hesabın var mı? giriş yap

  • (bkz: yürek hoplatan başlıklar)

    11 yaşındaydım, televizyonu kapatıp ansiklopedileri açtım. bir daha televizyonla ilişkim olmadı. ansiklopedileri de her zaman delice sevdim. bir süre sonra hayatımıza bilgisayarlar girdi ve matbu ansiklopediler "yetersiz" kaldı elbette. ama ben hala google'a sorarken bir tuhaf olurum, uzun süre arayamam bulmaya çalıştığım şeyi, pes ederim kısa sürede. bilgi kirliliğinden bunalırım. bilmek istemediğim şeylere maruz bırakılmaktan rahatsız olurum. mesela bu yeni nesiller bilgi kirliliği deyince boş boş bakarlar. neden? çünkü ansiklopedi karıştırmamışlar! uzun uğraşlarla derlenip, süzüle süzüle kağıda dökülen bilgiyle tanışmamışlar.*

    velhasılıkelam, çok güzeldir. çocuk olmak ve torson kadar büyük ansiklopedileri karıştırmak. içlerinde kaybolmak... yürek hoplamasının sebebi de yalnız değilmişim hissidir.

  • ilgili video yu izledim.

    ellerine sağlık polizei.

    gönder gelsinler daha fazlasını , ırmağın akışını hissetsinler.

  • havalimanına yakın bir otelde çalışıyorum ismi lazım değil. patlamadan 1 saat sonra vardiyam başlarken otelin müdürü yanımıza geliyor ve odaları normalde sattığımızın neredeyse 2 katı fiyatına satmamızı istiyor. bunları söylerken de yüz tipi pek bir heyecanlı ve güleç. patlamadan mağdur olanlar, kalacak yeri olmayanlara yüksek fiyattan oda satmak için heyecanlı adam.

    yani bu fırsatçılık sadece taksicinin değil. ülkenin insanın mayası bu. ben asıl beklenen büyük istanbul depreminde olacakları düşünmeye çalışıyorum da dehşete düşüyorum. muhtemelen insanlık onurunun en dibine tanık olacağız.

  • ingiliz post-punk grubu shame'in çıkış albümü.

    kısa ve net bir albüm. 38 dakika ve 10 şarkıdan oluşuyor. şarkı listesi şu şekilde:

    1. dust on trial
    2. concrete
    3. one rizla
    4. the lick
    5. tasteless
    6. donk
    7. gold hole
    8. friction
    9. lampoon
    10. angie

    özellikle concrete, one rizla ve lampoon'un altını çizmek isterim. rock müzik severlerin günümüzde hasret kaldığı tipte bir albüm. kesinlikle 2018'in en iyi işlerinden.

  • cumhuriyet tarihinden beri ankara ve istanbul ticaretin, sanayinin ve dolayısıyla iş sahasının merkezi olmuştur. köyden şehire göç dalgasının temel sebebi budur.

    bu göç dalgaları anadoludan direkt olarak ev ve aile ile olmaz. önce evsiz ailesiz vaziyette çalışabilecek er kişi ıstanbıla gelir. keşif, barınma ve iş süreci halledilir. çalışmaya başlanır. ülkede ekonomik krizlerin olmadığı dönemlerde, para kazanma işinin köyden daha verimli olduğuna karar verilir ve aile de getirilir. veya ihtiyaç kadar kazanım bitince köye geri dönülür.

    köye geri dönme kısmı genelde olmaz, olmuşsa da zaten geliş planı geçicidir. son yıllarda bahse konu durum artık yok. çünkü ülkedeki kötü ekonomi, geçici işlerin azlığı, vasıfsız işlerin artık yüksek getirisi olmaması gibi çok sebebi var.

    bu yazının öznesi; istanbul'a çalışmaya gelen anadolu çocuğunun barınma kısmıdır.

    ilk coğrafi keşfi yapan arkadaş kimdir bilmem ama barınma olayı hakkında önceden malumat alınıp öyle gelinir. bu yüzden esenler otogarından iner inmez doğruca fatih/unkapanı'nda ki [(bkz: imc)imç] durağına gidilir. oradan yürüyerek ara sokaklardan hedef noktada ki bulunan bekar hanına gidilir.

    bonus: bu tabiri ekşi şeyler editörünün bilmediğini tahmin ediyorum. çünkü naylon fatura ile vergi iadesi konulu yazımı ekşi şeylere aktaran editör, "bekar hanı" kelimesinin yanlış olduğunu düşünerek "bekar hanımı" olarak düzeltmiş şapşik şey.

