hesabın var mı? giriş yap

  • bazılarına göre bir komplo teorisi olan inanış. şimdi, epey eskiden alınmış bazı ürünlerin hayvan gibi dayandığına pek çoğunuz şahit olmuşsunuzdur. şimdiki tasarımlar, ürünleri ufaltmaya çalıştığı ya da donanım özelliklerinin artmasından ötürü veya firmaların kasti ibneliğinden kaynaklı mı bilemiyorum ama kesinlikle daha kısa ömürlüler. en azından bir şekilde ya hızlıca zamana yenik düşmesi isteniyor, ya yan ürünlerine para bayılıp müptelası oldurulmaya çalışılıyoruz veya gerçekten garanti süresinden kısa bir süre sonra çöp olması isteniyor.

    özellikle ev eşyası, tekstil ve teknoloji ürünlerinde bu anlayış çok göze çarpıyor. şimdi asıl mesele bunu ben böyle inanıyorum diye açıklamak değil; bunun gerçek olma olasılığının irdelenmesi. mesela kulaklıklar üzerinden bu konu irdelenmiş biraz.

    demem o ki parasını versen de yüzde 99 güven aralığında, kalitesiz kumaştan, bir yerinden pörtleyen kazaktan, yırtılan pantolon ve ayakkabılardan, bozulan aygutlardan; kırılan eşyalardan kurtulamıyorsun. lan bizim 20 senelik emektar eşyalar bile sizin gibi değil. 20 senelik buzdolabını değiştirmek için, "yeter artık bozul" diyerek annemin buzdolabını tekmelediğini hatırlarım. yine de bozulmamıştı o buzdolabı. şimdikilere kötü söz söylesen bile 2 güne pert olur.

  • iki yüzlü sözlük yazarlarının alt tarafı oyuncunun birisinin sözleri diyecekleri açıklama.

    bu adam islama laf etse işte medeniyet bir başka diyerek alkışlayacaklarken islamı savununca kötü olacak.

  • kalktım allah, indir beni
    nur içine uçur beni
    can bedenden çıkmadıkça
    imanla ulaştır beni

    taktım kemerimi, oturdum koltuğuma
    hostesler şahit olsun dinime imanıma

    yedi melek sağıma, yedi melek soluma
    bismillah diyerek, süzülürüm fezada
    duamı ederek, indim havalimanına
    hostesler şahit olsun dinime imanıma

  • yasaklanır - 13.5
    yasaklanmaz - 1.65
    peşkeş çekilir - 1.15

    bu hafta sürpriz arayanlar için "yasaklanır" oranı son derece iyi. sürpriz sevmeyen arkadaşlar için "yasaklanmaz" güzel bir alternatif. 1.15 oranı ile "peşkeş çekilir" ise banko kuponlarda yerini alabilir.

  • louisa may alcott’un klasik romanının yeni greta gerwig uyarlaması, kitapların filmler ile nasıl daha iyiye değiştirilebileceğinin harika bir örneği. alcott’un romanı ilk olarak 1868 ve 1869'da iki cilt halinde yayınlandı, ilk cilt march kız kardeşlerini (jo, mary, beth ve amy) çocuklukları boyunca takip eder, ikinci cilt ise aynı karakterleri yetişkinliklerinde yakalar.

    greta gerwig, hikayeyi iki parçada sunmak yerine film boyunca geçmişi ve bugünü iç içe geçirir, karakterleri hayatlarının iki farklı döneminde karşılaştırır. bunun sonucunda ise muazzam gerçeklikte ve duygusallıkta bir hikaye anlatımıyla karşılaşırız. çocukluğun naifliği ve sonsuz olanakları ile yetişkinliğin sert gerçeklerinin ne kadar farklı olduğunu izleriz.

    filmin kitaptan farklılaştığı noktalar sadece yapısal değişikliklerle sınırlı kalmamış; yönetmenin filmin sonuyla ilgili de radikal bir değişiklik yapıp ana karakter jo march için alternatif bir yol sunduğunu görürüz.

