hesabın var mı? giriş yap

  • evet sigarayı bırakan sevgili arkadaşım. ara ara bu başlığı yokluyorsun biliyorum. sakın kararından kuşku bile duyma aynen devam. beklenen yarın çok yakın. kazananlardansın.

  • beyaz adam en son ne zaman bu kadar dogal, katiksiz ve ic gudusel, ve dolayisiyla "animalistik" bicimde ve mutlu bir sekilde komunel birsey yaptigini hatirlayamaz. and1 videolarinda gosterilen basketbol sahalari, etrafindaki seyircisiyle birlikte bir organizmadir ve mutludur, enerjiktir, nietzsche tabiriyle "life affirming"dir. beyaz adam ancak bundan kar elde eder, ya da izleyerek (aktivitenin kendisiyle bedenen ilgilenmeden) tuketir.

  • taş. bildiğimiz ufak çakıl taşı, bir değeri de yok lan, 15 -16 yaşlarında yolda okuldan tekmeleye tekmeleye eve kadar getirdim, sonra da sahiplendim.

  • kamuoyu araştırmalarından gereken cevabı aldığını göstermiştir.

    1 nisan'dan beri söylüyorum; seçimi tekrarlatmak akp'ye sadece oy kaybettirir.
    bunun alt yapısını yapıp anket şirketlerine gizliden nabız yoklattılar ve tutmadı bu sefer.
    halk "bir dur bakalım" dedi.
    istanbul hayırlı olsun!
    hayırlı olsun türkiye!

  • yer birkaç sene önce monako.
    tesadüf eseri bindiğim takside bach çalmaktadır ve şoför ikizi kadar gerard depardieu'ye benzemektedir, ama baya bir genç halidir. bach hastası ve gerard hayranı biri olarak şoför bey'i hayranlıkla izlerken ön koltukta gabriel garcía márquez'in yüzyıllık yalnızlık kitabını görürüm. sohbet etmeye başlarız, türk olduğumu duyunca nazım hikmet'den orhan pamuk'tan bahsetmeye başlar. adam orhan pamuk'un tüm kitaplarını okumuştur, en sevdiği kitabı ise benim adım kırmızı'dır. türkiye'de taksilerde ibrahim tatlıses o da olmadı ankaralı turgut duymaya alışmış bünye bayram etmektedir. bu arada konu şaraplara gelir, adam bana birkaç güzel şarap önerisi bile yapar. ben mavi ekrana bağlamak üzereyken gideceğim yere varmamızla yolculuğumuz ve ne yazık ki aşkımız sona erer.

  • edit: yazdığınız onlarca mesaj için teşekkür ederim. artık benim için önemli değil, o zamanlar mı güzeldi yoksa biz mi güzeldik bilmiyorum. ama şu an için çok önemli gelmiyor. sadece farklı bir anı gibi... arkadaş ortamında anlattığımda dinleyen bile çıkmıyor ama burada okuyup o anları benimle tekrar yaşayan herkese sonsuz teşekkürler.

    ...

    senesini, hatırlamak istemeyeceğim kadar eski zamanlardayız. çünkü gencim o zamanlar.
    mesela facebook tüm dünyada kullanılan ve kabul edilen tek sosyal medya adresi. youtuberlar yok henüz, google sonuçları böyle değil ve annem hala hayatta.

    norveçteyim. şimdi norveçe gitmek kolay mıdır bilmiyorum ama biz giriş yapabilmek için inanılmaz zorlanıyoruz. kuzey ışıklarını görmeyi çok istesek de hem ekonomik hem de bazı başka sebeplerden ötürü göremiyoruz.

    bende kuzeydeki rastgele şehirlerde çektiğim fotoğraflarımı atıyorum facebooka bir de arada internette bulduğum kuzey ışığı fotoğraflarını atıyorum. gidemesem de gitmişim gibi yapıyorum.

    fotograflarımın altında amca oğlumun yorumu da var. üni de kıs kan dım yazan arkadaşlarda yazıyor. havam binbeşyüz!

    şehrini tam hatırlamasam da hala norveçteyiz...

    bir gün yola beraber çıktığım arkadaşımın annesinin durumunun ağırlaştığının haberini alıyoruz. o zamanlar çok paramız olmasa da yine de kendimizi idare edecek kadar paramız var. arkadaş bu acı haberle türkiye'ye dönmek istiyor.

    cüzdanımda kalan paranın büyük bir kısmını arkadaşa uçak bileti alsın diye veriyorum. arkadaşın facebooktan tanıştığı kızın evinde tek başıma kalıyorum ve söz verdiğim çıkış tarihine 48 saatten az kalıyor.

    o akşam ev sahibemden laptopunu istiyorum. facebookta üniversiteden bir arkadaş norveç'te misin? norveçteysen bana telefon numaranı yaz diye bir mesajını görüyorum. üstelik on dakika önce gönderilmiş! telefon numarası yazıyorum ve yirmi dakika sonra arıyor arkadaş. başta konuşamıyoruz sonra ben onu arıyorum öyle daha rahat iletişim kuruyoruz.

    hoşbeşten sonra osla'ya uzak mısın? diye soruyor. birkaç saatlik mesafedeyim diyorum.

    patronum avrupa'yı geziyordu. en son oslo'da kayak yaparken ayağını kırmış. ona şoförlük yapar mısın? diyor.

