hesabın var mı? giriş yap

  • 16 mart 1920 sabahı ingilizler şehzadebaşı karakolundaki mehmetçikleri uykularında, yataklarında öldürürken canını tehlikede görmeyip ingilizlere sempatisini bildiren

    1922'de kemal'in askerleri anadolu'dan ve trakya'dan yunanları, ingilizleri, fransızları temizleyip istanbul'a girecekken canını tehlikede görüp ingilizlere sığınan lider.

    istanbul henüz türk kontrolüne geçmediği halde türklerden o kadar korkmaktadır ki saray'dan rıhtıma gizlice intikal etmek için ailesiyle birlikte iki kızılhaç aracına binmiştir.

    bu adamı övmek, övenin kaç paralık insan olduğunu gösterir. başka bir işe yaramaz.

    edit:typo

  • yıllar önce muhalif denilen insanlar "yanlış yapıyorsunuz, betonla ekonomi dönmez, üretim lazim" dediğinde, "ekonomi çok iyi, 3. havalimanını almanlar kıskanıyor, dünya lideri, super güç olduk" diye böğüren ve muhalefet eden herkesi fetöcü, pkklı ilan edenlerin bu başlıkta duyar kasmaya hakkı yoktur. kaldı ki kimsenin ülke batıyor diye sevindiği de yoktur. işler iyiyken, küp dolarken aynı gemideydik de şimdi biz muhalifler filikalara mı doluştuk. beraber batıyoruz.

    tanım: yüzsüzlük barındıran ifade.

  • sorun hitler'in görüşlerinin karşılık bulabildiği bir toplumun olmasıydı, hitler değil. zira her toplumun içinde radikal gruplar vardır. sadece yeterli zemin bulamazlar.

  • tek eğlencesi 10 saat çalıştıktan sonra çay içip bol bakışmalı türk dizisi izlemek olan birinin sanrısıdır.

  • karadeniz’in bi ilçesinde okul müdürü olarak görev yapıyordum. aynı okul bahçesinde iki okuluz. ilkokul ve ortaokul aynı bahçeyi kullanıyor fakat müdürlükler ders giriş çıkış saatleri vs farklı.

    yıl 2017 ya da 2016 sonları. hava inanılmaz rüzgarlı. öğretmen arkadaşlar dersteyken gruba mesaj atma gereği duyuyorum tenefüste öğrenciler dışarı çıkmayacak çok rüzgar var diye. ağaç kopar dal uçar ne bileyim evlerdeki çatılardan biri sökülür tedbiren yani.

    gruba mesajı attıktan sonra odamın camını açıp sigara yakıyorum. nöbetçi şurda durur ben şurda dururum falan. o sırada bizim binanın köşesinde oynayan çocukları görüyorum. 10-15 çocuk derste olmaları lazım ama öğretmen falan da yok başında serbest etkinlik saati dedikleri saatlerden. çocukların başında niye öğretmen yok diye sinirleniyorum nedensiz yere. ilk kez bas bas bağırıyorum çocuklara okulda fiziki olan bir sınır varmışcasına bahçeyi bölen gidin kendi tarafınıza oynayın diye bağırıyorum. normalde okula girerken paçama yapışan el kadar bebeler korkuyla kaçıyorlar kendi okullarına doğru. ulan niye bu kadar çok bağırdın hayvan herif diye kendi kendime dellenirken gözümün önünden beyaz bi sütün geçiyor. yere düşmesiyle birlikte paramparça olup okulun duvarlarına çocukların oynadığı alana kadar yayılıyor.

    gerizekalı müteahhit bozuntuları tükürük kadar yapıştırıcı ile okulun çatı sırtını mermer döşemiş. 50x100 ebatlarında mermer bi blok şiddetli rüzgarda uçup okulun bahçesine düşüyor. kopan mermer parçalarına baktığımda şunu gördüm bahçede öğrenci olsa bileklerinde kopartırdı. öyle büyük öyle keskin. 5 kat yükseklikten yere çakıldığı an gitmiyor gözümün önünden. sebepsiz yere çocuklara bağırmam da.

    akabinde hizmetli ile birlikte belimize urganları bağlayıp çatıya çıktık o bir tarafı ben bir tarafı hemen hemen hepsi kopmak üzere olan 2011 yapımı sözde yeni okulun çatıya yapılmış mermer sırtlıklarını söktük.

    not: okul bu sene depreme karşı dayanıksız diye yıkıldı. 9 yıllık okul binasının yıkılması hakkında kimse soruşturma geçirmedi kimse ceza almadı.

