hesabın var mı? giriş yap

  • borsadan hiç anlamıyorum ve neler dönüyor çok merak ediyorum. adamın biri açıklama yapıyor, öbür taraftan bir şirketin hisseleri düşüyor. orası nasıl bir dünya amk?

  • isminde bir ironi olduğunu düşünüyorum bu filmin (ve kitabın). masumiyetin çağı böyleyse masum olmayan bir çağda yaşayanların vay haline. newland'ın ellen'ın avrupa'ya döneceğini öğrenmesinden sonra verilen yemek sırasında anlatıcının* şu sözlerine bakalım:

    "archer saw all the harmless-looking people at the table is a band of quiet conspirators, with himself and ellen the centre of their conspiracy. he guessed himself to have been, for months, the center of countless silently observing eyes and patiently listening ears. he understood that, somehow, the separation between himself and the partner of his guilt had been achieved. and he knew that now the whole tribe had rallied around his wife. he was a prisoner in the center of an armed camp."

    türkçesi şöyle:

    "archer, masadaki zararsız görünen insanların sessiz birer komplocu gibi kendisiyle ellen'ı ise komplonun tam ortasına düşmüş gibi görüyordu. aylar boyu sessiz izleyen bakışların ve sabırla dinleyen kulakların arasında kaldığını hissediyordu. kendisiyle suç ortağını ayırmayı bir şekilde başardıklarını anlıyordu. ve şimdi bütün kabilenin, karısının etrafında toplandığını biliyordu. silahlı bir kampta tutsaktı sanki."

    bu sözlerin ardından archer'ın ellen'ı uğurlamak istemesine bile engel olan, "o (ellen) zaten bizimle gelecek" diyerek archer'a birkaç dakika için bile ellen'a yanaşma fırsatı vermeyen kişilerin, toplumun (society) olduğu bir çağı düşünelim. böyle bir çağ, olsa olsa sessiz bir kötülüğün, zalimliğin çağı olur. masumiyet çağı olması mümkün değil velhasıl.

    ve bu gözlemlerden sonra ne olursa olsun insanın kültürel olarak genelde daha iyiye, daha mantıklı olana doğru evrildiğine dair düşüncemi pekiştirmiş bir filmdir. bakmayın siz "eskiden ne güzeldi", "nerede o eski bayramlar" gibi laflar edenlere. insanoğlunun sosyokültürel olarak son on bin yılda katettiği yola biraz bakacak olursanız ne kadar rezil, aşağılık ve zalim çağları geride bıraktığını kolaylıkla görebilirsiniz. mükemmel bir çağda değiliz hatta fazlasıyla kötü bir çağdayız ama geçmişteki hiçbir çağdan kötü değil içinde bulunduğumu çağ. fevri olmadan etraflıca düşününce bunu görmemek imkansız. teknolojik gelişmişliğin beraberinde getirdiği soğuk savaş döneminin nükleer yok-oluş, ya da günümüzün küresel ısınma tehlikesine benzer tehlikeler nedeniyle kendi türümüzü ve yaşamayı en az bizim kadar hak eden diğer türleri yok etmezsek gelecekte çok daha güzel toplumsal kültür ve yaşayış tarzları yaratacağımıza inanıyorum. neyse filmimize dönelim...

    dediğim gibi filmin isminde ironi var kanaatimce. şahsen bu kadar acımasız ve korkunç bir society'de ve çağda yaşamak istemezdim. zira bunların masumiyetle alakası yok.

    bu dışında, the age of innocence, martin scorsese'nin dönem filmi çekmede sinemanın en büyüklerinden biri olduğunu gösteren bir başka örnek. scorsese, zaten genel olarak sinemanın en büyüklerinden ama ustanın bu konuda da ayrı bir yeteneği var. ayrıca martin scorsese'nin cameo olayını ne kadar sevdiğini tekrar görüyoruz. bu filmde de fotoğrafçı rolüyle kısaca göstermiştir kendisini.

    daniel day-lewis için fazla bir şey dememe gerek yok sanırım. beyler ve bayanlar bu adamı yaşadığı zamanda izleyerek tarihi yaşayanlardanız. çünkü yıllar sonra oyunculuğun en büyük ustalarından, efsanelerinden biri olarak bahsedilecek day-lewis'ten.

    --
    "nerede o eski bayramlar" sözüne dair ufak bir not: böyle diyen insanlar çocukluklarının umursamaz ve sorumsuz zamanlarını özledikleri için bu tip sözler ederler. zamanla her şeyin tadı kaçar, çünkü biz büyürüz. yoksa bir bayram geleneğinin 40-50 yılda "nerede o eski bayramlar" denilecek kadar aşırı bir şekilde değişmesi mümkün değil. her şeyden önce toplumsal dinamikler buna engel. hepimiz utanmaksızın kapı kapı dolaşıp en sevdiğimiz şey olan şekerleri topladığımız tasasız bayramları ve aslında çocukluğumuzu özleriz. o yüzden hiçbir şey eskisi gibi değildir hayatımızda; her şey aynısı gibi kalsa bile biz ve taşımamız gereken yükler değiştiği için.

