ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
19 ekim 2021 taksi plakası sahibinin şoför olması
-
bülent ersoy'un taksi süreceği günleri de görecekmiş istanbul dediğim güzel haber.
yarın akp genel başkanı bir khk ile yasayı değiştirir, malum bir çok milletvekili şoför koltuğuna geçerse mecliste el kaldıran kimse kalmaz.
dostoyevski vs kafka
-
"sevgili okuyucular, şimdi siz dinlemek isteseniz de istemeseniz de ben size niçin bir böcek bile olamadığımı anlatmak istiyorum. tüm içtenliğim ve ciddiliğimle söyleyeyim, böcek olmayı bile şiddetle istedim."
yeraltından notlar* - fyodor mihailoviç dostoyevski
"bir sabah tedirgin düşlerden uyanan gregor samsa, devcileyin bir böceğe dönüşmüş buldu kendini."
dönüşüm* - franz kafka
kafaları aynı çalışan ama dilleri farklı dönen, benzer acıların içinde debelenen ama bu acıları farklı açılardan anlatan iki yazarın karşılaştırması. ikisi de toplumdan, insanlardan, düzenden ve bunların çarpıklıklarından şikayetçi ve genel bir değişikliğin/düzelmenin mümkün olmadığının farkında olduklarından bu şikeyetlerini kişisel isyanlarla dile getiriyorlar. biri tüm bu çarpıklıklardan kurtulmak için böceğe dönüşmeyi arzularken, diğeri bu dönüşümün nasıl bir çarpıklıkla sonuçlanabileceğini anlatmış.
erdoğan'ın finans kesimini tehdit etmesi
-
–arka taraftan bedelini ödemeyen kaldı mı?
–şuradan 2 tam 1 öğrenci bedel uzatırmısınız?
meral hanım dokunulmazlığı yok bedel ödeyecek!
mansur yavaş dokunulmazlığı yok o da bedel ödeyecek
bay kemal sen de bedel ödeyeceksin
ankara bedelini ağır öder?
sebzeciler, meyveciler, halciler
marketçiler, esnaf
finans kesimi, para piyasası
muhalif gazete ve tv'ler
hepsi bedelini ağır ödeyecek
sen
sen sen
sen
maşaallah bedel ödemeyecek adam kalmadı. ülke değil bedel bank mübarek.
reis
-
arapça ezan yasağının uygulandığı yıllar 1932-1950. rte'nin doğum yılı 1954. ama normaldir; (bkz: rtenin kizinin dogmadan 3 yil once biraktigi not)
edit: basakura, küçük çocuğun rte'nin babası olma ihtimalinden bahsetti. baba ahmet erdoğan rumi 1321 (miladi 1905/6 ediyor) doğumlu. yani arapça ezan yasağı başladığında 26-27 yaşındaydı. ama çocuk belki rte'nin komşusunun dayısının bir arkadaşı olabilir.
debe edit'i: (bkz: umut örüyoruz insiyatifi)
yoga
-
yoga deneyimi, yolculuğu, süreci, adına ne denirse... o kadar kişiye özgü ve her deneyim benzersiz ki, dışarıdan bakıp yorum yapmak epey anlamsız kalıyor aslında. yoga ile ilgili verilebilecek somut bilgiler var elbette. bir de herkesin kendi yolculuğunda karşısına çıkabilecek noktalar… benim de kafamda yuvarlanıp yerini bulmuş gibi duran taşlar var. bu yolcuğa yeni başlayanlar için kişisel olsa da yazmak istedim. bazıları epeyce ortak mesele…
bu bir yarış değil: yarışıyordum, tam bir cahillikle. sınıftakilerden daha esnek miyim, denge pozlarında süper miyim, ben de kafamın üzerindeki pozlarda uzun uzun durabilecek miyim gibi dertlerim vardı. şimdi dönüp baktıkça sadece acınası ve amatörce dertler.
bu asla bir yarış değil. bir yere varma hedefi yok. kendi içindeki insanla karşılaşmak ve önceki pratiğinle ilgili yarışabilirsin ama başkalarıyla yarışmak… hiç olacak iş değil.