  • kanımca osmanlı tarihinin en fantastik kadın figürü.

    günümüzde muhteşem yüzyıl'ın etkisiyle daha çok hürrem sultan ya da nurbanu sultan ön planda olsada kösem sultan'ın tarihteki gücü onları geride bırakır niteliktedir.reşat ekrem koçu kendisi için bir yüzü bakır bir yüzü altın madalyon yakıştırmasını yapmıştır ki hakikaten öyledir.biz madalyonun altın kısmından başlayalım:

    her ne kadar osmanlı haremine giren kadınların önceki yaşamlarına ait çok fazla bilgi bulunmasada,çeşitli kaynaklarda doğum yılı 1590 olarak zikredilir.orjinal adı anastasya'dır.günümüzde yunanistan'a bağlı olan ege adalarından birinde doğduğu hususunda tarih kitaplarımız birleşir.15 yaşında osmanlı denizcileri tarafından esir edilmiştir.rivayete göre osmanlı topraklarında ilk durağı bosna beylerbeyliği olmuş oradan da padişaha sunulmak üzere saraya takdim edilmiştir.devrin padişahı birinci ahmet'dir.padişah da anastasya kadar gençtir ve birbirlerine samimi bir şekilde bağlanmışlardır.ya da biz öyle olduğunu varsayıyoruz.çünkü padişahın diğer hasekileri birer oğlan doğururken kösem tam tamına dört oğlan vermiştir padişaha.bu iki genç insan yıllardır süregelen başıbozuk harem düzenine el atmışlar ve işleri yoluna koymuşlardır.ancak ne yazık ki aşklarına doyamamışlardır.birinci ahmet 28 yaşında mide kanserinden öldüğünde geride oğullarının yanı sıra bir adet deli kardeş bırakmıştır.osmanlı devleti'nde hükümdardan sonra kardeşi tahta geçemezdi ancak birinci ahmet veraset sistemini değiştirmişti.ekber ve erşed sistemine göre tahta geçme sırası hanedanın en yaşlı üyesinde oluyordu ve bu özelliği taşıyan birinci mustafa idi.birinci mustafa en yaşlı hanedan üyesidir ancak akli dengesi yerinde değildir.bu yüzden üç ay sonra tahttan indirilmiş ve birinci ahmet'in büyük oğlu ikinci osman tahta çıkarılmıştır.ikinci osman mahfiruz sultan'ın oğludur.kösem sultan'ın en büyük rakibesidir mahfiruz sultan.saadet dönemi çoktan sona ermiştir.kösem eski kösem değildir ve o da zamanla masumiyetini kaybedecektir.çünkü hırs,kin ve intikam gibi duygularla tanışmıştır.ya da tanışmak zorunda bırakılmıştır.

    madalyonun bakır kısmına geçme zamanımız geldi:

