hesabın var mı? giriş yap

  • oynadığı 8 yıllık dönemde kadıkoy'de oynadığımız yaklaşık 140 maçta fenerbahçe yalnızca 5 mağlubiyet almıştır. bu mağlubiyetler de 2-0'dan 3-2 kaybettiğimiz bursa maçı ve 3-4'lük beşiktaş maçı gibi, alex'in efsane oynadığı efsanevi maçlardır, geri kalanlar da şampiyonluğu garantilediğimiz maçlardır. bu dönemde bir de aghahowa'lı kayserispor'a 4-1 yenilmiştik kadıkoy'de, şimdi araştırdım o maçta da alex oynamamış :)

    ve yıllarca bize ayak bağı olduktan sonra, nihayet alex gittikten sonraki sürece baktığımızda fenerbahçe, kadıköy'de oynadığı son 7 lig maçında 3 mağlubiyet 1 beraberlik almış. özetle :

    (bkz: nasıl koydu aykut kocaman)

  • hep gülesim geliyor lan... böyle o normal hallerini, o kayseri pastırması-erzincan tulumu-cağ kebabı-misis ayranı-adana şalgamı tadındaki konuşmalarını duyduğum "anneminen babamın" arkadaşlarımla tanışırken kibarlaşmasını, adeta bakingım sarayından yıllık izne çıkmış iki asilzade moduna geçmelerini gördükçe hep gülesim geliyor. aslında bu tavır, sanırım biraz evlada duyulan sevginin, biraz da tanışılan çocuğun ailesine "anne babası da çok kibar insanlar" şeklinde bir mesaj gönderme kaygısının sonucu. bir açıdan şaşırmamak gerek belki de: sonuçta yeni tanışılan insanlarla, hepimiz böyle bir "resmi" eda ile konuşuyoruz. mamafih, anne-babada bu "resmi" eda daha bi' komik duruyor gibi. yakından bakalım:

    aile içi yaşamdan gündelik bir kesit:

    - anne halı saha maçına gidecem, formam nerde?

    - cehennemin dibinde... yeteri bilirseniz yeterin galan. her işe ben koşuyorum, usandım be...

    - baba bende bozuk yok ya...para verir misin maç için?

    - anne hizmetçi, baba uşak.. yiyin pezevenkler yiyin...

    ***

    anne babanın arkadaşla tanışma seramonisinden bir kesit:

    - anne bakın bu enver...

    - merhaba enver, nasılsın canım? annenler nasıl? bizim canip hep bahsederdi senden, tanışmak bugüne kısmetmiş... ne içersin enverciğim? pastayla çay güzel olur diye düşündüm ama?

    - baba, enver'ler de beşiktaşlı ailece...

    - ooo demek öyle enver'ciğim? muazzam bir duygu olsa gerek...

    ***

    tamam, bu "muazzam bir duygu olsa gerek" kısmını salladım... ama anlayın işte, bunun gibi böyle gündelik hayatta size söylendiğine pek şahit olmadığınız kibarlık şahikası şeyler... ne bileyim lan, bana komik geliyor valla...

  • dul kadınlara vericek olan ve yasalaşma aşamasındaki maaşın istisnasıdır. yani diyor ki kocan öldü ve sen evinde efendi gibi oturuyorsan sana 250 tl aylık maaş. (250 tl iyi para valla çok bile)

    eğer ki eşi ölen (dul) kadın evli olmasa bile bir erkekle birlikte görülüyor, erkekle ilişkisi olduğu tespit ediliyorsa bu maaş kesilecektir. yani burada da diyor ki eşin öldü maaşı aldın ama bir erkekle ilişkin varsa hemen ona karşı muhtaç duruma düş. eğer bir erkekle ilişkin varsa o sana zaten bakar, hemen sana bağladığım bu muhteşem maaşı keseyim, sen erkeğinin eline bak. çünkü sen kadınsın ve yanında erkeğin varsa özgürlüğün artık onun elindedir ve onun kölesisindir.

    bu yasayı kim oturup düşünüp bu hale getirdiyse allahı ona dul kadın olmayı nasip etsin amin.

  • okul bahçesinde bir gün geziyordum
    hoca çağırdı "albert buraya gel"
    "buyrun hocam"
    dedi "çıkar kalem"
    cebimden plütonyum-239 çıkardım
    dedi "çıkar defter"
    formul kağıtlarını çıkardım
    dedi "çıkar harita"
    işte güzelim orada senin
    benim vücudumda bıraktığın
    üç beş tane foton yarası varya
    işte onları çıkardım
    hoca dedi "bunlar ney"
    hocam üç beş foton yarası
    sanki sanırsınız ki piskopatın allahı
    ama bilmezsinizki o üçbeş foton yarası
    ela gözlü sevdiğimin hatırası

    sanirim sair ile filozof arasi biseymis einstein.

