hesabın var mı? giriş yap

  • muazzam derece yoğun ve dengesiz enerjinin, inanılmaz hızla yol almasından alır.
    o yüzden atom bombaları yerde değil havada (ama yere yakın) patlatılır.
    hiroşimaya atılan atom bombası, uzun araştırmalar sonucunda; halkın en fazla dışarda olduğu saatte, çarşı (merkeze) yakın ve yerden birkaç metre yukarıda patlatılmıştır. (2000 feet)
    yerden yukarda patlatılma sebebi yere çarpan muazzam güç dalgasının ayna etkisi yaparak tekrar dağılması ve adeta iki kez çarpması içindir.
    patlamadan çook kısa bir süre içinde sıcaklık 3000 dereceye kadar çıkar ve bu inanılmaz sıcaklık muazzam bir hızla yayılır.
    demirin erime derecesinden bile yüksek olan bu sıcaklık, geçtiği her yeri yok eder.

    yıkıcı güç burdan gelir.

    kısa vadeli güçten sonra ortaya çıkan tablo da en az ilki kadar fenadır.
    zira, açığa çıkan gama ışınları ve beta parçacıkları da radyasyon yayar. bombanın anlık yakamadığı kadar uzaktaki canlıların dna'larında oynamalar olur. bildiğim kadarıyla bu yayılma alanı 1500km kadardır.

    edit. ekleme: madem bilgi veriyoruz, tam yapalım, birkaç sene önce burda sözlükte okumuştum, aklıma geldi.. şu entry çok bilgilendirici: (bkz: #58071398)

    ikinci edit: magule180 ekledi: yıkıcı etkinin tamamı aslında ilk için sıcaklıktan değil o sıcaklığın havayı itmesi ile oluşan basınç dalgasından kaynaklanır. ondan sonrada itilen havanın yeri boş kaldığı için etraftaki hava geri oraya dolunca ikinci bir basınç oluşturur.

  • obsesif bozukluk kişinin aklından geçen saçma sapan düşünceler, kompülsif bozukluk da bu düşüncelerin getirilerinden kurtulmak için akabinde yapılanlar efenim. ben yaşadım, biliyorum, o bakımdan. birkaç örnekle konuyu açıklayacağım şimdi sizlere. başlıyorum.

    ***

    ben sorunlu bir evlat idim. evliya sabırlı bir de annem vardı. hikayeledim burada fakat hala var. ama artık ben sorunlu değilim. neden? çünkü çözdüm ben olayı.

    ***

    şimdi en başlarda aklımdan şu şekil düşünceler geçiveriyordu. hakim olamıyordum kendime.
    "eğer annemi yatmadan kırk bir kere öpmezsem annem bu gece ölecek."

    yani bu derece ciddi bi şey geçiriyorsunuz aklınızdan, hem de kontrolünüz dışında geçiveriyor böyle. gidip paşa paşa öpüyordum. sonra rutine bağladım tabii. her gece yatmadan önce annem ölmesin diye gidip kırk bir kere öpüyordum annemi. çoğu kez abim dövüyordu öpücük törenini müteakiben; halbüse anlatsam anlamazdı ki, ben orada annemi kurtarıyordum sadece.

    böyle oya yapar olurdu, parmağına doladığı ipi çözerken "ay lanet evlat, deli midir manyak mıdır bıktım senden..." der, bazı bazı ağlardı. cefalı annem benim... neyse.

    bi sene filan öptüm heralde.

    muhabbet kuşu ölmesin diye her elime aldığımda üç kere göğsünden, üç kere gagasından öper, üç kere de sol kanadını açıp kapardım.

    babamı da yedi kere öpme kararı aldım sonra. de babam sinirli insandır laf aramızda. yedi mi, hayır. sonra onu öpmekten doğal koşullar sebebi ile vazgeçtim.

