak yeniden tuşları kapatması vs. şeklinde düşünülürse cage’in ortaya koyduğu asıl süreç olan çevresel sesle birlikte kasıtlı olarak üretilmeyen ve hayatın her anında var olan fondaki sesi ön plana alan yaklaşım gözardı edilmiş olur. bbc gibi bir yayın kuruluşunun bu eseri senfoni orkestrası eşliğinde konser salonunda canlı seyirci önünde sergilemiş olması ve aynı zamanda radyo ve televizyondan da canlı yayınlaması dinleyen her bireyin kendi alıcıları ve yorumlama gücüyle bu cage tarafından belirlenen uzunluktaki süreyi farklı deneyimlemesine ve doğal olarak farklı yorumlamasına olanak sağlar. eser müzik elemanlarını içerse de aslen tamamen içsel, kişisel ve düşlemsel bir deneyimdir. buna karşın 2002 yılında kompozitör mike batt’in albümüne sessiz bir parça koyup -biraz da cage’i aşağılayan tavırla- parçanın yazımında cage’in katkısı olduğunu yazması üzerine hayır kurumlarına mahkeme kararıyla ödemek zorunda kaldığı milyon dolarlık telif hakkı bu kişisel deneyimin bireysellikten öte olduğunu öne sürer.

    kontrolü dışındaki belirleyici etkenlerin oluşturduğu karışık yapının düzenini kullanarak da müzik yazan john cage, jim rosenberg’in yazdığı mesolist adında bir program yardımıyla i ching sayılarını kullanarak hangi notaların hangi uzunlukta çalınacağını belirlediği parçalar bestelemiştir. tamamen rastlantısal olarak belirlenen notalar, aralıkları ve çalınma uzunlukları yeni bir alt ritim oluşturarak tanımlanan ritmik yapıların ötesinde, belirlenme süreciyle fark yaratan eserler oluşturur. harvard üniversitesi’ndeki tam sessiz odada bile ses duyduğunu ve bu duyduğu sesin tiz kısmını sinir sisteminin, bas kısmınıysa dolaşım sisteminin oluşturduğunu iddia eden cage’e göre ses her an heryerde var ve bir süre sonra da sadece elektronik aygıtlarla bilinen yapıların ötesinde müzik oluşturuluyor olacak. bunu destekleyen 12 radyo performansı da tam anlamıyla performansın sergilendiği anda radyoların bulunduğu alanda aldıkları yayın dalgalarında ne olduğuna göre belirlendiği için sadece –yine boş tablo çerçevesi örneğine dönüşle- radyoları kontrol eden kişilerin hangi aralıklarla ne kadar kanal değiştireceği ve sesi ne kadar açıp kapatacağını belirleyen bir kılavuzdan ibarettir. eserin sergilendiği zaman aralığı eserin içeriğini belirleyeceği gibi her seferinde değişecek asla iki kez üstüste aynı eser (canlı olarak) çalınamayacaktır. bu, doğaçlamadan çok farklı olarak sanatçının performansının değişkenliği yerine (radyo bir müzik aleti olmadığı için) kullanılan aletle bağlantılı olduğu için “zaman” eseri icra eden sanatçı için tek belirleyici unsur haline gelir.

    yaptığı müzikten çok müziğe yaklaşımıyla tanınan cage’in bu yaratım ve uygulama süreçlerini anlatan kısa sözleri, uzun yazıları ve felsefeye olan düşkünlüğüyle birlikte uzak doğu mistisizmine duyduğu ilgiden kaynaklanan tarzıyla 1992 yılında ölene kadar sınırlarla eğitilen ve sınırların yaşamak için gerekliden öte zorunlu olduğu bu dünyada anlayış ve kurumsallık alanına büyük darbeler indirdi. şiir olarak kabul edilen mezostikleri aslında bu deneysel müzik çalışmalarının üretim aşamasında geçtiği süreci ve icra aşamasında yaşanan ‘o an’ı anlatan betimlemeleridir. bu anlayışla, herhangi bir eser yaratıldığı veya uygulandığı/algılandığı an açısından değerlendirilip benzeri çıkarımlara varabilmek için yeterli ortamı sağlar. bir adım ilerisi de cage’in 4:33’ün ikinci versiyonu için düşündüğü sözlerle “sadece piano değil bütün enstrümanlar için 0’00’’ adıyla ilk düşüncenin tamemen yeni söylemi olabilir.”

  • sabah işe gitmeden hepsinin bitirebilmek için akşam yemeğinden sonra başlanılması gereken aktiviteler kombinasyonu.

    ben cuma akşamı başlıyorum, salı sabaha anca yetişiyor.

  • "çok ürpertici"
    "aman allah'ım ben de uyuyamadım."
    "sevgilimin de başına gelmiş."
    "ninem de uyuyamamış" yorumlarının yazıldığı durum.

    arkadaş iyi misiniz siz? buna bu kadar anlam yüklerken gerçekten ciddi ve samimi misiniz? şaka mı la bu?şu an ben buraya "22 ağustos günü başımın ağrıması" diye başlık açsam en az 3000 kişi "benim de başım ağrıdı, alla alla" diye entry girer.
    kendinize gelin.rahat olun.civarda olun.

  • bir gün atatürk'ün sözleri bilimle çelişirse bilime inanırız mutlaka.

    ama atatürk'ün sözleri dinle çelişirse dini seçecek halimiz yok.