  • "instagram'da yarının programı: açılış - kahve - bulut - aynadan yansıma - kedi - yemek - ayak - konser bileti - batan güneş - kapanış"

  • yav he he avrupada tamirci yok. adamlar üretiyor ama tamircisini yetiştiremiyor. allahın malları nası gerizekalı ya bu avrupalılar. senin ülken seni "vergi" adı altında sikmiyor ya da izlediği iğrenç ekonomik politikalar yüzünden paranın değeri çöp değil de "ıvrıpıdı timirci yık kıç kiri ıçıklıcız"

  • zaman'ın ali ismail korkmaz'ın katil zanlılarının tutuklanmasına ilişkin haberi şuradan görülebilir: http://zaman.com.tr/…4-kisi-tutuklandi_2117878.html

    haber başlığı: "ali ismail korkmaz'ı döven 4 kişi tutuklandı" (ali ölmemiş, sadece dövmüşler)

    haber metni ayrı abuk:

    "eskişehir'de gezi parkı eylemleri sırasında 5-6 kişinin sopalı saldırısı sonucu öldüğü iddia edilen üniversiteli ali ismail korkmaz'ın hayatını kaybettiği olayla ilgili başlatılan soruşturmada yeni bir gelişme yaşandı." (öldüğü iddia ediliyor, ölmemiş de olabilir, sonuçta sadece dövmüşler, halen yaşıyor olabilir)

    "korkmaz olayıyla ilgili silindiği ileri sürülen olay bölgesindeki bir fırına ait güvenlik kamerası görüntüleri jandarma kriminalde geri getirilerek okundu." (bu sefer "ileri sürülen" olay, kamera kayıtlarının silinmesi olmuş. hep iddia edilen, ileri sürülen işler bunlar)

    "savcılık açılamayan ve görüntüleri silindiği ileri sürülen 2 kamera görüntüsünün açılması ve görüntülerin geri getirilmesi için adli tıp kurumu ile jandarma kriminale gönderdi." (yine ileri sürülen kalıbı)

    "jandarma kriminal olay günü bölgedeki bir fırına ait olan ve silindiği ileri sürülen güvenlik kamerası görüntüleriyle ilgili çalışmasını tamamladı." (yine aynı)

    "kriminal ekipleri, uzun süren teknik çalışmanın akabinde söz konusu fırına ait silindiği ileri sürülen güvenlik kamerası görüntülerini geri getirdi." (silinmediyse, nasıl geri getirildi, geri getirilebilmesi için önce silinmiş olması gerekmez mi?)

    "gezi parkı olayları sırasında eskişehir'de dövülerek öldürülen ali ismail korkmaz'ın katil zanlısı olduğu iddiasıyla gözaltına alınan biri kamu görevlisi 4 şüpheli çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı." (polis demeyelim, onun yerine kamu görevlisi diyelim)

    "eskişehir cumhuriyet başsavcılığı'nın talimatıyla ali ismail korkmaz olayıyla ilgili dün gece 8 kişi gözaltına alınmış, 4 kişi ifade verdikten sonra serbest bırakılmıştı. biri kamu görevlisi olmak üzere 4 kişi tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevk edilmişti." (polis kelimesi yasaklanmış gazetede)

    "geri getirilen görüntülerde yapılan incelemede, korkmaz'ı dövdüğü belirlenen 8 kişi gözaltına alındı. bu kişilerden bir kamu görevlisi toplam 4 kişi, tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevk edildi." (destan yazan polisimiz yapmamıştır öyle şey, kesin başka bir kamu görevlisidir o)

    "geri getirilen görüntülerde yapılan incelemede, korkmaz'ı dövenlerin arasında vatandaşlar ile sivil giyimli kamu görevlisinin olduğu tespit edildi." (sivil polisin yeni adı sivil giyimli kamu görevlisi olmuş)

    "kimlik belirleme çalışmalarının akabinde ise 4'ü kamu görevlisi 8 kişi gözaltına alındı. şüphelilerden, 3'ü kamu görevlisi 4 kişi jandarmadaki ifadelerinin ardından serbest bırakıldı. biri kamu görevlisi 4 kişi ise ifadelerinin ardından adliye ye sevk edildi." (burada da kamu görevlisi kombosu var adeta)

    ---

    zaman gazetesi'nin kuruluş ilkelerinin başında gelen "doğru ve objektif yayıncılık" böyle oluyor işte. zaman'a göre gazetecilik, ali ismail korkmaz'ın katil zanlılarından birinin polis olduğu gerçeğini halktan saklamak oluyor. destan yazan polisimize zarar gelmesin de, ne olursa olsun ilkesi diyoruz biz buna. yatacak yeriniz yok sizin.