    *****eski bir trt filminde bu bekar hanlarını görmüştüm. anlattığı yıllar 1950ler veya 60lardı. yani buraların bekar hanı olarak kullanım amacı çok daha eskilerden gelmeymiş. belki cumhuriyet öncesinden beri vardır. bu konuda bilgisi olan suser arkadaşlar yeşillendirirse yazıya ekleme yaparım.

    ortalama yüz yıllık olduğunu tahmin ettiğim, yıkılmasının önündeki tek engelin yüce rabbül alemin olduğunu düşündüğüm, 6-7 katlı yıkık dökük binalar. eski ama cumhuriyet döneminde yapılmışlar bence. geneli betonarme yapıda veya tek katlı taş duvar bir evin üzerine beton tuğla eşliğinde, gecekondu yapar gibi bina dikmişler. yıkılmalarını engelleyen tek şeyin yüce rabbül alemin olmasını düşündüren şey ise 1999 istanbul depreminde mucizevi bir şekilde yıkılmamaları. birilerinin aklına gelmiş olmalı ki 2010dan sonra tek tek buraları yıkıp oto park - oto halı yıkamaya çevirmişler. son yıllarda istanbul'a hiç gitmediğim için şu anki durumları hakkında bilgim yok.

    binanın girişinde bir bakkal olur genelde. bakkal hanın sahibidir. muhtemelen baba mirası bir iş ve mülk sahibi kişi. bakkala girilir. kendi köylüsü tanıdığı varsa adı söylenir. "şu katta, şu odada" diye söyler.

    kat ve oda demesinin sebebi; bu binalar yapılırken 2-3 oda, bir salon, tuvalet-banyo-mutfak barındıran birer daire şeklinde yapılmış. daha sonra her katta bir tuvalet ve bir banyo bırakılıp geri kalan yerler koğuş sistemi gibi birer odaya çevrilmiş. apart otellere, ucuz pansiyonlara benzer ama kesinlikle aynı değil.

    daha binanın önüne yaklaştığınızda rutubetin ve pisliğin kokusu burnunuza gelir. içeriye girildiğinde, sadece kendini aydınlatabilen eski sarı bir lambanın ışığı görülür önce. gözler biraz karanlığa alışınca sıvaları dökülmüş, kalan yerlerindeki boyaları pislikten simsiyah olmuş duvarları görmeye başlar gözler. tavandan, duvarlardan sarkan yanmış sararmış elektrik kabloları fark edilir sonra. sırtında sararmış atleti, altında mabadını kapattığını zanneden havluyu sarmış, yetersiz beslenmeden 50 kilo kalmış, türkü söyleye söyleye gezen kıl yumağı adamlar görürsünüz. he birde bol bol hamam böceği ve türevleri.

    ulaşmaya çalıştığınız odaya geldiğinizde, gerçek bir cezaevi kapısına benzer bir kalın demir kapı göreceksiniz. çünkü burada emniyetinize dair bütün sorumluluk sizde. kapının dışında kocaman bir asma kilit, iç kısmında ise en az iki tane sürgü kilit var. odanın içi kendine has ter kokularıyla aromalanmış. duvarlara dayalı tek kişilik sünger yataklar var. bir köşede küçük bir mutfak tüpü, tabaklar-bardaklar. yerde kalınlığı kağıttan biraz daha kalın halılar var (yıllarca oturmaktan muşambaya dönmüş). 10 metrekare odada ortalama 5-6 kişi kalır. genelde hısım akraba veya yakın arkadaşlar olur. han sahibine kiralar kişi başı verilir. içeride bazen kaçak kalanlarda olur ama han sahibine yakalanırsa neticesinden uygunsuz şeyler geçirir. cezası ağırdır yani. zaten han sahibi bina içine sadece kaçak kalan var mı diye uğrar. onun dışında dükkanından çıkmaz.

    burada sadece çalışmak için gelen insanlar olmaz. kaçak durumda, devletle sorunu olan, alkolik, bağımlı her tür sıkıntılı tipler gelir. zaten adamın (evet adamın, kadın olmaz burada. kadın varsa o odada, o gece günah gecesidir.) bütün şartları normal olsa bir otele, ucuz bir pansiyona gider.

