ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
iphone 15 stoklarının bittiği kriz ülkesi
-
ekonomik krizlerin, ülkelerinin zengin - yoksul arasındaki farkın açık olmasından anlaşıldığını ve böyle bir ülkedeki %1'lik zengin kesimin bile rahatlıkla herhangi bir telefonun stoklarını bitirebileceğini anlamazdan gelen,
parasızlıktan okuyamayan çocukları, temerrüte düşmüş kredi tutarlarını, iflas eden şirket sayısını görmezden gelerek "millet ayfon alıyo la acayip zenginiz demek" diye yorumlayacak kadar "şey",
tabi o kadar da "şey" olması ihtimali düşük olduğu için de propaganda yapmaya çalışan bir maaşlı aktroll olması muhtemel,
bir cahilin yorumudur..
çok özür dileyerek edit;
anam ! ?? bir bu temerrüte “temettü” yazmam bir de strateji yerine starteji yazmam… yıllardır çözemiyorum bir türlü. allahtan mesaj gönderenler var. teşekkürler.
diğer yandan yıllardır ekşi de yazıyorum ilk kez 50 küsur kişiden dm aldım. arada saçmalasam iyi olacak galiba ??
müslüm gürses
-
yil 1993. universiteyi yeni kazanmisim. bolumum ingilizce oldugu icin ingilizce yeterlilik sinavina girmem gerekiyor. sinav istanbul universitesi yabanci diller yuksekokulu'nda. yeri suleymaniye'de istanbul muftulugu'nun hemen yaninda.
sinav gunu geliyor, sinavin saat 09:00'da olmasi lazim. biz sinav yerine geliyoruz ama sinavin ogleden sonra 13:00'a ertelendigi soyleniyor. babaannemlerde kaliyorum, evleri erenkoy'de. anadolu yakasina gidip geri donmeye degmez. benim gibi birkac arkadasla o civarda vakit gecirmeye karar veriyoruz.
suleymaniye'den yuruyerek beyazit'a, ordan da kumkapi'ya iniyoruz. oradan sahil yolundan yuruyup, sirkeciye ve tekrar suleymaniye'ye gidecegiz. kumkapi'da bir gazionun onunde muslum gurses yazili neonlar var. birbirimize gosterip, bak muslum gurses burada sahneye cikiyormus derken yanimizda bir mercedes duruyor ve muslum gurses arabadan iniyor. o saatte gazinoda ne isi var bilmiyoruz ama saskinlikla birbirimize gosteriyoruz, bak muslum baba diye.
bizi gorunce el salliyor, yanimiza geliyor. selamlasmadan sonra orada ne yaptigimizi soruyor. anlatiyoruz, bizi gazinoya davet ediyor ve oradaki gorevlilerden birine genclere kahvalti getirin diyor. bizimle sohbet edip kahvalti yapiyor, sonra musaade isteyip sinava dogru yola cikiyoruz. bize basarilar diliyor.
huzur icinde yat muslum baba, cok mutevazi ve iyi kalpli bir insandin.
türkiye'ye uzay ajansı kurulması
türkiye'nin en güzel enstrümantal parçası
-
gerçekten birçok güzel parça var, yazılan birçok örneğe katılamadan edemedim. zira enstrümantal müzik pop(üler) kültürün güdümünde olmadığı için, ne idüğü belirsiz piyasa tipler enstrümantala bulaşmıyor, biz de böylece, gerçekten müzik yapma derdinde olan müzisyenlerden çıkan eserleri dinleyebiliyoruz.
yalnız yine de "kendi adıma" şunu diyebilirim. ne yavuz çetin'den dünya, ne melih kibar'dan sucu çocuk, ne mercan dede'den huxi, ne erkan oğur'dan ağırlama, ne ezginin günlüğü'den bahçedeki sandal, ne tuluyhan uğurlu'dan istanbul, ne fahir atakoğlu'dan denizlere', ne gevende'den nem, ne serdar öztop'tan sükut, ne incesaz'dan hisar, ne metin kemal kahraman'dan ferfecir, ne yansımalar'dan sonbahar, ne yeni türkü'den açıl doğu açıl, ne cahit berkay'dan devlerin aşkı, ne efkan şeşen'den çarşambayı sel aldı, ne taksim trio'dan belalım, ne de şu an aklıma gelmeyen diğerleri. bunların hepsi birbirinden başarılı olsa da, bence türkiye'nin en güzel, en bize has enstrümantal müziğini yapmış olan adam barış manço'dur:
40. yıl
batman (süper kahraman)
-
kendisi favorimdir.