  • 1894 yılında bugün doğan amerikalı sinema insanı.

    ford, göçmen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş irlandalı bir amerikalı ve new england'lıydı. film çalışmalarına sessiz dönemde başladı ve aktör-yönetmen kardeşi francis'in çektiği birçok ilk filmde çırak olarak görev yaptı. sessiz filmlerin sonuna gelindiğinde ford 60'tan fazla film yönetmişti (çoğu "iki makaralı" ve şimdi uzun metraj olarak kabul edilene yaklaşan bir avuç film); bunların arasında, genellikle harry carey'nin "cheyenne harry" karakteriyle başrolde oynadığı düzinelerce western de vardı. ford hem yapımcıların hem de izleyicilerin beklentilerini karşılayabildiğini kanıtlarken, ister cesur ister duygusal olsun, filmlerine günün genel programcılarında genellikle eksik olan ekstra bir insani boyut kazandıran küçük dokunuşlar ekledi. 1860'larda kıtalararası demiryolunun inşasını konu alan, aşırı bütçeli ve programın dışına taşan epik filmi the ıron horse'un (1924) yapımında, verimli ve saçma sapan bir kiralık yönetmen olarak sahip olduğu şöhretle kumar oynadı. stüdyo ford'a baskı yapsa da filmi bitirmesine izin verdi ve film büyük bir finansal ve eleştirel başarı elde ederek ford'u selefleri d.w. griffith ve cecil b. demille'in olympian şirketine yerleştirdi.

    ve sonra sesli filmler geldi. ford, görsel hikaye anlatıcısı ile geveze, şiirsel olarak duygusal irlandalı iplikçi arasında bir gerilim ortaya çıkaran bir format olan 60'tan fazla sesli dönem filmi daha yaptı. oyunculuk stilleri görsel mekaniklerden daha hızlı yaşlanır ve o dönemde çok saygı gören the ınformer (1935) ve the long voyage home (1940) gibi eserler bugün ford'un genel olarak kısa westernlerinden daha az değerlidir. ford çoğu zaman elindeki malzemeyle elinden gelenin en iyisini yapan sözleşmeli bir yönetmen olsa da, iyi bir hikayenin farkındaydı ve buna değer veriyordu; mümkün olduğunda edebi malzeme satın alıyor ve bunları yetenekli senaristlerle birlikte geliştiriyordu. bütçesi elverdiğinde, geniş bir tuval üzerinde çalışabiliyor, karakterlerini -tek tek ya da gruplar halinde- kayıtsız, hatta düşmanca doğal ortamların unsurları olarak yerleştirebiliyordu. bu yaklaşım the lost patrol (1934) ya da the prisoner of shark ısland'da (1936) olduğu kadar utah ve arizona'nın monument valley'sinde çektiği westernlerde de etkilidir. ford'un etkileşim halindeki karakter gruplarının görkemli, dikkatle sahnelenmiş ve oluşturulmuş orta ve uzun çekimleri (nispeten az kullanılan "yıldız" yakın çekimleriyle) aldatıcı derecede basittir. az sayıda çekim yapması ve gereksiz açılar kullanmamasıyla ünlü olan ford, oyunculara ya da ekibe bir sonraki sahnede ne olacağına ya da neden olacağına dair bilgi vermekte cimri davranır ve bunu sormaya cüret edenleri alenen azarlardı. aykırılığı kişisel bir marka haline gelmişti. ford, kendisinden tam tersi beklendiği zaman ya bilgili bir tarih ve kültür öğrencisini ya da künt, gösterişsiz bir çalışanı oynardı.

    ikinci dünya savaşı ford için bir dönüm noktasıydı: nihayet birçok filminde tanımlanmasına yardımcı olduğu erkeksi kurallara uyma fırsatı (ya da belki de kaçınılmaz görevi) bulmuştu. halihazırda deniz kuvvetleri'nde görevli olan ford, donanma bakanlığı'nın fotoğraf birimi için filmler çeker - bunlardan ikisi, the battle of midway (1942) ve december 7th (1943), en iyi belgesel dalında akademi ödülü kazanır - ve stratejik hizmetler ofisi için çalışarak d-day'de omaha plajı'nda bulunur. bizzat ateş altında kalmış ve katliama tanıklık etmiş olan ford, askerlik hizmeti ve statüsüyle o kadar gurur duyuyordu ki mezar taşında amiral john ford olarak anılıyordu (aktif hizmetten yüzbaşı rütbesiyle ayrılmış ve daha sonra fahri tümamiral olmuştu). tek gerçek ikinci dünya savaşı filmi olan they were expendable (1945), bazen alay etse de dikkate değer bir filmdir. film bir amerikan yenilgisini (abd birliklerinin filipinler'de japonlar tarafından bozguna uğratılması) anlatır ve ford'un karakterine özgü bir sahne içerir. savaş çabaları için "hayati" olduğu düşünülen bir grup subay bir nakliye uçağında oturmuş, fiyaskodan görece güvenli bir yere uçmayı beklemektedir. son anda, daha değerli bir çift adam gelir ve küçük rütbeli subaylardan ikisinden uçaktan (ve büyük olasılıkla bataan ölüm yürüyüşü olarak bilinen yere) çıkmaları istenir. bunu sessizce, şikayet etmeden, ortak fayda için kişisel hayatta kalmayı feda etmeye istekli bir şekilde yaparlar. hollywood efsanesi yaratmanın sahte yönünün farkında olan ford, filmin belkemiğini oluşturan bu anı hafife alır.

