hesabın var mı? giriş yap

  • eğer gece ağrılarım yoksa,
    vücudum uyuşmamışsa uyuyabilmişsem;
    gece mide bulantısıyla uyanıp kusmamışsam, sabah yemek yiyebilmişsem…
    aynaya baktığımda saçlarım varsa ve kaşlarım kirpiklerim.
    ne çok şeye sahibim?

    ne çok şeye sahibim.
    bu dünyada su içerek aldığım kemoterapi ilaçlarını atmam gereken fakat bir yudum su içemediğim, çünkü midemin almadığı zamanlar da yaşadım.

    normalliğin, rutinin sihrine hep inandım. ancak standart donanımlara sahip her insan gibi düzgünce uyuyup uyandığım dağınık saçlı sabahlarımı çok özledim. çok özledim.

    bir sabah kanser oluyorsunuz ve söylendiğiniz tüm normalleriniz hastanenin camlı vitrininde unutulmuş kurumuş bir çiçek gibi solup gidiyor.

    kemoterapiye gittiğim günlerde hastanenin camlı vitrininde, sevinçle yollanmış ama sahibine ulaşamadan solmuş çiçekleri her gördüğümde aklıma kendim geliyor.

    kendime not: yaşamanın kolay olmadığı bu hayatta en önemli şey kendimim. vitrinimdeki çiçekleri asla soldurmayacak, kendimi asla söndürmeyeceğim.

  • ben anlamıyorum lan. 35 yaşındayım, kendimi bildim bileli her yıl atatürk'ün yeni görüntüleri çıkıyor.

    olm napıyosunuz, tüm arşivi buldunuz da parça parça mı piyasaya sürüyorsunuz, yoksa harbiden yeni yeni mi keşfediyorsunuz? yemin ederim tsk pazarlamanın dibine vurmuş.

  • gece gece okurken beni sinir krizine sokan başlık. ortaokuldayken voleybol takımına girmiştim, gerçi girmemle çıkmam bir olmuştu çünkü babam şort giymemiz gerektiğini öğrenmişti. tayta bile ikna edememiştim ve bırakmak zorunda kalmıştım. sonra da dışarı çıkmam yasaklanmıştı :) sırf voleybol oynamak istedim diye. ha oynamaya devam etsem vargas mı olacaktım hayır. ama belki kızları izlerken içim bu kadar buruk olmazdı. olabilecekleri bu kadar düşünüp kendimi üzmezdim.
    burada atıp tutanlara sesleniyorum: bu ülkenin kızlarının yaşadıkları bunlar. yardımcı olmuyorsunuz bari çenenizi kapatın ve sevinenlere karışmayın.

    bu ülkenin ağ tutmuş zihniyetiyle hiçbir şey yapılmaz.

  • öncelikle, veranda ne amk diyecekler için; (bkz: veranda)

    ya ben köy evlerinde bile çok az gördüm bunu. geçenlerde bi çiftlik evinde görür gibi oldum onu da pimapen ile kapatmışlardı amk. bir de teoman kafası iyiyken bir kır evinde görmüş bunu ama nası uçuyorsa orada bi rüzgar gülüne rastlamış konuşmuş falan. yani o da görmemiş..

    her neyse bence amerika'yı amerika yapan şey aha bu verandadır arkadaşım. babanla bir sorunun mu var, otur veranda da konuş. ananla mı var gel verandaya bağır çağır, düşmanın mı var al silahı verandaya otur...

    sen bildin onu filmlerden, beyaz boyalı, sallanan koltuk var orada en yaşlı insan oturuyor. 20 sene sonra gelmiş evlat hesap soruyor,şurada bana tokat attın, orada beni mahçup ettin burada bok ettin diyerek.. tanıdın tabii.

