hesabın var mı? giriş yap

  • barmen (şeytan tüyü olan bir kenar mahalle delikanlısı)
    kadın (rock bar müdavimi tikky, değişik bir hanım)

    barmen: (yüksek sesle ama ölçülü) bu gece bize gelsene?

    kadın: ay ben salak mıyım size geleceğim?

    barmen: ben her gece bize gidiyorum, salak mıyım ben şimdi?

  • başlığın asıl hali "kyk kız öğrenci yurtlarında kalan öğrencilerin 112 acil servis ambulanslarını gereksiz şekilde meşgul etmesi" olmalıydı ama karakter sınırından dolayı olmuyor tabi.

    bu başlığı 112 acil serviste görev yapan ve defalarca kyk kız yurtlarından bildirilen vakalara ambulans ile gitmek durumunda kalmış bir doktor arkadaşımdan dinlediğim olaylar neticesinde açtım. kendisinin bu şekilde bir talebi olmadı, benle dertleşmek için paylaşmıştı fakat dediğine göre hemen hemen her şehrimizde de benzer durumlar varmış.

    konuyu çok uzatmak istemiyorum, özet olarak aslında hiç bir sağlık problemi olmamasına rağmen tamamen eften püften sebeplerle ve çoğunlukla sadece "drama queen" olmaktan dolayı, ilgi çekmek için baygınlık ve sinir krizi geçirme numaraları ile 112 acil servisten ambulans talep edilmesi olayları çok sık yaşanmaktaymış. öyle ki çoğu zaman ambulans geldikten sonra ambulansa geçince hastaneye gitmesekte olur, biraz duralım sonra geri yurda çıkayım diyenlerin falan haddi hesabı yokmuş. ekseriyetle sevgilimden ayrıldım, çok kötüyüm vs. gibi şeylerle etraftan ilgi çekmek, arkadaşlarına şov yapmak için ambulans çağıran bu sözde üniversite öğrencisi, özde zır cahil tipler yüzünden gerçekten bu ambulans hizmetine o an hayati şekilde ihtiyacı olup bu hizmete erişemeyen insanlar olabilir.

    bu arada kızları itham ediyorsun, kadın düşmanı falan diyeceklere baştan söyleyeyim. erkek yurtlarında ambulans talep edilen vakaların neredeyse hepsi gerçekten acil müdahale gerektiren durumlar oluyormuş. bu da bir dip not. bu ciddi bir konu, kimseyi yermek için falan bu başlığı açmadım.

  • sultan abdülaziz tarafından 1863 yılında kendilerine verilen sultan fotoğrafçıları unvanını padişah tuğrası ile birlikte kabin ve kartvizit boy fotoğraf kartlarının arka yüzünde osmanlıca (ressam-ı hazret-i şehriyar-i) ve fransızca (photographes de sa majeste imperiale le sultan*) olarak ikinci abdülhamit döneminde unvanlarının 12 yıl boyunca ellerinden alındığı zaman dilimi hariç, 1900 yılında stüdyolarının kepengini indirip her şeylerini bir başka başarılı osmanlı fotoğraf stüdyosu olan sebah and joaillier’e satana dek gururla sergileyen kardeşler.

    abdülaziz’den sultan fotoğrafçısı unvanını almalarının hikayesi şudur:

    sultan, 1860’lı yılların başında pera’da bir stüdyo sahibi olan dérain isimli bir fransız fotoğrafçıya portresini çektiriyor ancak çekilen resimden pek hoşnut kalmıyor. bunun üzerine sadrazam keçecizade fuat paşa, sultan’a alanlarında yeni yeni sivrilmeye başlayan abdullah biraderler’i tavsiye ediyor ve sultan bu tavsiyeye uyarak 1863 yılında viçen, hovsep ve kevork kardeşleri izmit’teki av köşküne davet edip orada bir portresini çektiriyor. çıkan sonuçtan bir hayli memnun kalan padişah “yüzüm ve asıl görüntüm, abdullah biraderler’in çektiği fotoğraftaki gibidir. emrediyorum, bundan böyle yalnızca onların çektiği fotoğraflarım resmi fotoğraf olarak tanınsın ve böyle kabul edilerek her tarafa dağıtılsın.” diyerek beğenisini dile getirdikten kısa bir zaman sonra kardeşleri “ressam-ı hazret-i şehriyar-i” rütbesiyle şereflendirerek yükseliş dönemlerinin fitilini ateşlemiş oluyor.

    şimdi gelelim unvanın elden gidişine...

    1870’li yılların başında istanbul’a gelen rus dükü nicola, taşı toprağı altın istanbul’a ayak basan çoğu yabancı gibi soluğu pera’da, abdullah biraderler’in stüdyosunda alarak bir fotoğraf çektirmiş ve abdülaziz gibi çıkan sonuçtan o da oldukça etkilenerek bu sanatçı kardeşlere karşı saygı ve muhabbet beslemişti.

    bu tanışıklıktan birkaç sene sonra başlayan ve osmanlı tarafı için oldukça hazin geçen 93 harbi (1877-78), rus ordusunun 26 şubat 1878 tarihinde san stefano’ya*, bugünkü adıyla yeşilköy’e kadar gelmesi gibi bir hüsrana sahne olmuştu. o sıralar yeşilköy’de arakel dadyan bey’in konağında kalmakta olan dük nicola, abdullahlardan kevork’u yanına çağırttırarak o gün konakta kendisiyle birlikte olan ve içlerinde rus ordusunun önemli generalleri de bulunan 107 kişilik bir grubun fotoğrafını çektirdi.