  • yıl sonu kurları üzerinden pınar süt 2017'de yaklaşık 12.5 m dolar kar ederken 2018'de 9.3 m dolar kar etmiştir.

    başka tespitim yok hakim bey.

  • adam onun içine yüksek fruktozlu mısır şurubunu basacak. bu şekilde ürünün maliyeti azalırken üstüne raf ömrü artacak. yani 10 liralık ürün bu şekilde 5 lira olacak. diğer taraftan günümüzün gençleri şehirlerdeki betonlaşma ve internet çağında olduğumuzdan dolayı daha hareketsiz yaşadıkları için obez olmaya çok yatkınlar. üstüne türkiye'de 40 yaş üstünde düzenli spor yapan insan sayısı çok az. sen böyle bir ülkede kotayı düşürmen gerekirken artırıyorsun. hani ilaç üreten bir ülke de değilsin bunlar ülke için hep sıkıntı.

    son olarak beni üzen başka bir konu da sözlükte bile şu konu gündem olmuyor. halbuki büyük bir skandal bu. halkımızın bu bilinçsizliği yüzünden maalesef türkiye'de hastalıklar artmaya devam edecek. galiba günümüzde savaşlar bu şekilde oluyor. bizler içinde olduğumuz farkına varamıyoruz.

    edit: imla

  • ya gerizekalının biri neden kaliforniya değil onu açıklamış. salak. biliyoruz olmadığını. sokakta dayılar, lümpen moronlar, suriyeliler dolaşıyor. şehrin bir kısmı adana, bir kısmı konya, bir kısmı izmir onu da biliyoruz. hatta isimler ahmet mahmut süleyman onu da biliyoruz aq.

    antalya kaliforniyayla aynı enlemde. benzer iklime sahip. orman vs. insan olmayan bölgede antalyadan alıp kaliforniya’ya koysunlar seni anlamazsın. doğa sporları olarak benzer çünkü benzer iklimde. palmiyeler, güneşin renkleri, kumsallar, deniz benzer.

    bizde biliyoruz antalyanın kaliforniya olmadığını. geleneksel müziği teke zortlatması olan bi yerden bahsediyoruz. ama benzerlikler gözardı edilemeyecek kadar fazla.

    dünyanın 8. büyük ekonomisimiçmiçmiç. türkiyenin tamamını bırak bütün ortadoğuyu topla bi kaliforniya etmez zaten. aptal mısınız aq. adam ordaki iş gücünden sanayiden tasarım sanat topluluğundan bahsetmiyor herhalde aynı kaliforniya derken.

  • futbolda en yalnız mevki kaleciliktir derler ya bir çift eldivenle kandırılmış sanki özgürlüğü elinden alınmış ceza sahasında geçen koca bir kariyer..takımının gol attığı durumlarda en çok belli olur kalecinin yalnızlığı. bir başına koşar, bir başına taklalar atar, direklere tırmanır, türlü sevinç gösterilerinde bulunur kaleci, arkadaşları az ilerde sevinç yumağı oluşturmuşken. bu aslında saçma bir görüntüdür, çünkü insanın sevinirken yanında sevincini paylaşabileceği ya da sarılabileceği en az bir insan daha olmalıdır bence. fakat, gel gelelim yedek kalecinin yalnızlığına. o yalnızlık ki, kaleci yalnızlığı dahil tüm yalnızlıkların toplamıdır aslında bu hayatta.