  • 7 aylık hamile sigarayı bi türlü bırakamamış bi arkadaşım vardı. doktorun dediği 3 tane iç bari lafını 3 tanenin zararı olmaz olarak algılamıştı zavallım.

    ha tabi bu 3 tane ile kalmadı ve içtiği sigara sayısı günde bildiğin 10'u geçmeye başladı. bi gün birlikte kontrole gittik. doktora "sizin dediğiniz 3 tane sigarayı günde 10'a çıkardı" diye şikayet ettim. doktor ultrasona aldı kızı. yak dedi bi sigara.

    yuh dedim içimden doktora bak. arkadaşım şaşırdı tabi. yak dedi doktor yak...

    yaktı arkadaşım. bak şimdi sana ne gösterecem dedi ve 3 boyutlu ultrasonda arkadaşım içine bi nefes çekerken doktor da o sırada bebeğin yüzünü zoomladı...

    ben hayatımda böyle bi irkilme böyle bir rahatsız yüz ifadesi daha önce görmedim arkadaş.

    off off!

    sigara içerken keyif alan insanlardanım. bırakmayı da düşünmedim hiç. muhtemelen de başlayacam yine sütten kesilince miniğim. şu sıralar 5 aylık hamileyim. ama bana hamileyken sigara içmeyi savunmayın, yapmayın etmeyin.

    1 sigara; en fazla 10 fırt bilemedin 15 nefes olsun. 15 nefeslik zevk için değer mi o ifade bilemedim.

    o ifadeyi unutmam mümkün mü?

    unutulur mu?

  • (bkz: lizbon)

    edit: aşağıda benim gibi düşünenleri cehaletle suçlayan, kendisine olan yanıtımı kamuya açık şekilde yazmadan direk kendisine kibar ve gülücüklü bir mesajla ilettiğim, ancak yanıtında "salak" ve "davar" şeklinde hakaretamiz ifadelerde bulunan dallamaya* da belirttiğim gibi; 6 ay barcelona'da, 1.5 yıl buenos aires'te yaşamış, kahire'de deniz olduğunu zannedecek, buenos aires'in 7 tepeli istanbul'la alakasız şekilde dümdüz olduğunu bilmeyecek kadar zırcahil dallamanın* bahsettiği tüm şehirleri bizzat görmüş, hatta bu dallamanın kimsenin zorbalığa uğramaz dediği barcelona'da 2 metre cüssemle bir soyulma, bir gasp yaşamış bir şehir plancısı olarak cevabım gene aynı: lizbon.

    ispat niteliğinde şu görseli de şuraya bırakalım:
    https://listelist.com/…14/08/lizbon-listelist-6.jpg

    edit: entry'de adı geçen dallama* uçurulmuş. bu agresiflikle çok bile kalmış burada.

  • - yaran yanlış okumalar başlığındaki hiçbir entry'yi komik bulmam. gülesim gelse bile kendimi tutarım, gülmem.

    - debe editini gördüğüm yerde, yazarının "hakkındaki notlarım" kısmına bir takım ağır laflar kaydederim.

    - sol tarafta nickaltı entry'si gördüğüm zaman derhal başlığındaki en beğenilen entry'ye göz atarım, artı oy veririm.

    - ekşi sözlük dertleşecek insan veritabanı başlığındaki yazılara okumadan eksi oy veririm.

    - " yha bu entry'mi en beğenilenlerime sokmayın lütfaan ihihihi" diye edit yapan yazarın ricasını kırmam, vaktim varsa 20 entry'sine eksi oy veririm. en beğenilenler listesini güncellerim.

    - bir futbol başlığı altında "sarbi reyiz ehuehueh xd" geyiği yapanın son yazdığı 10 entry'ye eksi oy veririm.

    - hakkında 265 sayfa yazı yazılmış bir başlığa entry girerken ilk cümlesi, o başlığın ana unsurunu belirleyen sözcük kullanan kişiye eksi oy veririm. ( star wars başlığına, ilk paragrafında, "bir film" yazıp 12 paragraf yazı döşenmesi gibi )

    - herhangi bir konuda, başlıkla alakalı karikatür linki veren yazara artı oy veririm.

    - herhangi bir konuda girdiği entry içerisinde referans olarak kendi tivitır adresini gösteren yazara eksi oy veririm.

    - 12 ocak 2014 istanbul kar yağışı gibi başlıklarda, "offf beşiktaş'ta ne biçim yağıyor var yaa" tarzında entry giren yazara sevgiyle gülümserim. eksi ya da artı oy vermem.*

    - friends başlığına ara ara girip son yazılan entry'lere artı oy veririm.

    - cumartesi gecesi evde oturan ezik ve yalnız insan başlığına "ne var bunda!!! benimdir, sıcacık evinde mandalina yiyordur hıh .ss" tarzında entry giren yazarlara eksi oy veririm.

    - badilerimin favladıkları* entry'lere muhakkak bakarım. beğendiysem artı oy veririm. beğenmediğim bir entry'ye denk gelirsem favlanan entry'ye eksi oy vermem, badimin yazdığı son entry'ye eksi oy veririm.

    - entry favlamam, bunun için kendimi ikna edecek bir gerekçe bulamadım ben de.

    - entry'mi favlayan çaylağın nick'ine bakıp hafızamda tutmaya çalışırım. bir başka entry'mi favladığına rastlarsam hafiften tebessüm ederim. asla sırıtmam.