    kevork abdullah, toplu fotoğraf faslı bitince dük nicola ve generallerle koyu bir muhabbete giriştikten sonra generalleri kendi evine yemeğe davet etmek gibi bir hataya düştü ve çok geçmeden bu haber bir jurnalle yıldız’a uçtu. abdülhamit kulağına gelen bu havadisten sonra abdullah biraderler’den padişah tuğrasını ve sultan fotoğrafçısı unvanını tabelalarında ve fotoğraf kartlarında kullanma haklarını 1890 yılına kadar geri vermemek üzere geri aldı.

    bu gelişme dönem itibariyle ünü avrupa’ya kadar yayılmış, yerli ve yabancı basında kendilerinden takdirle bahsedilen ve osmanlı’da fotoğraf denince ilk akla gelen isim olan abdullah biraderler’in işlerine ne kadar zarar vermiştir bilemiyorum; ancak bir prestij kaybına uğradıkları muhakkak.

    hepsi ve daha fazlası için engin özendes’in kendileri hakkındaki kitabını şiddetle tavsiye ediyorum.

  • kayınçosu cem yılmaz sahneye eşofmanla çıkınca neden kovmadığını merak ettiğim kişi. cem yılmaz'ın 19 yaşındaki bir çocuktan ne gibi bir üstünlüğü varmış ki sahnede eşofman giyebilme hakkına sahip olabiliyormuş acaba, anlatsın da dinleyelim.

    edit: geç gelen imla

  • milli olduğunuz kızın özelliklerini yazın
    1.ben başlıyorum;

    adı : beyza
    yaş: 17
    boy : 1.73
    kilo: 51

    edit: oha allahsız huur çocukları benim kızı gibmeyen kalmamış. yeter
    (kuzeey tekinoglu ?, 02.12.2012 16:44 ~ 08.12.2012 21:37

    2.adı : beyza
    yaş: 17
    boy : 1.73
    kilo: 51
    (peki neden ?, 02.12.2012 16:45)

    3.adı : beyza
    yaş: 17
    boy : 1.73
    kilo: 51
    (giyaseddin mussolini ?, 02.12.2012 16:45

    25 sayfa böyle gidiyor. ne adamlar yahu :)))

  • herkes koçun karaktersizlik yaptığını yazmış ama bence adam aksine sırf karakter sahibi olduğu için gidiyor. ulan bu kulübün eski başkanı daha bir iki hafta önce sanki basketbol şubesinin hali hazırda koçu yokmuş gibi "şubeyi bana verin yarın obradoviç'i getireyim" dedi aq. ali koç da bunun üstüne "ya kardeş bizim zaten dünya çapında bir koçumuz var sen ne diyorsun" diyeceğine, "teklifinin detaylarını anlat konuşalım" dedi. bu başlı başına bir rezalettir. taraftar zaten obra partizan'la imzalayana kadar her gün kokoşkov'u gönderip obra'yı alalım diye kampanya yapıyordu. şimdi soruyorum, bu adam kıymetinin bilinmediği bir ortamda niye kalsın? kokoşkov öyle hakkında rahatça atılıp tutulabilecek bir koç değil. adam avrupa şampiyonu. üstelik nba tarihinin ilk ve tek avrupalı head-coach'u. birilerinin dediği gibi uyduruk bir asistan pozisyonu buldu diye takımı bırakmıyor yani. koç zaten fenerbahçe'ye nba'deki benzer bir pozisyonu bırakıp geldi. amacı kendini bir kez de euroleague'de ispatlayıp, nba'de tekrar head-coach olmaktı. yani bu adam bu sene fenerbahçe'de amacını gerçekleştirebilecek güzel bir kadro kurmuşken, asistan olarak nba'e gitmek istiyorsa anlayın ki kendisine yapılan saygısızlıklardan bıkmıştır. üstelik yarın kokoşkov değil başka bir koçumuz olsa onun da başına aynı şeyler gelecek muhtemelen. obra travması kulübü yiyip bitiriyor. acilen bu psikolojiden çıkmak lazım. obra gitti işte, kulübe geri dönmeyecek. bari yeni gelenlere huzur verin artık.

  • salona geldiğinizde gözleriniz sehpanın üzerindeki kasede kalan birkaç antep fıstığına ilişir ya. içinizde filizlenen umut tohumlarıyla kasenin içinde kalan birkaç antep fıstığına hamle yaparsınız. elinize fıstıklarla birlikte garip bir ıslaklık gelir de avucunuzdaki fıstıklara baktığınızda anlarsınız işte o an. o nemli fıstıklar; babanın ağzına atıp kıramadığı, umutları başka bir bahara bırakan, hiçbir yerinden açık vermeyen salyalı fıstıklardır. o an herşeyden vazgeçip en azından kasedeki beyaz leblelebileri gömüp, durumu kayıpsız atlatmak adına ağzınızda oluşacak kuruluğu dahi göze alırsınız lakin baba kişisi geriye hiçbir yemiş bırakmamıştır.

    beyler :(

    (bkz: hayata dair iç burkan detaylar)
    (bkz: umut sarıkaya tipi mutsuzluk tanımları)