    yedek kaleci..yaz kış demeden kenarda battaniyesinin altında maça seyredalan gözleri küçük bir umuda dalıyordur aslında bir gün as kalecinin yerine kendisinin geçebileceği. devre arasında maçlar reklama girer ama stadyumdaysan fark edersin onları denk gelirse o da veyahut dikkatini çekerse. sahaya çıkmış, kalenin önünde sağa sola atlıyor, yalandan da olsa top çıkarmaya çalışıyor ama bezginliği her halinden okunuyor. gol yerken dönüp topa bir de kendisi vuruyor, kendisine gol atıyor. sonra bazen mutluymuş gibi görünüyor, gülümsüyor fakat o en mutlu anında yandan pat diye nerden geldiği meçhul bir top suratında patlıyor. onu bir tek futbol topları anlıyor ama onlar da yanlış anlıyor. diğer yedek oyuncular gibi teknik direktöre arada sitem etme hakkı da kısıtlıdır yedek kalecinin. ancak kimi zaman as kaleci sakatlanıyor, sağlık görevlileri oyuna girerken yedek kaleci de fişek gibi sıçrıyor yerinden. ısınma hareketlerine başlıyor hemen zikzaklar, yerinde atılan deparlar, sıçramalar tam pijamasını çıkarıp oyuna girecekken "taam taam iyiyim" diyor as kaleci ve geri dönüyor yedek kaleci klubesine, battaniyesinin içine. hala sıcak, zaten fazla uzaklaşmış olamazdı..en kötüsü de, bazen kaleci kırmızı kart yer ama yedek kaleci yerinden bile kıpırdayamaz. çünkü takımın oyuncu değişiklik hakkı dolmuştur. evet dolmuştur bu hak ve o an kaleye defans, libero yahut orta saha hatta kimi zaman forvetten biri geçer. hele bir de penaltı falan kurtarırsa varlığını, dünyadaki yaşam sebebini sorgulamaya başlar o vakit yedek kaleci. son düdük çalar, maç biter, soyunma odasına gidilir.bu olayın ya da başka pozisyonların kritiği yapılır duş altında yedek kaleci ise duş bile almaz çoğu zaman aslında.

    ve dönüp bakıyorum kendime ensesi uzamış kaleci saçımla, promosyon şapkam ve kramponlarımla yedek kalecinin ağır yalnızlığını yaşıyorum bu hayatta. evli çiftlerin, sevgililerin, mutlu insanların, arkadaş gruplarının hatta yalnızların ve hatta diğer ağır yalnızların arasında kimseye farkedilmeden, dokunmadan, belki de dokunamadan yürüyorum yavaşça. bir çocuk ürkekliğiyle gökyüzüne bakıp "hocam ne zaman oyuna alıcan beni" diye küçük bir sitem ediyorum onu da uzaklara bakmaktan yakını göremez hale gelen gözlerimle yapabiliyorum en fazla. bazen de oluyor gibi, yalan yok umutlanıyorum o ara iniyorum saha kenarına büyük bir heyecanla yan yan sekerek koşturuyorum. kollarımı çeviriyorum değirmen gibi, türlü ısınma hareketleri yapıyorum bir bacak önde çökme hareketi..yerimde sıçrıyorum bir kurbağa gibi ama sonra acı bir ses geliyor kulağıma "otur otur" diyor ve dönüyorum yerime geri, giriyorum sıcak battaniyemin içine hiç kullanamadığım eldivenlerimle ve pijamamla koca bir ömrün geçmesini bekliyorum.

  • 30 yaşına yaklaşıyorum, dinlerken hüngür hüngür ağlayacaktım neredeyse. bu çocuklara dinletilir mi lan vicdansızlar?

  • baslik icinde helva diye aradim mâmafih bulamadim.. bu diziye dair boyle diyalogun es gecilmesi ve deneysiz bir kimya dusunulemez.

    d: doktor
    m : memnun

    d : bunu size alistira alistira soylemem lazim ama.. 2 hafta omrunuz kaldi memnun bey..
    m : yok mudur bir caresi doktor bey??
    d : maalesef, tibbin bu konuda yapabilecegi birsey kalmadi.. kader iste..
    m : o elinizdeki nedir doktor.. recete mi yoksa??
    d : hayir. helva tarifi..

  • sanal bir alemde bilinci yerinde olarak bulunma olgusu. gerçek hayattaki bilgilere erişilmesi olayı daha ilginç hale getirir. rüya alemindeki kişilerle çeşitli diyaloglar yaşanabilir ve beklenmedik cevaplar alınabilir

    lucid dreaming durumunda yaşadığım bir örnek:
    uyanık olma durumunda bir sonraki lucid rüyamda yapacağımı planladığım şey rüyada karşılaştığım kişilerden birine çocukluğumu sormaktı. bir gün rüyam lucid duruma gelince yoldan garson kılıklı bir kişi çevirdim ve aramızda şöyle bir dialog yaşandı.

    rüyamdaki ben: hey sen, benim bilimçaltımı temsil ediyorsun. sana bir şey soracağım
    rüyamdaki garson: hop, ben sadece bir garsonum
    rüyamdaki ben: hayır hayır, çok eminim, beni atlatamazsın. bana çocukluğumda geçirdiğim beni etkileyen olayları anlat
    rüyamdaki garson: şimdiye kadarki olayları kurcalamamalı, bundan sonrasını temiz ve düzgün tutmaya çalışmalı

    bu rüyada beynimin yarı bilinçli ve bilinç altı bölümleri diyaloga girdi ve kendi kendime bir ders mesajı iletmiş oldum