    savaş sonrası ford bazı borçları ve ihmalleri halletti. cheyenne autumn (1964), çeşitli amerikan kızılderili uluslarının beyaz adamların elinde maruz kaldığına inandığı acımasız muameleyi kabul eder, sergeant rutledge (1960) batı'da savaşan afro-amerikan birlikleri olan buffalo askerlerini içerir ve ford, the man who shot liberty valance (1962) ile kendi mirasına açıkça meydan okur. lüks bir bütçesi olmayan ve siyah beyaz çekilen bu film görsel açıdan biraz klostrofobiktir ama john wayne'in ford için rol aldığı pek çok filmde geliştirdiği kişiliğin yıllar içinde nasıl sertleştiğini göstermesi açısından dikkate değerdir. stagecoach'taki (1939), üç plummer kardeşle "adil bir dövüşte" karşılaşmak için sokakta yürüyen ringo kid gitmiştir. onun yerine, liberty valance'ın sonunda, wayne'in tom doniphonlee marvin'in liberty'sini bir ara sokakta pusuya düşürür, kuduz bir köpek gibi vurur ve ardından doniphon'ın hayatının aşkını çalan james stewart'ın canlandırdığı kitap tutkunu doğulunun, kanun kaçağını yüz yüze bir silahlı çatışmada öldürdüğü için övgü almasına izin verir. stewart'ın karakteri başarılı bir siyasi kariyer başlatırken, doniphon alkol ve sefaletin içine batar. burada alaycılık yoktur -her iki karakter de cesur, onurlu adamlar olarak sunulur- ama "doğru olan" kavramına sessiz fedakarlık fikri burada ford'un tüm çalışmalarındaki en aşırı kutlamasını alır ve filmin ünlü sloganı (“this is the west, sir—when the legend becomes fact, print the legend”) ironik görünmez. usta hikaye anlatıcısı, halkın mitleri tanımlamaya duyduğu açlık konusunda rahattı.

    bir yıldız yaratıcısı olmasına rağmen ford hiçbir zaman -shirley temple ile wee willie winkie'deki (1937) tek yönetmenlik dansı göz ardı edilirse- yıldız araçları yaratıcısı olmadı. bu, wagon master'da (1950) olduğundan daha belirgin değildir. filmin kahramanları, tanıdık karakter oyuncuları ben johnson ve harry carey, jr. tarafından canlandırılan, sevimli ve karmaşık olmayan bir çift kovboydur. kahramanlık anları hem isteksizdir hem de bir anda sona erer ve izleyicilere basit kovboylara geri döndüklerini varsaymalarını sağlar. sıradan insanlarda, ahlaki açıdan net bir durumda bulunan sınır değerleri - 20. yüzyılın ilk yarısında westernin cazibesi buydu. mccarthycilik, sivil haklar hareketi ve vietnam savaşı yıllarında bu basit rahatlatıcı vizyon daha az uygulanabilir hale geldikçe, clint eastwood'un "man with no name" filminde ikonik figürünü bulan daha nihilist bir western gelişti. ford, franklin d. roosevelt demokratlığından richard m. nixon cumhuriyetçiliğine kaymış olsa da, filmleri ne gerici ne de temelde muhafazakârdı ve asla ahlaksız değildi. kolektif politika ya da kültürel değişimlerden çok bireysel karakter sorunlarına ilgi duyan ford, amerikan ruhunu derinden etkileyen arketipik bir erkeksi etik ve davranış kodu yaratılmasına yardımcı oldu.

  • başlık: 145 boy kızda cok mu kısa beyler

    # 1.45 ne lan iddaa oranı gibi piç?
    # kısa değil, yok o kız. bulamazsın evde kaybedersin evlensen.
    # at gibi hatun severim demişsin buda midilli sayılır.
    # adam şirineye aşık beyler
    # kızın memleket shire galiba?
    # başı dahil mi?