    hepsi için toptan güzel bir şey yapmaya karar verdim sonra sonra, her gece mutfak lambasını yedi kere açıp kaparsam ailecek kurtulacaktık. babam fark etti bunu da, her gece malum saatte gelip mutfağa oturmaya başladı. "patlatacaksın ampulü eşşolunun." diye kovaladı sonra bi gün. ben ne yaptım, alarmı kurup gece kalkıp yakıp söndürmeye başladım. böylece babamı atlatmış oluyordum.

    bunlar işin geyik tarafı tabii. her terliği sola çevirme, nefesini tutup bildiğin duaları okuma (morarabilir kişi bunu yaparken) ve gitgide bana fizyolojik olarak da zarar veren benzeri davranışlarım artınca...

    bir gün dedim ki;

    "lan eğer bir daha böyle yapmaya devam edersem, ailecek yarına çıkamayalım."

    o gün bu gündür yapmam hiç öyle. valla bu şekilde kurtuldum. tavsiye ederim.

  • sene 1996 dönemi. yaş 10. ana-oğul beraber yaşıyoruz annem de beşiktaş'ta beyaz gıda adında markette çalışıyor o zamanlar. sefilleri oynuyoruz desek yeridir sanırım.

    okullar kapandı yaz dönemi. herkese karne hediyeleri geliyor sanırsın noel akşamı birader. kimine bisiklet kimine krampon kimine marangozda özel yapım uçurtma.

    tabi annem beni hep yokluğu alıştırarak büyüttüğü için canım ne zaman bir şey istese param yok derdi bu duruma zamanla alışınca yanımda dondurmada yalasalar gıkımı çıkaramazdım.

    bir de o zamanlar mahalle kültürü var herkes herkesi tanır kim kimin çocuğu hangi dersleri zayıf bilirlerdi. bak bu hep ideal evlat ruşen amcanın oğlu sedat kavramı o zamanlar hortladı zaten.

    neyse efendim 8 kişilik arkadaş grubumuz var içlerinde bisikleti ve kramponu olmayan bir ben varım. zaten o dönemin zengin çocuğu kavramı da şu; bisikleti, saati, tv'ye takmalı atarisi ve kramponu olan çocuk. riçi riç gibi pezevenk.

    aradan iki gün geçti bizimkiler kireçburnuna bisiklet gezisine gittiler tabi ben piç gibi kalakaldım ortada. akşama döndü bunlar bu seferde maça gidiyorlar top sahasına adamlar 40 yıllık mahalle maçına kural koymuşlar kramponu olmayan gelmeyecekmiş. fifa hakemi kesildiler başımıza mına goduklarım.

    kemal diye çok samimi arkadaşım vardı babası buna krampon almış nike'ın. herif sattı beni giderken de sen gelmiyor musun diye dalga geçti resmen. ben de ezikliğe yatmamak için diyorum ki "yok oğlum evi temizlicem yemek yapıcam. annem yorgun aç açına geliyor işten." vah benim eziğim.

    he şunu da belirteyim daha okula bile başlamadan bizim ailede derli toplu olma eğitimi verilirdi. ondan bu düzen. bir de çalışan anne olunca kendi ihtiyacını gidermeye mecbur kalıyorsun şartlar zorluyor. kendi ayaklarımın üzerinde durma kabiliyetim o yoksulluktan miras şimdi.

    ben de isterdim top koşturup eve girince "annee yemek hazır mı annee su ver suu" demeyi, diyemedim ya la.

    her neyse bunlar maça gitti arkadaş döndüm evi cillop gibi sildim süpürdüm makarna ile hazır çorba da yaptım. sonra balkonda başladım ağlamaya. nasıl içerlendiysem artık. bizim komşumuz vardı hemen yan binada sürekli balkonda otururdu ayşe teyze. beni de torunundan ayırt etmezdi şimdi yukarıda allah var. arada cebime harçlık koyardı.