    [(bkz: gemide)gemide] filminin bazı sahnelerinde bu bekar hanlarından görüntüler vardı. o filmin karakterlerine çok uygun mekanlar zaten bu hanlar.

    binaların altında sadece bakkallar yok. insan yaşamına ihtiyaç olabilecek her türlü dükkan var. berber, hamam, kahvehane (gemide filminde bu kahvehanelerden biri vardı, birde ferdi tayfur'un sabahçı kahvesi şarkı klibinin çekildiği klipte gösterilen kahvehane bunlara çok benziyor), meyhane. hatta meşhur vefa bozacısının yeri bu dükkanlara çok yakın.

    bu bekar hanlarında yaşayan insanlar genelde seyyar satıcılık, pazarcılık yapar veya inşaatlarda amele olarak çalışır. birde laleli'de hamallar var. onlarında çoğu bu hanlarda kalır.

    bu yüzden buraların adı motel, pansiyon değil bekar hanıdır.

    koca istanbul'un, en tarihi ve en işlek yerlerinin ortasında, arka sokaklarda çok uzun yıllar boyunca farklı bir dünya yaşamıştır. trt bazen buralara ilgi göstermiş olsada genel olarak görmezden gelinmiş veya farkedilmemiştir.

    şimdi hepsini kontrollü bir şekilde ve acele etmeden yıllar içinde yıktılar. oradaki bilerek görülmeyen yaşam kaybolmuştur. ben hatıralarımda kaldığı kadar anlatıp yaşattırmaya çalıştım bu yazı ile.

    saygılar efendim.

  • bugünkü yazısında şu ifadeleri kullanmış

    --- spoiler ---

    üç bakanın sel felaketinin vurduğu
    giresun’un dereli ilçesinde bir mahallede mahsur kalan vatandaşlarla görüşmek için iş makinesinin kepçesinde gittikleri bir görüntü var.

    ilk gördüğümde bana “işte devletimiz bu” dedirten görüntüden söz ediyorum. hani nâzım hikmet, “sen mutluluğun resmini yapabilir misin abidin” diyor ya, o kepçedeki üç bakan bize özlediğimiz devletin resmini çizdiler. ayaklarında çizme, ne koruma var, ne protokol, operatörün kepçesine binip vatandaşın ayağına giden üç bakan. işte özlediğimiz devlet bu. bravo üç bakana. bize bunu yaşattıkları için içişleri bakanı süleyman soylu’ya, tarım ve orman bakanı bekir pakdemirli’ye, çevre ve şehircilik bakanı murat kurum’a yürekten teşekkür ediyorum. bana “özlenen devlet nerede?” diye sorarlarsa, “giresun dereli’de, o kepçenin içinde” diyeceğim.

    --- spoiler ---

  • genelde padişahlar o dönemde pazar gezmelerine falan hünkar sıfatıyla çıkmazlardı, halk gibi giyinip kamufle olurlardı güvenlik gerekçeleriyle. yani bugünkü padişahla o zamankiler aynı değildi.

    evet amk muhteşem yüzyılda gördüm. kanuni kapkara bir kapşonlu giyip öyle çıkıyordu çarşıya pazara.

  • dikkatinizi çekmek istediğim hadise.

    bakın bu ülkede doktorlar dövülüyor, öğretmenler linç ediliyor, avukatlar ayrı tepki çekiyor, polislerden hiç bahsetmeyelim bile.

    ama bu diş hekimleri sinsi gibi hiçbir şeye karışmıyor. ne çıkar bir açıklama yaparlar, ne bir şeyi protesto ederler, ne devlet en basitinden eczacılarla olduğu gibi bunlarla uğraşır. muayene 50 lira, dolgu 100 lira, implant mı? ver 2000 lira... kendi hallerinde takılıp gidiyorlar. türkiye'de kimsenin buna hakkı yok. gerekeni yapalım.

    (bkz: diş hekimlerinin sinsi gibi hiçbir olaya karışmaması)
    (bkz: karakter sınırı)

  • 100 veya 200’lük banknotu nerede bozduracağım diye düşünmeyen kafası rahat, küçük hesapların insanıdır.