mat’ın üzerindeki insan: bir hocamdan (sosi eker) alıntı yapacağım: “mat’ın üzerindeki tavrın, hayattaki tavrına benzer.” benim için yoga’yı bedensel pratikten çıkaran bir ifade oldu bu. bazen pratiğim boyunca her yeni harekette bunu düşünüyorum. daha önce hiç girmediğim bir poz için hamle yaparken bu yenilik karşısında neler hissettiğime bakıyorum. yapmakta zorlandığım hareketler karşısında nasıl hissettiğime bakıyorum. bedenime uygun düşen bir poz karşısındaki sevincime bakıyorum. ruhen çok ihtiyacım olan bir poza gireceğimize dair yönlendirmeler söylenince yaşadığım sevinci gözlemliyorum. enfes.
sonra sınıftan çıkıp yürürken bunları gerçek hayatla adapte ediyorum.
her pratik ilerleme kaydetmek anlamına gelmeyebilir: her gün aynı performansı gösteremeyebilirsin, yapabildiğin bir pozu artık yapamayabilirsin. bu emeklerin boşa gittiği anlamına gelmiyor. her pratikte harika bir şekilde girilen poza bazen giremezsin, olmayabilir. işte bu aşamada kendinle inatlaşma. ben bu hatayı çok yaptım. kendime kızdım, hırs yaptım, kafama taktım, hırs ve gerilimle ufak çaplarda sakatlandım. bu pozu kafaya takınca, pratikteki diğer pozlarla ilişkimi azalttığımı anladım ve uyandım. meğer bütün pratiği tek poza kurban ediyormuşum.
bir yoga pozu sadece bedenle yapılan bir şey değil. beden, zihin, ruh, kalp, mekan her şey etkileyebilir pratiği. buna uyanınca olmayanlar olmaya başlıyor bazen.
yoga’da ilk denemeler için önlemler: ta ki uzman bir yoga hocasıyla tanışana kadar (gül dirican) yoga’da kendini koruma konusunda hiçbir fikrim olmadığını bilmiyordum bile. evde ve videolardan yoga yapmak mümkün, ancak bir hoca kılavuzluğu da bedenin konforu ve pratiğin verimliliği için çok faydalı.
gerçekten iyi bir yoga pratiği deneyimlemek için, artık ne yazık ki endüstri haline gelmiş okullara değil de, az bilinen ama daha gönülden çalışan okullara gitmek güzel bir fikir olabilir.
bırakmak: beden çalışmalarının çoğunda bu söylenir. bırakmak epey zor ve zaman isteyen bir şey gerçekten de. sadece mat’ın üzerinde değil, günün sıradan bir anında da hatırlamak gerek. bırakmak, izin vermek, alan açmak, ittirmemek, harekete davet etmek ama ısrar etmemek… sürekli akılda tutunca daha kolay.
korku, endişe, güven sorunları: özellikle “lan ben bunu yaparsam tepe taklak devrilirim” dediğim şeyler karşısında çok hissettim ve hala hissediyorum. korkumdan utanıyordum, endişemden utanıyordum, güven sorunlarımı hocalarıma atfediyordum. yaptım bu rezillikleri. nedenleri düşünmek, aramak gerek.
neden korkuyorum?
“bu pozda sakatlanırım ben.”
aslında ne?
"demek ki hazır değilim."
neden endişe ediyorum?
“herkes yaptı ben yapamadım.”
aslında ne?
"kendimle değil, başkalarıylayım. hemen kendine dönmek zamanı."
güven sorunlarım var...
“bana bir şey olursa kim yardım eder.”
aslında ne?
"hazır değilim, olabilir."
varış noktası yok, hep bir yolculuk: yoga’nın güzel taraflarından birisi bana göre bu. sonsuz pratik yapabilirsin, vardığın yerler hep kısa duraklar, sonra yolculuğa devam. ama yolculuk ileri doğru da değildir.
biraz ileri, biraz geri, biraz dibe, biraz göğe, biraz döngüsel.
hep hareket halinde olmak sadece.
