ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
breaking bad
-
5. sezonunun 6. bölümünde inanılmaz bir detay saklayan dizidir.
--- spoiler ---
walt'un "bu partiyi ben tek başıma bitiririm, sen git." dedikten sonra ıslık çalarak tutturduğu melodi, queen'in lily of the valley şarkısının melodisi!
--- spoiler ---
alaçatı'daki hesap çılgınlığı
-
ulan tüm argümanınız herifin menemene melemen demesi üzerine mi? yok mu başka yorumunuz? melemen yazdığı için haketmiş güya.
tanım: anormal fiyatları menemen yerine melemen yazılmasıyla alakalandıran yüksek zeka (!) kişileri görmemizi sağlayan başlık.
edit: başlığı hortlatan arkadaş ilkin "melemen" yazmıştı, menemen olarak düzeltmiş.
yüzüklerin efendisi'ndeki unutulmaz replikler
hoşlanılan kızın aniden dudaktan öpmesi
-
bu bana oldu lan. yıllar boyu arkadaşımdı, sonra bir şeyler oldu, yakınlaşmaya başladık, konserlerde sarılmalar falan. ama her zamanki kekoluğumla bir adım ileri atamıyorum, gözlerine bakıp da durumlar böyle böyle nazlı yarim, üstüme öküz oturdu, elini elime alsam geçiverecek diyemiyorum. neyse, bir gün balkonda ev arkadaşım ve onun diğer arkadaşlarıyla mangal yaparken bunu da çağırdım, geldi. eve ilk defa geldiği için gittim aldım. ev sahibiyim ya, masada yanına oturdum mutfağa sıkça gidip gelirim ayağına. yemekler yendi, balkondan aşağı çamaşırların üzerine közler düşürüldü. sonra herkes dağıldı, kimi içecek almaya gitti kimi komple evine gitti. kaldık bununla başbaşa, içeri geçip oturduk kanepede, kaykıldım ben biraz kucağına doğru falan, konuştuk ettik. sonra sustuk.
sonra kafayı çevirdim buna baktım ama nasıl güzel. bal rengi gözleri var bunun tamam mı. böyle ağlamaklı olunca iyice büyür, dolu tanesi gibi olur, ağlama diyemezsin biraz daha izleyeyim diye. baktım gözlerine, lan dedim kendi kendime, bu kadar güzel kızın ne işi var yanında, hiç yakışıyor musun, bir de neyine güvendiysen çağırdın hatunu. yıllar boyu arkadaşımdı ama yine de kekoluğumdan, çekinirdim işte böyle. ben böyle yine kendimi gömerken bu eğdi kafayı, laaaps diye öptü lan. sonra bir açtım gözlerimi, üç yıldır öpüyor.
beklemeye değmez hacı, varsa içinde kıpraşan bir şeyler, öpülmeyi beklemeden öpmen lazım. dediğimi yap yaptığımı yapma gibi oldu biraz ama valla böyle.
edit: evlendik biz :)
hakan sabancı don juanizm sendromu yaşıyor iddiası
-
biz arkadaşlarla bu durumda olan tanıdıklarımıza amsalak diyoruz ama, don juanizm sendromu da iyiymiş* bundan sonra daha kibar oluruz*
başbakan uçurumdan atlarsa biz de atlarız
-
(bkz: nerde o günler)
22 kasım 2020 avm'de yerde yemek yiyen insanlar
-
mevcut durumun ciddiyetini anlamaktan aciz, işleri kolaylaştırmaları gerekirken iyice zorlaştırmaktan başka bir işe yaramayan, sorumsuz ve bencil insanlardır. çoğunluğu oluştururlar.
edit: “olası sonuç buydu, ya ne olacağdı?” diyenler var. ya arkadaş ben anlamıyorum, adamlar çıktı masaları kaldırdı, saatleri sınırlandırdı, ha evet tedbirler yeterli mi? hayır değil. ama bu kadar da ahmak olunmaz, birazcık düşünürsün “masaları kaldırmışlar, oturam da yerde pattis yiyem.” demezsin hayvan değilsen, onun yerine dersin ki; “bir süre evde daha fazla vakit geçireyim, avm’ye falan gitmeyeyim.” illa koyun gibi güdüp her hareketinizi yönetmek mi gerekiyor sizin, kafanız hiç mi çalışmıyor? neden lan neden?
edit2: “avm çalışanı onlar.” diyorlar bazı çok bilmişler, aynen kanka montla gelmişler yemek katına. velev ki avm çalışanları bunlar, zaten yok değil mi avm’lerin ve avm içindeki mağazaların personel bölümleri, depoları, yemek alanları?? illa dip dibe yerlerde oturarak yemek yemeleri lazım avm çalışanlarının, onlara virüs etki etmiyor, avm çalışanları arasında virüs yayılmıyor. geçiniz.
tek başına kafede kahve içmek
-
"dehanın en önemli göstergesi, olduğun yerde sakince bekleyip kendi başına zaman geçirebilmektir."
lucilius annaeus seneca
insanlar olarak muhakkak ki sosyal varlıklarız. çevremizde olup biteni anlama ve çevremiz tarafından anlaşılma (çoğu zaman nafile olsa da) ihtiyacımızı inkar edemeyiz. ama bir birey olarak kendimizi var edebilmek için de kendi başımıza kaliteli zaman ayırmaya ihtiyacımız var. bu bağlamda, yalnızlık hissiyle bir başınalık arasında önemli bir ayrım var:
"yalnızlık, etrafınızda hiçkimsenin olmamasından değil, sizin için önemli olan meseleleri anlatamamaktan veya etrafınızdakiler kabul edilemez buldukları için bu meseleleri kendinize saklamanızdan ileri gelir."