    türkiye de veranda olmayınca ne oluyor, salon var babaya hesap sormaya geliyorsun altı ay sonra ( bizde öyle 20 sene 25 sene ayrılık olmaz en babası bi bayram arası) ülke tv açık. salondaki büfe enerjini alıyor kafadan, büfe ne amk diye düşünürken az yumuşuyorsun, koltuk örtüsünün üstündeki kırlent, bardakların üstündeki dantel, ülke tv spikerinin naif ve mıymıntı sesi derken odaya girdiğinin 10. saniyesinde yumuşuyorsun. bir de anan poğaça viriyim ayrana katık eden mi diye sorunca ne oluyor, hesap soramıyorsun. ömrünce taşıyorsun o ağırlığı.

    amerikalı o verandadan zıpkın gibi çıkıyor. sorunlarını halletmiş, herkes bir diğerini bağışlamış diyor ki sorunum yok madem gideyim afganistan'ı işgal edeyim diye süper güç oluyor, uzaya çıkıyor adam. onun için veranda mecbur tutulmalı. 38 katlı apartmanın hemen giriş kapısının yanında bi veranda olsa fena mı olur?

    neyse bi şarkı ile bitireyim, bir kır evinin verandasında bir rüzgar gülüne rastladım, insanmışçasına konuşmaya lay lay lay..

  • ukrayna’da 1941 sezonu, alman işgali yüzünden yarıda kaldı. ülkenin en ünlü takımı olan dinamo kiev’in oyuncularından bir kısmı cepheye savaşmaya gitti. diğerleri de şehirdeki yer altı partizan güçlerine katıldı. bunlardan yakalananlar darnitsa kampına gönderildi. yakalananların bir kısmı öldürüldü, bir kısmı toplama kamplarına gönderildi, bir kısmı ise kiev’de serbest bırakıldı. işte bu serbest kalanlar, 1942 haziranında fc start’ı kurdular. 11 oyuncunun 8’i dinamo kiev, 3’ü de lokomotiv kiev oyuncusuydu. start, şehirdeki işgal birlikleriyle maçlar yapıyordu. rakipleri genelde romanya, macaristan ve alman güçlerinin çıkardıkları takımlar oluyordu. start bu maçları 9-1, 11-0, 6-0 gibi çok farklı skorlarla kazanıyordu.

    6 ağustos’ta start, nazi askerlerinden oluşan flahelf takımıyla yaptığı maçı 5-1 kazandı. nazi askerleri, start’ın bu galibiyetlerinin mihver devletleri güçlerinin moralini bozmasından ve şehirde bir direnişe yol açmasından endişelenip rövanş istediler. maç 3 gün sonra, 9 ağustos’ta oynandı. diğer maçların aksine, maçta çok yoğun nazi askeri tedbirleri alınmıştı. maçı nazi subayları da seyrediyordu ve hakem de bir nazi subayıydı. maçtan önce hakem start’ın soyunma odasına girdi ve seremonide nazi selamı vermelerini emretti. start’ın oyuncularının bu selamı vermemesi nasıl bir maç olacağının habercisiydi.

    escape to victory filmini seyredenler bilirler, filmde hakem almanların futbol kurallarına sığmayan aşırı faullü oyununa göz yumuyordu. kafalar yarılıyor, formalar yırtılıyor, almanlar arkadan çift dalıyor, start oyuncuları yerden kalkamıyor, hakem maçı bırakın faul çalmak, tedavi için bile durdurmuyordu. 9 ağustos 1942’de, aynen böyle oldu. fakat devre arasına start 3-1 önde girmeyi başardı.

    devre arasında soyunma odasına gelen bir nazi subayı, start oyuncularına şunları söyledi:

    “almanlar olarak yeteneklerinizden çok etkilendik. fakat bu maçı kazanmayı düşünmemeniz gerektiğini bilmeniz gerekir. eğer bir galibiyet alırsanız, sonuçlarına katlanmalısınız.”

