hesabın var mı? giriş yap

  • evet düşünülebilir bi’ araçtır. bu vergiler ve bu fiyatlarla ancak düşünülebilir. sürülemez ama çok güzel düşünülür.

    kapat gözlerini, 3’e at şimdi. vınnnnnmm.

  • tarihimizi yanlis tanitiyorlar... banyodan yeni cikmis, saci islak kiz zorla yatirilip uyutulur mu lan? sinuzit olur, ecdadimizda var mi sinuzit ? hainler.

  • her yerde karşımıza çıkan kızlardır bunlar. özellikle barlarda "seni sepetledim kime ne hayat benim sana ne *" gibi sözler içeren aşk marketin en rezil şarkılarında ellerini, avuçlarını açarak ileri geri sallarlar. omuz dirsek arası sabit koldan ele kadar olan kısım ileri geri sallanacak şekildedir. avuçlar dediğim gibi açıktır. arada "ben" geçen kısımlarda kişi kendini göstermeli, "defol git hayatımdan... aşksız hayat pek güzel" gibi kısımlarda ise elin dışı karşıya bakacak şekilde "illallah" haraketi yapılmalıdır göğüs hizasında. bir agresyon içerir. "haaaeartıığğk sevmeğyeceeeğğiiim" de kollar yukarı doğru iyice açılır arkadaşa gözler bereltilerek bakılır.. klip gibidir... ben gıcık olurum yapana tekme atarım tersim pistir.

    bir de şöyle bir alt grubu var bunların...
    (bkz: okul servisinin arkasinda sarki soyleyen kiz grubu)

  • zamanın birinde temel avrupa'ya gider.
    bir gün bir bara girip barmenden üç bira ister ve hepsini içer.
    üç-beş defa böyle yapinca barmen merak eder ve sorar:
    "pardon, niye hep üç tane bira içiyorsunuz?
    temel cevap verir:
    "ben, dursun ve hamdi, bizler üçüzüz. hepimiz dünyanin farkli yerlerindeyiz.
    hepimiz de bara girdigimizde birbirimizin yerine bira içeriz, öteki iki birayi o yüzden içiyorum" der.
    yine günlerden bir gün temel aynı bara gelir fakat bu kez iki bira ister.
    temel biralari içtikten sonra tam kalkacakken barmen sorar:
    "başınız sağolsun efendim, kardesinizin biri öldü heralde?" deyince, temel cevap verir:
    "hayir ben içkiyi biraktim!"

  • vedat bey'in başına gelen düpedüz zorbalık. bunun iyicil bir açıklaması olamaz. bir ihtimal karşıdaki mizah yaptığını düşünüyor olabilir ama yapamamış, hem nobranlık yapmış hem de komik değil. ama bunun dışında da sosyal medya üzerinde yaşanan kabalıklar, kırıcı tutumlar, hakaretler birçoğumuz için yabancı değil.
    şimdi size bunun neden böyle olduğu hakkında fikir vermek için başta ilgisiz bulacağınız iki senaryo yazacağım.

    birinci senaryoda yoğun bir insan kalabalığı olan bir kaldırımda yürürken, önünüzde bir insan yere düşüyor ve yürüme yolu tıkanıyor. ne yaparsınız? yardım etmeye çalışır ya da kalkmasını beklersiniz. adama/kadına bağıran, hadi kardeşim diyen, küfreden olmaz (bunları yaparım diyen varsa tebrikler: sosyopati testini tam puanla geçtiniz)

    ikinci senaryoda trafikte seyir halindesiniz, yolun ortasında bir araba yavaşlayıp durdu ve trafik tıkandı. insanların yüzde doksanı (iyimser oran) kornaya basar, bir kısmı arabasının içinde bir kısmı kafasını camdan çıkarıp bağırır, bir kısmı bunların üstüne bir de küfreder.

    bunun önemli bir nedeni, insanı form olarak ve daha da iyisi yüz ifadesiyle görmenin karşısındaki kişinin empati duygusunu tetikleyen ayna nöronları aktive etmesi. aracın içinde bir insan olduğunu bilsek bile bunu görmediğimiz, o kişinin sıkıntılı yüz ifadesini okuyamadığımız zaman o insanı, insan olarak algılamamız kısmi oluyor. empati yoksa acıma, merhamet, ılımlı davranış azalıyor; öfke, zorbalık artıyor.

    internet üzerinden insanî ilişki kurulmaz demiyorum. ama burada gördüğünüz insanları gerçek birer kişi olarak algılamanız için birebir bir ilişkiniz olması gerekir. bir insanı tanımak onun hayatına şahit olmak, acısını sevincini paylaşmak, karanlık ve aydınlık yanlarını bilmek demektir, onun dışında sadece birinin gölgesini görüyor ve onunla muhatap oluyorsunuzdur ve gölgelerin üstüne basmak vaka-i adiyedendir insan için.

    burada unutması kolay ama hatırlaması elzem olan şey, her gölgenin bir sahibi, o sahibin bir yüzü ve o yüzün ardında bir kalp ile koskoca bir dünya olduğu.