    alcott’un kitabının sayfalarının çoğunda ana karakter jo march sürekli olarak nasıl asla evlenmek ve çocuk sahibi olmak istemediğinden bahseder ancak hikayenin sonunda profesör bhaer ile evlenir ve çocukları olur.

    gerwig'in filminde, jo tıpkı kitapta olduğu gibi profesör bhaer'a aşık olacak gibi görünür, ancak film tam o anda jo'yu bu sonu kitabı basacak yayıncıya önerirken gösterir – yayıncı bu yeni son ile birlikte artık kitabı basmayı kabul eder. yayıncı, ana kahramanının evli ve çocuklu olmadan hikayenin sona ermesi fikrine karşı çıkar ve jo'dan bunu değiştirmesini ister. jo da kitabın kârının daha büyük bir yüzdesi karşılığında bu sonu kabul eder.

    böylece gerwig’in filminde her şeye sahip olunur: jo march karakteri filmi evlenmemiş ve çocuksuz bitirir, ancak romanını mutlu bir şekilde yayınlar ve kitabında kendine dayandırdığı karakteri evli ve çocuklu bir sona sahip olur ve böylece kitabı çok satar.

    filmin sonu da kitabın sinematik uyarlanmasının mükemmel bir örneğidir: final sahnesinde jo’nun yeni okulunda ailenin toplandığını görürüz, ancak dikkatli bakıldığında bu sahnenin filmde geçmiş sahnelerinde kullanılan sıcak renklerde olduğunu fark ederiz. bu, bize filmin gerçek son sahnesinin aslında jo march’in romanını basılırken izlemesi olduğunu gösterir; yönetmenin kitabı uyarlamadaki başarısının başka bir örneğine tanıklık ederiz.

    ve gerwig’in yarattığı bu son, kitabın yazarı alcott'un en başından beri istediği son olabilir. gerwig bir röportajında louisa may alcott'u araştırırken kitabın sonunda evlenen ve çocuk sahibi olan jo march'ın aksine, louisa may alcott’un hiç evlenmediğini ve çocuğunun olmadığını, yazarın kitabının basılması için jo'nun evlenmesine ve çocuk sahibi olması gerektiğine ikna olduğunu ancak temelde kitabının kahramanı için bu sonu asla istemediğini öğrenmiş ve alcott'a istediği little women sonunu 150 sene sonra vermek istemiş.

    bunun dışında greta gerwig’in vizyonu ve yönlendirmesini senaryo detaylarında yakalamaya devam ederiz. kadınların temsil ettiği tüm mücadelelerin yansıtılışını jo march’ın gözünden ama march kardeşlerin dördüne de odaklanarak, dört farklı kadına kendi bakış açılarını vererek herkesin kendinden bir şey bulabileceği bir hikaye sunulur. bir 19. yüzyıl hikayesinde modern, akıcı ve doğal diyaloglar ile kadınların günümüzde de sürekli hissettiği çelişkileri izleriz.

    filmdeki sahnelerden birinde jo'nun konusu yeterince önemli olmadığı için little women’ı yazmakla ilgili şüpheye düştüğünü görürüz. kardeşi amy ile kısa bir tartışmaya girerler, amy bir şeyin başkaları tarafından nasıl karşılandığının değil içeriğinin ve ne anlattığının önemli olduğunu söyler. günümüzdeki 'kadın' filmlerinin nasıl sırf kadınlarla ilgili olduğu için küçültülüp erkekler tarafınadan önemsenmediğine dair net bir alt metindir bu, greta gerwig'in bu sahnede kendi hayatında düştüğü şüphe ve hayal kırıklıklarını verdiğini derinden hissederiz.