carl gustav jung
zira yaşadığımız toplumdan beslensek bile, beslendiğimiz düşünce ve davranışları olduğu gibi irdelemeden benimsediğimizde öğrenmiş değil taklit etmiş oluyoruz. her bir düşünce ve davranışa kendi imzamızı atıp kendi benliğimizin bir zenginliği haline getirebilmemiz için de kalabalıklardan uzaklaşmamız gerekiyor. öyle ki bu kalabalıklara, (varsa) eşimiz/sevgilimiz, ailemiz ve en yakın dostlarımız da dahil. tabii bunun için de bir başınalığa yüklediğimiz anlamları değiştirmemiz gerekir:
"çocuklar bir başına kaldıklarında ne yaparlar? taş ve kumları alırlar ve bir şeyler inşa ederler. sonra onu yıkıp yenisini yaparlar. ama asla sıkılmazlar... öyleyse, bir başınayken neden yalnız hissedesin ki, elinde taş ve kum yok diye mi? bu zavallılığın sebebi sana bahşedilen aklı yeterince kullanmadığındandır."
epiktetos
yalnızlık dahil, pek çok konuda çoğunluğun atfettiği peşin yargılarla hayatın içinde bulunan olgulara iyi veya kötü diye anlam vermek büyük bir tembelliktir. bir başınalık iyi veya kötü değildir; bir başınalığı iyi veya kötü yapacak olan bizim ona atfettiğimiz anlam ve bir başınayken zamanımızı ne kadar kaliteli geçirdiğimizdir. bir başınalığa atfettiğimiz anlamı her an değiştirme gücüne sahibiz. eğer bir başınalığı, bir dışlanma hali görürsek mutsuz oluruz elbette. ama bir başınalığı, kendimizi ve çevremizi daha iyi tanıma fırsatı olarak görürsek öylesine keyifli ve doyurucu bir deneyime dönüşür ki. çünkü gerçekten önemli olan şeylere odaklanmamızı sağlıyor:
"başkalarının söylem, düşünce ve davranışlarını önemsemeyi bırakınca gelen huzur... yalnızca, kendi eylemlerin (bu adil mi, doğru olanı mı yapıyorum?) üzerine düşünüp; başkalarının karanlığından endişeye düşmeden, kendi yolundan şaşmadan kararlı adımlarla hayatın bitiş çizgisine kadar yürümeye devam etmek..."
marcus aurelius
sürekli bir bombardımanın altındayız günümüzde. teknoloji, bilginin iletim hızını artırırken, iletimin maliyetini de azalttı. haliyle her an her saniye, yepyeni uyaranlar geliyor önümüze. kendimizi bu uyaranların çoğuna tepki vermek zorunda hissediyoruz. oysa, bu uyaranların çoğu elimizde olmayan meseleler. elimizde olmayan şeyler üzerine düşündükçe daha da çaresiz hissediyoruz, çaresizlik arttıkça kaygımız da artıyor mutsuzluğumuz da...
bu otomatik bir tepki olarak gerçekleşiyor çoğu zaman. ama bir başımıza kaldığımızda, bizi üzen ve/veya kaygılandıran durum/olayın elimizde olup olmadığı üzerine düşünme fırsatı bulabiliyoruz. eğer elimizde değilse şayet, hayatın olağan akışı dahilinde bu durumu kabul etmek; bir kadercilik değildir! bilakis, elimizde olmayan şeyleri kabul etmek, değiştirebileceğimiz şeyleri değiştirme gücü ve odağını bulmamızı sağlar. ancak, neyi değiştirebileceğimiz üzerine düşünmek ve eyleme geçmek için de bir başınalığın sakinliğine ve berraklığına ihtiyaç duyarız:
"mutluluk ve özgürlüğe giden yol, hayatta bazı şeylerin elimizde olduğunun; bazılarının ise kontrolümüz dışında gerçekleştiğinin kabulüyle başlar."
epiktetos
duş alırken suyu hiç kapatmayan insan
-
o sıcak - soğuk kombinasyonunu ayarlayana kadar neler çektiğini anlayamazsınız.
berber paradoksu
-
berber paradoksu, russel paradoksundan türetilmiş bir bulmacadır. bizzat bertrand russell tarafından paradoksu örneklemek için kullanılmıştır. köyün birinde bir berber varmış ve bu berber dükkanının önünde şöyle bir levha asılıymış “sadece kendini tıraş etmeyen erkekler tıraş edilir.”
kısa boylu kızlara tavsiyeler
-
mümkün olduğunca daracık kaldırımlarda şemsiye açmasınlar ne altlarından geçiliyor ne üstlerinden atlanıyor.
bartu küçükçağlayan
-
kendisini ilk defa yalan dünya'daki orçun rolüyle izlerken gevşek, itici ve ağzına ıslak odunla vurulası bir karakteri çok iyi canlandırdığını düşünüp yetenekli bir oyuncu sanmıştım. meğer herif rol yapmıyormuş, zaten kendi kişiliği gereği dayak manyağı yapana kadar dövülesi insan tipi varmış..
yaya geçidinin türkler için anlamı
-
bazen yollarda görülen beyaz badanalar.