hesabın var mı? giriş yap

  • afganistan ve iran'da da görülen gerçekliktir.

    halk demokrasi istememiş, başlığı açan islamcı trol gibi "ecdadının" değerlerini istemiş ve sonuç ortada.

    ha bu trolleri o ülkelere yollasan, bir hafta sonra türkiye'ye depar ata ata kaçıp, ilk gördükleri dövmeciye girip kollarına "mustafa kemal atatürk" imzalı dövme yaptırırlar.

  • fenerliler diyorlar ki eğer ki bir sezonda lig veya eleme farketmez iki organizasyon varsa ve iki şampiyon varsa ikisi de sayılmalı.

    buna göre fenerbahçe şampiyonluk sayısına türkiye kupalarını da dahil etmeli. hatta zamanındaki cumhurbaşkanlığı kupası başbakanlık kupası süper kupalar da (bazıları birbirinin devamı organizasyonlar). o maçlarda ter döken futbolcuların emeği yok mu sayılsın? o kupalar fasulyeden kupalar mı?

    bu durumda müzedeki resmi tüm kupalarının sayısına göre yıldız verilmeli. ama fenerbahçe buna yanaşmıyor. bazı kupalar sayılsın bazıları sayılmasın diyorlar. neden? çünkü galatasaray'ın müzesinde daha fazla resmi kupa var. insan sırf rakibinde daha fazla kupa var diye kendi kupaları sayılmasın onlar fasulyeden kupa der mi? o kupaları almak için ter döken futbolcuların emeğine ihanet eder mi?

  • 30'lulara teyze diyen liselilerin sayısının da azımsanmayacak kadar çok olduğunu gösterir.

  • ibadethanedir.

    insanlar her donemde taptiklari sey / varlik icin en gorkemli binalari insa etmistir ve edecektir. gunumuzde insanlarin paraya taptiginin bir nevi kanitidir.

  • film içinde film, gerceklik içinde gerceklik ve daha da gerceklik, disiplinlerarası sanat (foto-sinema-tiyato-heykel-resim) gibi artık klişeleşmiş kalıpların ilk ve mükemmel biçimde kullanıldığı yaratıldığı filmdir persona.

    senaryo değil de müzikleri, sinematografisi ve sistemiyle büyük filmdir.. animasyondan tutun yırtılıp kopan filmlere kadar ve hatta crane e binmiş yönetmeni gösterene kadar bi çok farkındalık öğesini ki bunlara liv ullman ın kameranın fotoğrafını çekmesi, filmin başındaki oğlanın kamerayı yoklması gibi oyunculuk katkılı durumları da ekleyelim- barındırmış, ama neden .. bunları yapmadan personality disorder anlatılamaz mıydı, anlatılırdı mutlaka, ama bunları yaparak en kısa haliyle en az benim kadar siz de delisiniz, demiş oluyor bergman , bergman bunun farkındalığında ve zaten derin bi azap içinde yazıyor ve tasarlıyor filmini , sinemanın o güne kadar yaratılagelmiş personasında delikler ve yırtıkla açıyor, ama bu godard ın yaptığı gibi sistematik olmuyor, tamamen "persona" filmine özgü ... senaryoda benliğin çözülmesini izlerken bunun - yani gitgide ikiye ayrılmanın- toplumsal ve siyasal koşullarını sunuyor bergman -yanan vietnamlı, savaşlar, bakakalmış gözler- , beraberinde filmi de ayırıp bütünlüyor kendi içinde , bütünlük arayışını filmin hammadesinde ve janrlar arasında dahi görüyoruz .. zizek in bu film için "gerceklikten daha gercek" deyişi aslında bu bütünlük, kapsayıcılık anlamına geliyor , yoksa gerceklikten daha gercek değil aksine elimizde hiç bir "şeyin-gercek ya da yalan" kalmaması ve zeminsiz kalmamıza ve sonsuzluğa düşmemize sebep oluyor film . belki burda hiçliği gerceklik olrak alırsak yine zizek e çıkıyoruz, pek de mühim değil aslında sokıym gercekliğe de, benim asıl demeye getirdiğim şey bu filmdeki kadrajlar evet .. şimdi bi kere zaten film bilincin dağınıklığında geciyo ya, bergmana bu durum müthiş bi rahatlık sağlıyor, güzel bir portreyi 4 farklı açıdan ışıkları değişitirerek, siluet, kontörlü, ışık-gölge aydınlatmalı falan diye gider, çekebilme özgürlüğü var bi kere, hiç bi motivasyon gereksinimi duymadan .. kendi kendine de sorgulamıyo tabi bunu zira senaryo müsait- bu yüzden senaryoya bok attım ben en başta- , yedinci mührü de gördük, adam ın bi sinema dili var yani, ama hiç bi zaman bu filmdeki kadar özgür olmamıştır knaatindeyim, hangini beğeniyosa, onu koyuyor, siluet olucak yerde flat aydınlanma olabiliyor mesela böylece süper yani, michel gondry nin sil baştan* da yaptığı gibi, tamamen kontrol altında yaratılan bi kontroldışılık.
    müzikleri de lars johan werle* yapmış, ama hakikaten daha farklı düşünülemezdi demek zorundayım soundtrack için, tin tin geriyo adamı hiç yoktan ..