    film, alışık olduğumuzun dışında çok yönlü feminist mesajlar vererek bu anlamda daha önce karşılaştığımız tek düzeliğin dışına çıkar. jo karakteri kadının evliliksiz de var olabileceğini vurgularken, amy karakteri kadının bu konuya ekonomik açıdan yaklaşıp evlenme kararı alabileceğini, meg karakteri ise evlilik ve aile istemenin kötü bir şey olmadığını bizlere anlatır, her kadının gitmek isteyeceği yolun farklı olabileceğini ve günün sonunda hepsinin doğru yollar olabileceğini görürüz. feminizmin bütün yönleriyle ortaya konulması gibi örneğine az rastlanan ve herkesin kendinden bir parça bulmasını sağlayan önemli bir sinematik detaydır bu.

    yönetmenin vizyonunu ortaya koymada oyuncuların olağanüstü performanslarının etkisi yadsınamaz. saoirse ronan, neden jenerasyonumuzun en iyi oyuncusu olduğunu bir kez daha kanıtlar nitelikte bir performans sergilemiş. jo march'in tutkusu, toplum beklentilerine karşı öfkesi, kendi yolunu çizmek istemedeki arzusunu izlemeyi günümüzde bile ilham verici hale getirmiş.

    florence pugh ise amy march gibi çok kolay bir şekilde klişe, tek boyutlu, sinir bozucu birine dönüşebilecek karakterini kompleks, gelişen ve olgun olarak çok başarılı bir şekilde canlandırmış. iki oyuncunun da hak ettikleri gibi oscar'a aday edilmeleri beni mutlu etti.

  • türkiye'de olmasa da ekşi sözlükte azınlık olmaktır. herkes akça pakça amk!

  • dünden beri hayranlıkla izliyorum. arama kurtarma ekiplerinin 8 saatte yapacağı işi 1 saate düşüren yöntem. balyoz, hilti allah ne verdiyse giriştikleri halde 1 saatte sadece 1 metre ilerleyebilen ekipler, madenciler sayesinde saatte 7-8 metre derine ulaşmış. harika bir kriz yönetimi.

    şöyle bir şey: görsel

    tüm madencilerimiz sağ olsun. siz ekip gönderene kadar onlar çekti aldı. yine o tomalarla saldırıp üstüne bastığınız işçiler yetişti imdadımıza. siz de diyanet'i fonlayın! beslediğiniz bakanlık cenazemize bile gelmedi. allah'ın huzuruna çıkacağını düşünen biri bunları nasıl içine sindirebilir? aklım almıyor. siz gerçekten şizofrenisiniz, bahsettiğiniz dini yaşamayıp camiileri kıraathane gibi vaaz vermek için kullanıyorsunuz. icraat, iman, ihlas sıfır ne yazık ki... gözümüzün içine baka baka bizimle alay ediyorsunuz! garibanın ekmeğine kan doğradığınız yetmiyor, bir de pişkin pişkin 'yağma yok yalan var' diyebiliyorsunuz.
    yetmiyor, yaprak yapsan'ı provokasyonla suçluyorsunuz. aynı senaryoyu 99'da yaşamamış olsak inanacağız.

    böyle bir felakette hiç kimse "kolumuzu arabanın kapısından çıkarmaya korkuyoruz, bunlar yüzük için kolumuzu kesecekler" diye yalan söylemez. siz ve trolleriniz çok rahat yalan söyleyebildiğiniz için ve de işin içinden çıkamayınca iftira ile üste çıkma siyasetine sığındığınız için artık vicdansızlığınızdan tiksiniyoruz. ölüyoruz, toprağın altından koku geliyor, size yine yetmiyor. neymiş? enkazların temizlenmesi gerekiyormuş. siz önce şunun hesabını verin(kendinize) bir afet bölgesine 3 gün sonra ekip yollamak ne demek? bunu kendinize nasıl açıklıyorsunuz? hani sosyal devlettik? bunu çok merak ediyorum. azıcık kamera gördü mü köşe kapmaca oynayacak, üzerinde gocuk dahi olmayan çocukları kendinize siper edecek kadar aciz ve merhametsizsiniz.

    bu kadarı artık kendi canına düşmanlık. dilerim ileride çocuklarınızın bile yüzüne bakamaz hale gelirsiniz bunu çok kalpten istiyorum.