hesabın var mı? giriş yap

  • hastaların tahlillerini tarayıcı (bkz: scanner) marifetiyle elektronik ortama aktararak bilimsel çalışıyormuş havası vermeye çalışan özel hastanenin kadın doğum uzmanı hastaya sorar:

    - nerde sizin skeniniz?

    hasta dışardaki kocasına seslenir:

    - mahmuut dohtor seni çağırıyoo

    (bkz: scan)

  • bu mefhumun dinamikleri hoimar von ditfurth'un dinozorların sessiz gecesi isimli eserinde de ele alınmış. aşağıda bu kitaptan alıntıladığım bir bölüm mevcut, ama anlaşılabilirliğini sağlamak için öncelikle bir özet çekmek gerek.

    beyni fiziken kabaca üç katman şeklinde tasnif ediyor ditfurth: altbeyin (beyin sapı), ortabeyin ve büyükbeyin. evrimsel gelişmeye bağlı olarak, ilkin altbeyin oluşuyor. bünyedeki sıcaklık, besin değerleri gibi yaşamsal önemdeki bilgileri değerlendirerek organize eden bir merkez olarak altbeyin, vücudun adeta vazgeçilemez bir donanım unsuru. ortabeyin ise, henüz bir özne haline gelmemiş olan canlılara özgü bir beyin katmanı. yiyecek aramak, karşı cinsle ilgilenmek, bir rakibe saldırmak gibi, bir çok hareketin bir arada kompleks bir şekilde düzenlendiği 'paket programlar'ın depolandığı yer olarak tasvir ediliyor ortabeyin. bir özne gibi muhakeme yeteneğine sahip olamayan canlı, bu eksikliği paket programların depolandığı "türün hafızası" üzerinden gideriyor. büyükbeyin ise, daha tanıdık olduğumuz, bilişsel kabiliyetlerin kök saldığı bir "beyin yüzeyi". alt katmandan üste çıktıkça evrimsel olarak en genç katmanları görüyoruz.

    temel gereksinimleri düzenleyen altbeyin, kimyasal süreçler için çok önemli olan vücut sıcaklığını beden üzerindeki alıcılara bile güvenmeyerek; üzerinden geçen kandan kendi elleriyle ölçüyor, ona göre sistemi organize ediyor. aynı şekilde, organizmanın açlık/tokluk durumunu da doğrudan kan üzerinden ölçüm yaparak belirliyor, ve komutlarını ona göre veriyor. (buna göre, vücudumuzdaki acıkma hissini kafadan değil de mide ve bağırsak civarından hissetmemiz, "bana bak üstbeyin; sen şimdi ne yapman gerektiğini bilmezsin, aha şu karın bölgesini besinle doldur, acıktın haberin yok! " gibi bir mesajın ilüzyonu olduğunu düşünmemek elde değil. )

    artık sözü üstada bırakabiliriz. (ilk paragraf altbeyin hakkındadır.)

    "... örneğin, üşüme durumunda kanın ısısı ancak hissedilebilir bir düşüş gösterir göstermez bu merkez [beyin sapı] uyarılıyordu. susama durumunda ise, kanın fizyolojik ve kimyasal bileşiminin belli bir yoğunluk değerinden sapması sözkonusuydu. kandaki şeker azalınca da, acıktığımızı haber veren mekanizma devreye girip, organizmanın kalori ihtiyacının giderilmesini sağlıyordu.

    ortabeyin düzleminde ise işler böyle yürümemektedir. burada başlatıcı etki yapan etmen, ihtiyaç durumunun doğrudan kendisi değil, bir "sinyal"dir. çevrenin organizmaya doğrudan etki etmesi anlamında bir uyarı sözkonusu olmayıp, biyolojik yönden bakıldığında, kendisi olayla pek ilintili sayılmayacak bir enformasyon taşıyıcısı, az çok keyfi, organizma ile çevresi arasındaki bir tür uzlaşmanın ürünü olan, üzerinde anlaşılmış bir anlamı içeren bir işarettir tepkileri devreye sokan. (tıpkı trafik lambasının kırmızısının ne otomobille, ne yürümek fiiliyle, ne de benzer herhangi bir olguyla doğrudan ilintisi bulunmaması gibi. )

    gerçekten de, ortabeyin dediğimiz organın olgunlaştığı evrimin bu aşamasında organizma ile doğal çevresi arasında kurulan ilişki salt kimyasal-fiziksel bir ilişki olmaktan çıkmıştır. soğuk, sıcak, kalori azalması gibi bir uyarıma organizmadan belli bir tepki gelmesi sözkonusu değildir. bu düzlemde, doğal çevre-organizma ilişkisi, ilk kez sebep-sonuç kategorisine göre düzenlenen bir ilişki olmaktan çıkıp, iletişim düzlemine kaymıştır. fiziksel, kimyasal bir neden değil, salt bir işaret, bir "gösterge" bu iki ortam arasında iletişim kurucu etmen olup çıkmıştır. anlamları sebep oldukları etkiyle açık seçik belirlenebilecek, ne anlama geldikleri daha baştan organizma için bilinen uyarımların yerini (örneğin kan şekerinin düşmesi), anlamları evrim içinde "tarihsel" olarak belirlenmiş sinyaller almıştır. "

  • görünüşe bakılırsa ne hava araçları ne de bu hava araçlarını durdurabilecek silahları var. basit bir hava saldırısı videodaki tüm yamyamları ortadan kaldırmaya yetebilir.