    bi de filmde bibi andersonun filmin başından itibaren hastalığının farkında olması vurgulanıyor, aniden uyanmalarla "zamansızlık" hissi müthiş veriliyor, adeta psikoterapi seansına tanıklık ediyoruz bu filmde .. bergman da ideal doktor oluyor , ideal ve yumuşakbaşlı hastaları izleyerek paye çıkarıyoruz, hayatımız, kişiliğimiz ve isveçliler hakkında .. şöyle bi baktığımda bu kızı bu bölünmeye sürükleyen şeylerin, bir; kürtaj olması, iki; annesinden nefret etmesinden dolayı anne olmak istememesi ama çocuğunun olması- ölmemesi- , üç; bu çocuğun yarattığı kısıtlama , dört; gözünün dışarda olması .. e yani bu filmin pek de feminist bi film olduğu söylenemez bu durumda... tamamen kadınlığın o güne kadarki kullanımını - sembol ya da femme fatal gibi- incelemiştir yani film .. artı bişi söylemez, kadın dırdırcıdır, kadın gösteriş sever, kadın duygularını saklar -ketumdur- , kadın aldatır falan filan .. kadın sustuğu vakit mutlaka hastalıklıdır.. bergman susmuş kalmış kadını hasta olarak yansıtır ilkin.. hastadır zira erkeğini-çocuğunun babasını- de sevmez kadının o sureti, kadının bi yanı kocasına sarılırken diğer yanı arkasını döner .. 66 daki bergman klişelerden vazgecmemiştir yani senaryoyu yazarken..
    sonuçta persona efsanedir, adamın içi baya bi hoş olur bibi andersonun hikayesini dinlerken, bi bibi anderson çok güzel hatundur hakkaten yanağındaki gözeneğine kadar bu filmde tüm detayları mevcuttur kanlı canlı olarak..

  • kızla yaptığım otostopik yolculuk

    beyler şimdi saat 1 de uzaktan eğitim dersinin sınavı vardı. ortak zorunlu ders olduğu için bütün üniversite iki oturumda girecek sınava. neyse saat 12 de hazirlandım, çıktım. bindim otobüse. gittik üniversitenin girişinde indim. felaket bir kalabalık var. (oturduğum yerden direk otobüs yok üniversiteye, aktarma yapıyorum genelde.) aktarma yapıcaz ama hem gelen otobüsler hem dolmuşlar dolu. boş olsa bike binemezsiniz yani o derce bir kalabalık. bir kız vardı yanımda sevgilisini aradı. gel beni al diye. geçtim kızın arkasına bunu izlemeye başladım. baktım bir arabaya dogru hareket falan yapıyor. bu kızın peşinden gittim. kız öne ben arkaya oturdum. direk kızın sevgilisine selam verdim. naber, nasılsın falan sordum.
    kız beni sevgilisinin arkadaşı sanmış olacak ki ses etmedi. sevgiliside kızın arkadaşıyım sanmış olacak ki o da ses etmedi. ben de daha ses etmedim. öyle sessiz sessiz gittik. dedim dur şöyle ben ineyim. indim gittim sınava. inşallah benim yüzümden bir şey olmamıştır ilişkilerine.

    dogunun sizofreni

    anaaaa debeye girmiş lan çok mutlu oldum. ehehe :)