ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
anne karnındaki bebeğe klasik müzik dinletmek
-
bunu ciddi ciddi yapmış olan bir tek aile tanıyorum. oğlan altı yaşına girdi geçenlerde "keşke ismail yk benim babam olsaydı" demiş. o kadar ismail yk hayranı, en sevdiği şarkı bas gaza.
kontrollü "double blind" testi yapılsa faso fiso bir kendini iyi hissetme yöntemi olduğu görülecek de insanlar eğleniyor işte.
ömür gedik'in giydiği tayt
-
"tayt, insanın kendine yapışanı giymesidir" cümlesinde bahsi geçendir.
11 aralık 2014 trabzonspor'un yediği gol
karakomik filmler 2'nin 440 bin izlenmesi
-
"cem yılmaz'ın kar-zarar hesabı yaparak film çektiğini zannetmiyorum"
doğru cem yılmaz filmleri kar için çekmez. sevenleri kavuşturmak için film yapar. o yüzden 400 tane ayrı programa konuk oldu. cinemaximumla falan izleyiciler için kavga etti, kar için film çekseydi bunu yapar mıydı hiç? cem yılmaz bir sinema şövalyesidir. akıllı olun.
kafanizda çok ideallestirmeyin hiçbir kişi ya da olguyu. herkes cebine bakar, kalan şeyler talidir.
not: filmler bence başarılı.
evlenmeyen tipler var
şefkat
-
"oğlum 7 aylıktı, nisan ayı...
benim evi sanırım, ev gibi hissettiğim zamanlar. nereden hatırlıyorum; salonun bir köşesinde saksı çiçekleri var. rahmetli kayınpederim benimle yaşıyor, yarı felçli. çok şık bir adam. zar zor yürüyor, titreye titreye iniyor merdivenlerden, pastaneye gidip çay içiyor, dönüşte mutlaka bir çiçek alıp geliyor. çok zarif bir adam, yattığı yerler nur dolsun. belki karısına, çocuklarına çok çektirmiş ama beni seviyor. ben de onu.
salonun bir köşesinde oğlumu emziriyorum ve telefon çalıyor. oğlumu koltuğa bırakıp telefona bakıyorum. telefonda ablam;
-babam iyi değil, yoğun bakımda. doktor, çocuklarını çağırın dedi. gel...
diyor. gel dediği yer, istanbul dışında. ama o an aklımda sadece "babam iyi değil" cümlesi yankılanıyor, bu istanbul dışılık endişesi dışında. eşim evde, ne olduğunu soruyor, anlatıyorum ağlamadan. "babam iyi değilmiş, ablam çağırıyor, babam yoğun bakımdaymış" dedikten sonra salıyorum çeşmeleri. hiç hareket yok. "bakarız" diyor.
"bakarız..." işe gidiyor, deli tavuk gibi dolaşıyorum evde, ne yapacağımı da bilmiyorum. hapisanede gibi yaşıyorum zaten, tek başıma bakkala markete gidemezken, şehir dışına çıkma endişesi sarıyor her yanımı. "babam gidicem, doktor çocukları gelsin demiş, niye bekliyorum ki?" diye kara kara düşünüyorum. hava bir açıyor, bir kapıyor. ablam bir daha arıyor;
-gelmeyi düşünmüyor musun? durum ciddi, beyin kanaması geçirdi ve durumu çok kötü!
annemlerde kimse yok, sanki kocaman şehirde tek başıma kalmışım gibi, ne yapacağımı bilmez bir vaziyette, rutin yaşamaya çalışıyorum. oğlumu emziriyor, altını değiştiriyor, gülen yüzüne bakıp, gülmeye çalışıyorum. ama, kafam allak bullak. bir şey eksik ? saat, akşam sekize doğru eşim geliyor. sormuyor hiç, şaşırmıyorum ama daha fazla dayanacak halim yok.