    benim ağlamaları mı duymuş sen git üstünü giyin zili çaldı fermuar aşağıya gel diye. elimden tuttuğu gibi ayakkabı dükkanına. dükkan sahibinede babası bunun hayırsızın teki oğlum anası çalışıyor gariban biraz indirim yaparsan ayakkabı alıcam dedi. adam da nur yüzlüydü nasıl olsun demez mi?

    lan öldüm öleceğim o an kalbim yuvadan çıkacak tabi krampon diye çoşkuyla bağırıverdim. dişlilerden lescon marka aldık. 3.5 milyon tl idi 3 taksit yaptırdı ayşe teyze parayı kendi ödedi.

    akşam oldu tabi bu ipneler maçtan topluca dönüyor. şortumun altına dizlerime kadar spor çorabını çekip pırıl pırıl göz kamaştıran kramponlarımı giymiş karşılarına dizilmiştim.

    herkesin gözü ayaklarımda kimisi altını kaldır oğlum uvv dişlere bak diye yalanıyor. o gün ellerinden topu alıp iki sektireyim dedim onda da kabileyetsizim ya yine rezil olduydum bayağa güldülerdi. ama içimin yağları erimiş varsın olsun o günden sonra mahalle maçlarının adamı olmuştum ya la.

    yalnız içimde ukte kalan bisiklet hikayesi vardır ki onu da başka zamana artık.

    4 yıl sonra gelen edit: ayşe teyze 2 yıl önce vefat etmiş. mekanı cennet olsun. annem dün tarabya'da kızını görmüş o söylemiş. içimde bir şeyler cız etti. hayat kısa kuşlar uçuyor.

  • sarkis çerkezoğlu'nun, metis'in siyahbeyaz serisinden çıkan "hatırlıyorum" adlı kitapta anlattığı enfes hikaye. yakın tarihin özeti bir nevi:

    üç arkadaş var. bu üç arkadaş bir yaz günü yaya olarak yolculuk yapmak zorunda kalıyorlar. biri türk, biri kürt, diğeri de ermeni. ama ermeni olan aynı zamanda papaz. sıcak, bir süre sonra yolda susuyorlar. etrafta su yok. bağların olgun zamanı. "iki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın," diye bir bağa giriyorlar. bağın sahibi bir türk ama onu görememişler. "kaç paraysa veririz," diyerek yemeye başlamışlar. bu sırada bağın sahibi gelmiş. bakmış üç kişi üzümünü yiyor. fena bozulmuş ama üç kişiyle de başa çıkamayacağını düşünmüş. birine bakmış, kıyafetinden ermeni ve papaz olduğu belli. diğerine bakmış, konuşmasından kürt olduğunu anlamış. üçüncüsü de türk.
    dönmüş ermeni'ye, "bak bu adam türk, yesin malımı. benim kanımdandır. helali hoş olsun. bu da kürt'tür ama din kardeşimdir. sen niye yiyorsun benim üzümümü?" demiş. bu laf, üzerlerine sorumluluk yüklenmeyen türk ve kürt'ün hoşuna gitmiş. adam, papazı bir güzel dövmüş. kıpırdayacak hal bırakmamış, yere uzatmış. bağ sahibi biraz sonra kürt'e dönmüş. "müslüman'sın da niye sahipsiz bağa giriyorsun. bu adam benim kanımdan yediyse afiyet olsun, çünkü o türk'tür. kardeşimdir," diyerek bir güzel onu da dövmüş ve yere uzatmış. bu durum türk'ün hoşuna gitmiş. biraz sonra türk'e dönmüş ve "tamam anladık türk'sün, aynı kandanız, aynı dindeniz ama sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi?" diyerek türk'e de vurmaya başlamış. türk yumrukla yere yuvarlanınca kürt'e dönmüş ve "biz," demiş "papazı dövdürmeyecektik".