  • adam ingiltere'nin bütün çirkin kadınlarını çocuk sahibi yapmış. ödül vereceklerine pes diye haber yapıyorlar yazık.

  • --- spoiler ---

    adamımız bence tiyatroda, kendini vurdugunda ölüyor. son uçuyor mu acaba diye tartışılan sahne ve öncesi adamın ölmeden önceki hayali. daha dogrusu ölerek başardıgını umdugu seylerin hayali diyelim. gazeteye çıkması, kızının istedigi cicekleri getirmesi, birdman'den kurtulusu, sanatıyla ilgi odagı olması, ailesini toparlaması ve sonunda gercekten uctugunu gormek hatta kendiyle hic gurur duymayan, sevmeyen kızının buna şahit olması... hepsi adamın icindeki uktelerdi. siren sesleri de tiyatroya gelip kahramanımıza mudahale etmeye calısan ambulans falan işte. o siren sesleri bitmiyor film bitince, cast donerken de suruyor.yani emma stone yukarı bakıp guluyor ama o anda siren seslerinin bitmeyişinden bi terslik oldugunu anlıyoruz. bu benim fikrim tabi quorada falan bu hala tartışılıyor. yani bu bir muamma. o yuzden kesin şudur demek hata gibime geliyor.

    ek olarak:film, o kendini vurma sahnesi dışında hic kesintiye ugramıyor. bir tek hastane sahnesine gecerken o geciş karartısını goruyoruz. sanki karakterin gercek hayatıyla baglantımız kopmuş da hayalıne girmişiz gibi.
    --- spoiler ---

  • önce pişmanlık nedir onu iyice bir öğrenmek. yoo dostum, her hayıflanmanız pişmanlık değildir. günün birinde içine sine sine yapmış olduğun şey başka bir gün başına kabaklar patlattığında yaşadığın üzüntü de değildir pişmanlık.

    pişmanlık en başta kendinden ve yaptığın şeyden tiksinmeyi, alternatifleri reddedip kendini o hale bile isteye sokmuş olmanın getirdiği yabancılaşmayı içerir. hayatta üzülecek, baya bi kırılıp dökülecek, zaman zaman sürüneceksiniz, bunların kaçarı yok, ama pişmanlığın kaçarı var: içinize sinmeyen hiçbir şeyi çok büyük bir mecburiyetiniz, hayat memat meseleniz yoksa yapmayın.
    kişiyi en acıtan yabancılaşma kendine olandır, kendinizi yine ta kendinizden yıpranmış, ter kokmuş, yakası paçası kaymış bir tişört gibi çıkarıp atmak istemiyorsanız -işte pişmanlık tam olarak budur- yaptığınız her şey önce sizin içinize sinecek. ananızın, babanızın, kuzeninizin, komşuların, whatsapp kanka grubunuzun, iş yerindeki fatma'nın değil.

    her eyleminizde bir crush on durumu yaşayın, bu sadece aşk değil, iş, arkadaşlık, yeni bir kıyafet, gezilecek görülecek bir yer, eve alınacak bir koltuk da olabilir, ama ona tutulun.
    herkes akın akın evleniyor diye "benim bundan çocuğum olsa nasıl güzel olur" hissi yaratmayan biriyle evlenmeyin, herkes oraya gidiyor diye size çivili koltukta oturuyor hissi yaratacak yere gitmeyin, herkes alıyor diye "eve gitsem de şunu üzerimden fırlatıp atsam" diyeceğiniz o rahatsız bluzu almayın. herkes size "aaa biraz manyak galiba" diyor diye onların diliyle konuşmaya başlamayın. düşecek ama kalkacaksınız da, kimsenin yara izi bir başkasında sızlamaz, kaşınmaz, sadece uzaktan bakıp "acıyor olmalı" dersiniz, (burada yara ve iz kelimelerini yeni nesil ağlak edebiyatçılar gibi sadece aşk meşkle iniltili kullanmıyorum) sizin kendi yara izleriniz olsun yoksa öğrenemezsiniz, hem "yara izi yarayı açan kılıçtan daha etkilidir"* tecrübeyi gösterir. kendiniz olun ve sonunda batsanız da çıksanız da vurulmadığınız hiçbir şeyin peşinden gitmeyin, tercihlerinize laf söyleyen insanlara karşı mottonuz da şu olsun: "sa-na-ne a......."