    ikinci osman cevval bir delikanlıdır.aynı zamanda tezcanlıdır.itaatsizlik gösteren yeniçerileri kaldırmaya karar verir ancak tedbirsiz olduğundan bu haber yeniçeriler tarafından öğrenilir.yeniçeriler ikinci osmanı tahttan indirirler ve katlederler. yerine yine birinci mustafa'yı padişah yaparlar ancak taşıma suyla değirmen dönmez.devletin çarkını deli padişahın sadrazamı ve validesi(ismi bilinmiyor) de döndüremez.neticede bir üç ay sonra tekrar ihtilal olur ve tahta dördüncü murat geçirilir.sıra kösem'e gelmiştir nihayet.ancak kocasına karşı hürmetkar bir eş olan kösem oğullarına aynı şefkatle davranmayacaktır.dördüncü murat devrinin ilk kısımları herc-ü merç içinde geçecektir.yeniçeriler zorbalığın zirvesine ulaşmıştır.her istediklerini elde eder olmuşlardır.nitekim padişahın yol arkadaşlarının dahi kellellerini almışlardır.şüphesiz bu zorbalıkların arkasında kösem'in ocak ağaları ile olan işbirliğinin de payı vardır.yıllar yılları kovalar.dördüncü murat hep çocuk kalacak değildir.zorbalara karşı tek başına mücadele eder.askeri susturur ve annesini de eski saray'a yollar.artık tek zorba padişahtır.tarihlerimiz yüz binden fazla insan öldürttüğünü yazar.hepimiz az çok tanırız zaten dördüncü murat'ı.enerjik ve tezcanlı bir yapısı vardır zira hızlı yaşayıp genç ölmüştür.ölmeden önce kardeşleri süleyman,bayezit ve kasım'ı boğdurtmuştur.süleyman ve kasım kösem'in oğullarıdır.kösem bu ölümlere engel olamamıştır.geride bir tek ibrahim kalmıştır.hem kösem'in son oğlu hem de osmanlının tek varisidir.murat zamanında elde edemediği nüfuzu ibrahim zamanında elde eder kösem.valide sultanlığın tadını çıkartmaya başlamıştır.zira yeni padişah iç bunalımlara sahip değişik bir insandır.padişah ve annesinin çıkarları 6-7 yıl çatışmaz.ancak bu 6-7 yıl sonunda ibrahim annesini dinlememeye başlar.kösem yabana atılacak bir kadın değildir ancak ibrahim bunu hesap edemez.ocak ağaları ile birleşen kösem ibrahim'in sonunu hazırlar ve 7 yaşındaki masum dördüncü mehmet tahta çıkartılır.entrikalar bununla da son bulmayacaktır.osmanlı ananesine göre kösem'in yetkileri ibrahim'le birlikte bitmiştir.çünkü validelik sırası dördüncü mehmet'in annesi hatice turhan sultan'dadır.ancak teori ile uygulama örtüşmez.kösem bir köşeye çekilmez.neticesinde yıllardır olduğu gibi yine karşısına bir rakip çıkar.ancak bu sefer onu alt edemeyecektir.kösem mehmet'i öldürtüp küçük şehzade süleyman'ı tahta çıkarmaya niyetlidir.ancak bunu haber alan dördüncü mehmet taraftarı saray görevlileri(zülüflü baltacılar) kelleyi koltuğa alıp ocak ağalarından önce davranırlar ve kösem'in dairesini basarlar.

    kendisi gibi ölümüde fantastik olmuştur.dairesini basan zülüflü baltacılardan kuşçu mehmet adında bir adam ilk önce elleriyle boğmaya çalışır sultanı.kösem bayılmıştır.mehmet'te öldüğünü düşünmüştür ancak bir-iki dakika sonra sultan kendine gelir ve yardım dileyerek bağırmaya başlar.bunun üzerine kuşçu mehmet kösem sultan'ı perde kirişiyle boğmaya kalkmıştır ki bu tarz bir ölüm osmanlı tarihinde hiç görülmemiştir.neticesinde ağzından ve burnundan kan gelen kösem sultan çok geçmeden oracıkta ölmüştür.

  • istanbul'dan izmir bileti alınır. koltuğa oturduktan sonra, yanınıza yaşıt biri oturur. sonra sohbet açılır, aslında ankara'ya hep trenle gittiğini, bilet bulamadığını söyler yol arkadaşı. "iyi de bu izmir otobüsü" dersiniz. can havliyle muavine koşar, "durun durun ben ankara otobüsüne binecektim" der. muavin "iyi de bu zaten ankara otobüsü" der.
    can havliyle koşma sırası sizdedir.

  • "oğlum 7 aylıktı, nisan ayı...

    benim evi sanırım, ev gibi hissettiğim zamanlar. nereden hatırlıyorum; salonun bir köşesinde saksı çiçekleri var. rahmetli kayınpederim benimle yaşıyor, yarı felçli. çok şık bir adam. zar zor yürüyor, titreye titreye iniyor merdivenlerden, pastaneye gidip çay içiyor, dönüşte mutlaka bir çiçek alıp geliyor. çok zarif bir adam, yattığı yerler nur dolsun. belki karısına, çocuklarına çok çektirmiş ama beni seviyor. ben de onu.

    salonun bir köşesinde oğlumu emziriyorum ve telefon çalıyor. oğlumu koltuğa bırakıp telefona bakıyorum. telefonda ablam;

    -babam iyi değil, yoğun bakımda. doktor, çocuklarını çağırın dedi. gel...

    diyor. gel dediği yer, istanbul dışında. ama o an aklımda sadece "babam iyi değil" cümlesi yankılanıyor, bu istanbul dışılık endişesi dışında. eşim evde, ne olduğunu soruyor, anlatıyorum ağlamadan. "babam iyi değilmiş, ablam çağırıyor, babam yoğun bakımdaymış" dedikten sonra salıyorum çeşmeleri. hiç hareket yok. "bakarız" diyor.