ne superman gibi kripton'dan gelip uçup kaçıp uçak taşıyor.
ne spiderman gibi böcek ısırmış da ya ben duvarlara tırmanayım suçlu avlayayım diyor.
ne captan amerika gibi ultralaştırılmış ve işi asker olan biri.
ne flash gibi aşırı hızlı gitmekten fazlası olmayan biri
ne de thor gibi bir tanrı.
bu adam küçükken ailesi gözlerinin önünde öldürülen bir milyarder. ar-ge'de çok ileri gitmiş kendi döneminin teknolojisinin önünde bir şirketin sahibi. çok zengin. ama bu adam paranın tadını alıp bırakmıyor, eğlenceye düşerek acısını dindirmeye çalışmıyor. ailesinin ölümüne sebep olan suçla dolu sokakları temizlemeye çalışıyor.
bir de ötekilere bakın. thor, spiderman, superman, flash kırmızı giyiyor. captan amerika mavi. arrow yeşil. * ama bu adam siyah giyiyor, çok temiz olmadığının da halkın önünde şov yapacak bir şovmen olmadığının da farkında. onun için geceleri, siyah giyerek yapıyor işini.
bilmiyorum ama hikayesinden etkilendim ben onun, daha küçükken. ve saygım azalmadı hiç. gitgide arttı hatta.
ister çocuk diyin bana ister başka bir şey.
ama gerçekten bir kahraman varsa o da batman'dır benim için.
herkes kürtlere muhtaç
-
cnn türk canlı yayınında sırrı süreyya önder'in ''kürtler kimseye muhtaç değil ama herkes kürtlere muhtaç'' şeklinde sarfettiği söz.
arkadaş ''bu ülkede kimse kimseye muhtaç değil her insan bir bireydir'' demek bu kadar mı zor.
sosyalist diyor bi de bu abi kendine.
valla 83 yaşındayım oyum yine tayyip'e diyen dayı
-
boş yapmaması gereken dayıdır. önümüzdeki seçimlere kadar hakkın rahmetine kavuşması dileğiyle.
mevi mermere
-
eskiden mavi marmara olarak adlandırılan gemi.
herkesle aram iyi olsun insanları
-
kendisini bir kenara koymuş, başkalarının görüşlerini önemseyen, "hayır" diyemeyen, içinde koca koca ukteler biriktiren insandır.
demet akalın'ın içkiyi garsonun başına dökmesi
-
normaldir.
pavyonda olur böyle rezillikler.
sevgilinin erasmus'a gitmesi
-
bunun bir üst versiyonu sevgili erasmusta iken sizin askerde olmanız dır. *
loving vincent
-
bu filmin öyküsünün görevi, tablo geçişlerini birleştirmek. öyküye görsel değil, görsele öykü oturtuluyor. kitap uyarlaması çekilirken bile sinema ve kitap arasındaki tempo farkı ve "öyküye mi özüne mi sadık kalmalı" ikileminde çoğu zaman başarısızlıklar yaşanırken, 900e yakın tablo ile hapsolunmuş bir alanda senaryo hiç de fena bir iş çıkarmıyor.
insanlar mesela marguerite gachet pianoda tablosunun bir bağlam içerisinde canlandığını görmeye gidiyor bu filme. yoksa van gogh'un tarzına sadık kalarak dört senede 65.000 yağlı tablo yapma külfetine girmeye gerek yoktu. bbc, bu senaryoyu daha kısıtlı bir bütçeyle televizyon filmi olarak altı ayda çekebilirdi.
senaryo merak uyandırıp havada bırakıyor belki. hatta havada da bırakmıyor, ithamından sebepsiz vazgeçiyor. çünkü filmin 120 yıl sonra şaibe yaratmak gibi bir derdi yok, sadece eldeki malzemeye nispeten ilginç bir öykü biçme derdi var; bunu da başarıyor.