-ben gidicem!
diyorum. o mutfağa girip, bir bardak rakı doldurup içiyor ve;
-bekle!
diyor.
bekliyorum... saat 12'ye doğru, çıkıyoruz evden, o? o zil zurna sarhoş, ben korkak... benimle gelmesini istemiyorum, çünkü, ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmiyorum. hem zaten gezmeye de gitmiyorum ki. babam, babam iyi değilmiş, doktor çocukları gelsin demiş. belki bir daha görmem... korkuyorum... oğlum kucağımda, o, söylene söylene çıkıyoruz. yarım saat geçiyor belki babam yok artık, bilmiyorum... bir şey eksik...
bilet bulamıyoruz. eve dönüyoruz. o, o söyleniyor... bir şey eksik. belki babam? bilmiyorum kocaman bir eksik var ve gittikçe büyüyor. ağlaya ağlaya eve giriyorum. oğlum kucağımda uyuyor. onu yatağına yerleştirip yatak odasına geçiyorum. o, o hala sarhoş ve daha da öfkeli. yatağın ucuna oturup, yüzümü ellerimin arasına saklayıp sessizce ağlıyorum. kapının sesini duyuyorum, içeri attığı adımlar karışıyor sessiz ağlayışıma. tam önümde duruyor ve hala bir şey eksik. bir eliyle kolumdan tutup ayağa kaldırıyor beni... karşı karşıya duruyoruz. gözlerim kızardı biliyorum, yanıyor çünkü. hala eksik, hala eksik...
bir adım atıyor geriye, elini saçlarıma uzatıyor. oda loş, gözlerini seçemiyorum, gözlerim yanıyor. eksik, eksik... saçlarımı kavrıyor elleri, işte o an göz göze geliyoruz. gözlerinde, hayasız bir parıltı var, içinde ateş var ve öfke. kavradığı saçlarımın kökleri acımaya başlıyor, yanmaya... suratımın orta yerine bir tokat iniyor...
-gecemi mahvettin!!
hayatımda ilk defa duydum bu sesi aslında. kafama yumruk attığında. hani şu çizgi romanlardaki "çtönk!!" sesi varya, işte onu duydum kafamda.
"hayatımı mahvettin" dedi içimde bir ses. işi bittikten sonra, odadan hırsla çıkarken o. eksik bir şey var bu hikayede ki, hala eksik..."
bu hikayenin ekisiğidir sefkat. daha belki kaç hikayenin. o yüzden gördüğüm zaman aptala döner, çocuklaşırım...
zoya kosmodemyanskaya
-
ileride kızım olursa adını koymak istediğim büyük sovyet yurtseveri.
1923 yılında doğmuş ve 1941 yılında yani 18 yaşında partizanlara katılıp nazi ordusuna karşı ülkesini savunduğu için idam edilmiş. nazi ordusu tarafından türlü işkencelere maruz kalmasına rağmen hiç bir yoldaşının adını vermemiş ölürken bile yüzünden o güzel gülümsemesini eksik etmemiş. boynundaki idam yaftasına inat 'beni asıyorsunuz ama biz 200 milyonuz hepimizi asamazsanız' diyerek gelecek güneşli günlerin müjdesini vermiştir.
zoya bize özgürlüğün talep edilerek değil ancak uğruna bedel ödenerek kazanılabilecek bir şey olduğunu tekrar gösterdi. zoya kelime olarak yaşam demektir. yaşam da ancak zoya gibi insanlar var olduğunda
anlam taşır. zoya, maria, yugoslav dağlarındaki yurtseverler, osetyadaki gerillalar, yunanistandaki direnişçiler, moskova'da fabrikasını, tarlasını bırakıp siperin ardında karanlığa karşı yurdunu savunan binlerce milyonlarca insan... geçmişe baktıkça geleceğe daha umutlu bakıyorum. elbette böyle insanların yetiştiği insanlık elbette üstüne sinen bu karanlığı parçalayacak ve güneşli günlere kavuşacak.
(bkz: güzel günler göreceğiz)
ikizler burcu erkeği
-
15 dakika burger king kuyruğunda bekleyip kfc'de tavuk yer.
roman okumanın hiçbir faydasının olmaması
-
bu başlığa cevap geçtiğimiz yüzyıl yaşamış alman bir fizikçiden gelsin o zaman,
'dostoyevski bana tüm bilim adamlarından daha çok şey vermiştir'-albert einstein
babanın söylediği unutulmayan sözler
-
kötü alışkanlıklarla ilgili;
''hiç elma yememiş birinin canı asla elma çekmez.''