    "bakarız..." işe gidiyor, deli tavuk gibi dolaşıyorum evde, ne yapacağımı da bilmiyorum. hapisanede gibi yaşıyorum zaten, tek başıma bakkala markete gidemezken, şehir dışına çıkma endişesi sarıyor her yanımı. "babam gidicem, doktor çocukları gelsin demiş, niye bekliyorum ki?" diye kara kara düşünüyorum. hava bir açıyor, bir kapıyor. ablam bir daha arıyor;

    -gelmeyi düşünmüyor musun? durum ciddi, beyin kanaması geçirdi ve durumu çok kötü!

    annemlerde kimse yok, sanki kocaman şehirde tek başıma kalmışım gibi, ne yapacağımı bilmez bir vaziyette, rutin yaşamaya çalışıyorum. oğlumu emziriyor, altını değiştiriyor, gülen yüzüne bakıp, gülmeye çalışıyorum. ama, kafam allak bullak. bir şey eksik ? saat, akşam sekize doğru eşim geliyor. sormuyor hiç, şaşırmıyorum ama daha fazla dayanacak halim yok.

    -ben gidicem!

    diyorum. o mutfağa girip, bir bardak rakı doldurup içiyor ve;

    -bekle!

    diyor.

    bekliyorum... saat 12'ye doğru, çıkıyoruz evden, o? o zil zurna sarhoş, ben korkak... benimle gelmesini istemiyorum, çünkü, ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmiyorum. hem zaten gezmeye de gitmiyorum ki. babam, babam iyi değilmiş, doktor çocukları gelsin demiş. belki bir daha görmem... korkuyorum... oğlum kucağımda, o, söylene söylene çıkıyoruz. yarım saat geçiyor belki babam yok artık, bilmiyorum... bir şey eksik...

    bilet bulamıyoruz. eve dönüyoruz. o, o söyleniyor... bir şey eksik. belki babam? bilmiyorum kocaman bir eksik var ve gittikçe büyüyor. ağlaya ağlaya eve giriyorum. oğlum kucağımda uyuyor. onu yatağına yerleştirip yatak odasına geçiyorum. o, o hala sarhoş ve daha da öfkeli. yatağın ucuna oturup, yüzümü ellerimin arasına saklayıp sessizce ağlıyorum. kapının sesini duyuyorum, içeri attığı adımlar karışıyor sessiz ağlayışıma. tam önümde duruyor ve hala bir şey eksik. bir eliyle kolumdan tutup ayağa kaldırıyor beni... karşı karşıya duruyoruz. gözlerim kızardı biliyorum, yanıyor çünkü. hala eksik, hala eksik...

    bir adım atıyor geriye, elini saçlarıma uzatıyor. oda loş, gözlerini seçemiyorum, gözlerim yanıyor. eksik, eksik... saçlarımı kavrıyor elleri, işte o an göz göze geliyoruz. gözlerinde, hayasız bir parıltı var, içinde ateş var ve öfke. kavradığı saçlarımın kökleri acımaya başlıyor, yanmaya... suratımın orta yerine bir tokat iniyor...

    -gecemi mahvettin!!

    hayatımda ilk defa duydum bu sesi aslında. kafama yumruk attığında. hani şu çizgi romanlardaki "çtönk!!" sesi varya, işte onu duydum kafamda.

    "hayatımı mahvettin" dedi içimde bir ses. işi bittikten sonra, odadan hırsla çıkarken o. eksik bir şey var bu hikayede ki, hala eksik..."

    bu hikayenin ekisiğidir sefkat. daha belki kaç hikayenin. o yüzden gördüğüm zaman aptala döner, çocuklaşırım...