  • sözlükte bu kadar geri zekalı olduğunu gerçekten bilmiyordum. öğleden beri ağzım açık okuyorum yazılanları kısmet bu entariyeymiş.

    lan adamlar neyi sattı? ne dediler? bizim adayımız genel başkanımızdır. ne dediler 6'lı masa bilir. ne oldu? 6'lı masa kılıçdaroğlu dedi 1 kişi hariç ve o oyunbozan 1 kişi hem bütün sözlerine rağmen masadan kalktı hem de kalkarken topu belediye başkanlarına atıp aradan sıyrıldı.

    romantik davranmayın, azıcık aklınızı çalıştıran.

    edit: entryim neden şükela modunda en üstte değil diye ağlayan ilgi budalası siyaset bilmezleri sahneden alırsak sözlüğün zeka seviyesi 10 puan artar.

  • içimde kendisinden bir parça bulunan yazar. o parça şöyle diyor;

    ''selamlar. naber.
    bayadır sözlükte yazılanları okuyorum. sayılara baktım. bugün de 3. gün dedim yeter. artık çık bi konuş şu kalabalığa bir iki bir şey söyle. sansasyonel ol. inanın bana 00:00'ı zor bekledim. beklerken uzun uzun düşündüm. dedim acaba neler söylesem de bu arkadaşları ti'ye aldığım meydana çıkmasa...

    benim bi kuzen var 22 yaşında. açıköğretim mezunu. ben de evde öyle takılıyorum finallere çalışıyorum, sözlüğe bakıyorum falan. bu gitmiş pederin fotoğraf makinesını kapmış. peder dediğimde amcam ha. ehe ehe. amcam fotoğrafçı benim. neyse.

    geldi bu dedi ki iki fotoğrafını çekiyim. facebook'a koyarız. olur dedim. kıyafetleri falan giydim. balkonda fotoğraf çektik. açmadı. mahalle'nin yapısı dar. ışık da pek iyi değil. bu arada fotoğrafçılığa hep heves emişimdir ama dslr'lar bok gibi para sıçmayı gerektiriyor. şu saatten sonra makine benim desem de inanmazsınız zaten önceki olaydaki telefondan sonra yemezsiniz sanırım. neyse.

    banyoya geçtik. fayanslardan yansıyan flaş burnumu güzel kapatıyor. saçlar da platin sarısı olunca çok cix fotoğraflar elde ettik. bir kısmını facebook'a koydum. sanırım 21 kişi beğendi. dedim 990 kişide 21 kişi beğensin diye mi çektik fotoğrafları. getirdim koydum ekşibişın'a. bi arkadaş görüp sözlükle paylaşmış. o paylaşmasaydı nolurdu bilmiyorum. sanırım üzülürdüm.

    dışarda mükemmel bir hayat var mottosunu fatih altaylıdan arakladım aslında. yazıklarını okudum biraz gerçek dünya internet şu bu deyince hop diye geliverdi aklıma. hayatınız yok mu sizin lafına az biraz alındınız sanırım du bakalım. ilerde 1-2 fotoğraf daha atar toparlarım. kyk yattı ayın 7'sinde alış-veriş'e gidicem.

    bu arada aklıma gelmişken, sevgi çok önemli bir şey biliyor musunuz ? insanları sevin olur mu ? kendinizi de sevin. ama ihsanı sevmeyin olur mu ? allahın cezası beni bırakıp gitti. ilişki durumu daha değişmedi facebook'ta ama değişecek biliyorum saklıyor benden.

    ~~o değil de şu yazıyı yollarken çok pis çişim geldi. ben işeyip gelene kadar neler yazılır kim bilir. iihihihiihiih çok eğleniyorum yaaa. ıffff hadi kaçtım ben altıma işicem.

    ~~o değil de fotoğraf makinesi kırılır diye korkudan eli ayağı titredi bizim kuzenin. bidahakine coolpix l5 kullanıcaz. yorumları bekliyorum bir de eksıbişın'a yeni server alınabilir mi ? hayır ilgiden çöküyo boşa gidiyo resimler. benim hazırda kyk'dan kalan 110 milyon para var. verebilirim yani.

    ~~ya o değil de ben neden bişın'daki fotoları yoruma kapalı yaptığımı açıklamadan kaçmışım. tüh gördün mü ? kılıfı uyduramadık :/''

  • herhangi bir istismar (şiddet, zehirleme, zarar verme vb.) yoksa rezalet puanım 0/10.

    2 haftada bir 20 kilo çorbalık tavuk ve sınırsız bayat ekmekle mama hazırlayıp köpek besleyen bir hayvan manyağıyım. böyle saçma duyar görmedim.

    birçok starbucks ın ısıtıcılı bahçesinde uyuyan köpekler olur, kimse bir şey demez. biz hayvanseverlerin kalpleri de erir.

    bazen içeride de olur. örn, bahçeşehir üni. starbucks'ta bir eşşek var içeri girip koltukta sırtüstü yatıyor avznı yediğim. ancak, içeride olması gıda güvenliği açısından risklidir. buna da dikkat etmek gerekir. duyarın bokunu çıkartmayalım lütfen.

  • glaaam!

    daha önce hiç dinlemediğim bu grubun american dream albümlerinde yer alan oh baby adlı parçayı duyduğumda kendimi bir an için 90lı yılların dizilerindeymişim gibi hissettim.

    bu hissin yanında güncel popun tatmin etmemesiyle başlayan arayışımı bu electro-disco-rock karışımı sonlandırdı bi nebze. bir de parça bitince bünyede daft punk etkisi bıraktı. acaba bir tek bu parçada mı hissettim tam emin olamadığımdan artık diğer şarkıları dinleyince editlerim.

    ayrıca zamanında türkiye'ye gelmiş olduğunu gördüm. aşırı canım sıkıldı, tekrar gel lcd.