“tüm pozları öğrendim, ben yogiyim/yoginiyim” diye bir şey olmaması bizi birbirimizden üstün hissettirmeyen enfes bir sıradanlık noktası.
bütünün bir parçası olmak: yoga’dan anladığım, çok sevdiklerimden birisi daha. sürüklenen ayaklarla gidilen dersten, evrenin minicik, miniminnacık ama yine de canlı kanlı bir parçası olduğunu hissederek çıkmak. shavasana’da yere köklerini saldığını ya da gökyüzüne karıştığını hissetmek. bu anı ve hissi aramak için hayatın geri kalanını mat’ın dışında bırakma düşüncesi de bonus.
not: shavasana'da kalmayıp koşa koşa salondan çıkanlara kızmamak da sürece dahil.
şimdi ve burada olmak dedikleri şeye çok yakın: çok popüler tabirlerden birisi de bu. mindfulness da diyorlar. yoga kadar “şimdi ve burada” olunan çok az şey var bence.
5 duyu ile anı deneyimleyip, ortam, zaman, duygu oryantasyonunu sağlamak pek çok disiplinde arananlar arasında.
bir asosyalin günlüğü
-
12:00 uyandım.
12:01 bilgisayarı açtım.
18:00 kahvaltımı yaptım.
03:00 uykum geldi, bilgisayarı kapadım, yatıyorum.
(bkz: umutsuz vaka)
uzun süre doğruluğuna inanılan ebeveyn yalanları
-
bak aklıma bir tane daha geldi. tabakta bırakılan pirinçleri öbür dünyada kirpiklerinle toplamak :)
tv8 4 büyükler salon turnuvası
-
beşiktaş'ın kalesinde fevzi tuncay'ın olduğu turnuva. salon turnuvasında bile rahat yok mk.
kombiden sıcak su gelene kadar israf olan su
-
kovaya doldurup, duş - banyo sonrası banyoyu temizlemekte kullandığım sudur. böylece israf da olmamış oluyor. içim rahat bu yüzden.
emo'luktan ceo'luğa giden uzun yol
-
incedir.
(-_\\).............................. ($_$)
türk dizilerindeki aşırı zenginlik
-
var böyle bir şey. hangi diziyi açarsanız açın (izlemeniz şart değil) kesinlikle abartılı bir zenginlik mevcut. her dizide en az bir (havuzlu) villa, bir iş merkezi/holding, birkaç iş adamı/kadını, lüks otomobiller, lüks hayatlar...
abi, biz sıdıka, mahallenin muhtarları, bizimkiler, perihan abla, çiçek taksi gibi gündelik hayatta sıkça görebileceğimiz yaşamları ele alan dizilerle büyüdük ama son yıllarda belki de 2000'lerden sonra lüks hayat sürekli bilinçaltımıza itelenir oldu. bu dizilerde yoksul bir iki karakteri o yaşamın ortasına bırakıp hikâyeyi buna göre yürütüyorlar. genelde bu tipler de tüm zengin hayat önündeki engelleri alt eder, onlardan biriyle evlenip, kendisi de o zenginliğin bir parçası olur. doğu'da töreden kaçıp istanbul'da zengin iş adamlarının kucağına düşerler, batı'da kızın biri tam da bu zenginliğin içindeki adamın oğluna vurulur, üniversitede bitirmiş biri hemen bu holdinglerde iş bulur ve ne hikmetse patrona aşık olur... apartmanda yaşayan kimse mi yok aranızda amk ya! bi' biz miyiz fakir?
lan, sıdıka'da evin içinde bir odun sobası vardı ve sıdıka annesiyle karşılıklı çamaşırları katlarken muhabbet ederdi; odasında bir ütü masası yer alırdı; kanepelerinin üstüne serili danteller mevcuttu. şimdiki diziler halkın yaşamından bu kadar uzakken bu kadar popüler olup reyting alabilmeleri tamamen fakir halkın o yaşama özentisinden başka bir şey olmasa gerek. neredeyse orta ya da alt tabakanın yaşamını ele alan dizi mevcut değil. sırlar dünyası filan vardı gerçi.*
köpektaparların skandal ses kaydı
-
önce sokak köpekleri sonra da bu it taparlar toplanmalı. bunlar topluma zarar kişilerdir.