  • başlığı görünce, korkak bir göçmen örneği olarak annemin babaannesinden bahsetmeyi borç bildim.

    makedonya'da biri dokuz yaşında, diğeri bebek iki küçük çocuğuyla, savaşmaya giden kocasını beklemektedir. aniden silahlı sırpların yaklaştığı haberi gelir. sadece çocuklarını yanına alarak, ki birini de yolda kaybeder sonrasında, kaçarak tekirdağ'a ulaşır. varlıklı bir ailenin kızı olarak büyümüş bu kadın, hayatta kalmak için hastanelerde hademelik yapar dilini anlamadığı insanların arasında. makedon olduğu halde osmanlı topraklarına vatan deyip savunan kocasının tekrar onu bulması yıllar sürer.

    sevdiklerini hayatta tutmak için annesini, babasını, kardeşlerini, dostlarını, malını mülkünü geride bırakıp bilinmeze doğru gitmek buralarda atıp sıkmaya benzemez.

    debe editi: kültürel çeşitlilik bir ülke için büyük zenginlik. keşke kirli politikalara malzeme edilmese.

  • otopsinin "vücudu kurcalamak" olduğunu sananları göstermiştir.
    yiğidim aslanım, otopsi sadece neden ölmüşü değil, nasıl ölmüşü ve daha bir çok "şey"in incelemesidir, mermi çekirdeğinin giriş açısından tut, maktul'ün ölüm saatine kadar herşey gizlenmeye/saklanmaya çalışılan "şey"leri ortaya çıkarır.

    senin anlamadığın o kadar "şey" var ki, köpekli, katilli cümle kurabildiğin için biz seni şanslı kabul ediyor, yanağından bir makas alıyoruz.

    not: buralarda "vurularak öldürüldüğü kesin, neyin otopsisi anlamadığım olay, zehirlediler mi ona mı bakacaklar, katil köpekler bırı dımtıs" yazan bir şeyler var idi.imdu yürek yırtulur.

  • okula girişte kılıf kıyafet kontrolü yapılmaktadır. arkadaşım halı saha ayakkabısı giymiştir ama arkama saklanarak gizli gizli girmeye çalışmaktadır.

    müdür: gördüm seni maradona. gel buraya.

  • istismar, eziyet , hürriyetten alı koyma ve içinde daha nice suçları barındıran video

    bunu yapan vicdansız o. çocukları sıradan bir hakimin tck ya göre basit bir matematik hesabıyla bile gün yüzü göremezler normalde

    ancak mahkemede takım elbisenin iyi hal olduğu ülkemde, muhtemelen az bir ceza ile yırtacaklar.

    yazık... ülkede ki adalet mekanizması suça teşvik sistemi haline gelmiş

    edit:çok mesaj geldi işkence değilmiş doğrusu eziyetmiş.

    işkence etmek için de kpss ye girme şartı aranıyormuş.
    kamu görevlisi işkence yapabilirmiş.

    bunun dışında yapılan fiziksel ya da psikolojik şiddet eziyete giriyormuş.

  • cizgi roman literaturunde ilk olarak marvel comics tarafindan geli$tirilmi$ uretim teknigi.. marvel bu teknigi geli$tirmeden evvel cizgi roman $irketleri her cizgi roman icin full script yazip, karelere bolup, hatta konu$ma balonlarini yerle$tirip gerisini cizerlere birakiyormu$.. buyuk sayidaki ekiplerde bu mecburi oluyormu$..

    fakat stan lee'nin ufak bir ekibi oldugundan ve cogu metni kendisi yazmasi gerektiginden sadece oykuyu cizere anlatmakla yetiniyor ve cizerin yerle$tirdigi konu$ma balonlarini dolduruyormu$.. bu teknik cizerin kendi artistik baki$ acisini ve kendi yaraticiligini sunmasina izin verdiginden ortaya cok daha guzel eserler cikmasina yol acmi$.. (bkz: splash page)

    (bkz: marvel five fabolous decades)