    2.yarı iki takım da 2şer gol attı ve skor 5-3e geldi. maçın bitimine birkaç dakika kala kievli defans oyuncusu klimenko topu aldı, 4 alman oyuncusunu çalımladı, kaleciyi de geçtikten sonra kale çizgisinin önüne kadar geldi. topu kaleye itmek yerine geri döndü ve orta sahaya doğru vurdu. hakem de bu pozisyonla birlikte 90 dakikanın tamamlanmasını beklemeden maçı bitirdi.

    kiev’li oyuncular, filmdekiler kadar şanslı değillerdi. ertesi hafta oynayıp 8-0 kazandıkları bir maçtan sonra bütün takım tutuklandı ve babi yar’daki sirets toplama kampına gönderildi. işkenceler ve infazlar çok hızlı başladı. ilk öldürülenlerden biri de klimenko’ydu. o takımdan sadece 3 oyuncu savaş sonrasında sağ kalmayı başardı. start, sonuçlara katlanmıştı.

  • üçü birleşip bedavaya bir temiz sizi dövseler nasıl olur? bence daha iyi olur.

    adam zengin, tuzu kuru. "nizamettin'den aşa kasımpaşa" diye geziyor ortalıkta tabi.

  • 1993-94 eğitim öğretim döneminde ilkokula başlamıştım babam hergün 500 lira verirdi. simit ise 1000 liraydı. hacı abi diye bir adam vardı simit satardı ilk teneffüs okulumuz çok küçük kantini olmayan bir okul olduğu için sadece simit alabilirdik. hacı abi ilk zamanlar bana yarım simit verirdi. sonraları ise vermemiş, geri kalan yarısını satamıyorum kimse senden başka yarım simit almıyor demişti. bende bana göre fazla harçlık alan arkadaşlarımla ortak simit alır arkadaşa aldığım simitten yarısını verirdim. benim sayemde bir buçuk simit yiyen çok arkadaşım oldu. ikinci dönem 500 lira tedavülden kalkınca çok sevinmiştim. çünkü babam artık bana 1000 lira veriyordu. ama simit 2500 lira olmuştu. enflasyonu daha 7 yaşında tatmışım. şimdi ne zaman simitçi görsem fazla fazla alır etrafımdaki çocuklara veririm. belki ceplerinde sadece yarım simit parası vardır diye.

    edit; imla.

  • yeni projem. elektrik zaten jeneratörün dönmesi ile üretiliyor. dünya da boşa dönüyor. bu iki olayı birleştirdiğimizde elektrik üretilebilir. tabi öncelikle günah olup olmadığını öğrenmek lazım.

  • benim babam bana kızar ve bir şeyi beceremediğimde bana "çöçe" derdi.
    ağzını çok şapırdatırdı. ama bizden ufacık bir ses duysa çok sert tepki verirdi.
    çok sertti babam çok sert.

    salak bir devlet hastanesinde, salak bir asistan bizi başından kovmak için hastanenin kantinine gönderdi. sonra orada beklerken bir kaç kız ile geldi. hemen yanına gittim. babamın filmleri ne oldu diye. canı sıkıldı kızların yanında ona yaklaşmama. birazdan yanıma gel diye bana emir verdi.

    tostunu çayını bitirip kızlarla muhabbetini bitirmesini bekledim ve iki adım arkasından merdivenle yukarı çıkıyoruz. annemle babam orada kantinde sırada oturuyorlar.

    yukarı çıkarken salak doktorun, salak asistanı, babamın beyninde kocaman bir ur olduğunu 3 ay bile yaşamayacağını, maç skoru söyler gibi söyledi. biraz biliyordum durumu ama böyle de söylenmezdi ki.

    neyse filmleri aldım. annemle babamın yanına gittim. hiç çaktırmadım onlara.

    babam durumu anladı ve

    "size ben doyamadım ki" dedi sadece.

    ameliyatlar kötü günler ve ben "çöçe" ellerimle ona biraz da olsa yemek yedirebildiğimde "şapırdatmasından hoşlanırdım". sadece biraz yemek yedi diye. sadece 3 ay sürebildi zaten.

    yani dediği tüm kötü sözleri kızmaları değil de "bize doyamadığını" söylemesini unutmamam.

    budur.

    ----

    edit: doktorlar kızmasın ama salak olan kişi salaktır. salak olmayan salak değildir. doktorluk teferruattır.