    yapmaz mıyım? hostel bulmaya çalışmadan para denkleştirmeye çalışmadan birkaç şehir görmek hiç fena olmaz diyorum ama içimden.

    arkadaş diyor ki, patronum konaklama ve yemek ücretini karşılayacak ve bu süre içerisinde sana iki bin dolar para verecek diyor.

    patron dediği kişiyi şu an ara ara televizyonda görüyorum ama ismini söyleyemem. neyse bu patronun görmek istediği on şehir kalmış. kayak yaparken ayağını kırınca tüm planı yerle bir olmuş. ayağını kırmış dediği de basit bir çatlak gibi görünüyor ama uzunca süre ayağını aşağıda tutamıyor adam. yolculuğun kalan kısmında birkaç saatlik yolu on saatte yürüyerek beni sinir krizine sokmayı başarıyor.

    adamla oslo'da buluşuyorum. büyük bir arazi aracı ile yolculuğumuza başlıyoruz. oslo'dan kuzey batıya doğru yolculuğa başlıyoruz. ilk durağımız borgund stave kilisesi oluyor. burada patronun çok samimi bir arkadaşının evinde geceyi geçiriyoruz.

    muhteşem bir gece geçiriyoruz. ışık muhteşem insanlar harika ve yemeklerde öyle. ertesi sabah daha batıya devam ediyoruz. sapsarı ağaçların arasında muhteşem bir tabiat parkında kitap okumak istediğini söylüyor patron. tam bir paket sigara içiyorum. 12 saat boyunca aralıksız kitap okuyor.

    akşam borgund'a geri dönüyoruz. patron yine kitap okumaya başlıyor. sabaha kadar kitap okuduğu için öğlene kadar onun uyanmasını bekliyorum.

    bu sefer kuzey doğuya doğru yolculuk başlıyor. inanılmaz tünellerden geçiyoruz. tünellerden sonra aralıklarla ef sa ne göl - göletlerin önünde buluyoruz kendimizi patron "dur burda" diyor. çoğunlukla elindeki navigasyon aletine bakıyor. dağ tepe tırmanıyoruz. kimsenin olmadığı sanki zamanın mekandan soyutlanıp çıktığı bir hiçliğin ortasında buluveriyoruz kendimizi.

    fazlasıyla kendini tamamlamış bireyin yancısı rolünde olsam da patronu çok iyi anlıyorum. gittiğimiz yerler alelade gidilecek yerler değil gibi geliyor. sigara yakıyorum.

    benimle çok çok az konuşuyor. ikinci günün sonunda bana cüzdanını emanet ediyor. istediğim gibi alışveriş yapabiliyorum. fazladan bir kuruşunu bile ceplemiyorum. sadece daha kaliteli sigara alıyorum. bu arada norveçte sigara bulmakta kolay değil. neyse bu sonranın konusu.

    öyle tüneller var ki norveç'te insan bazen kendini sorguluyor. 27 kilometre boyunca devam ediyorsun. daha kuzeye çıkıyoruz.

    bu sefer gitmeden telefon etmemiz gerekiyor. muhteşem bir şelalenin önünde bir adam çok eski (antika) bir araçla bizi bekliyor. patronla çok samimi konuşuyor. ilk kez onun kahkaha attığını görüyorum.

    torstein'deyiz. hayatımda ilk kez varlığımı sorguluyorum. sigara yakıyorum. derin bir nefes çekiyorum. hava o kadar soğuk ve zaman o kadar yok ki. korkuyorum.

    sonra tyin gölüne ve tyinkrysset köyüne varıyoruz. tamamı ahşaptan yapılma basit bir otelde iki gün kalıyoruz. patron artık yakında vedalaşacağımızın sinyalini vermeye başlıyor.

    biraz daha yolculuğumuz sürüyor. adını hatırladığım hatırlayamadığım pek çok noktada durup kendimizi dinliyoruz. geçen onca sürenin ardından gerçekten kötü damak tadı ve tek düze yemekler yüzünden sürekli olarak yüzümü buruşturuyorum.

    birkaç gün sonra utladalen vadisine varıyoruz. bembeyaz ağaçlar yeşil bir gökyüzü ve acayip tonlarda bir ırmak karşılıyor bizi doğa sanki burada renklerin kontrastını açmış gibi biraz. bu sürede patron iskandinav mitolojisinden bilgiler veriyor bana dinliyor gibi yapıyorum ama sallamıyorum fazla.

    ayrılma vakti geliyor. patron bana söz verdiği paranın neredeyse 5 katını bir zarf içinde veriyor. zarfın içine kartını da koyuyor. istanbul'a gelirsen mutlaka ara beni diyor.

    utladalen kamp alanı ile oslo arasını tek başına gitmem gerekiyor. çünkü patron burada bir süre kalacağını söylüyor. beni postalıyor yani.

    oslo'ya yaklaşık 400 kilometrelik bir yol var. istersem yolda konaklayabileceğim birkaç noktanın bulunduğu bir not kağıdı da veriyor. aracı aldığım markete teslim ediyorum. patron market sahibine bana sigara hediye etmesini rica etmiş. sigaramı alıyorum.

    artık kuzey ışıklarına doğru özgürce yolculuk yapmanın vakti geliyor. sonradan gitsem de fotoğraf çekmiyorum. facebook'a atmıyorum.

  • ölüm bütün insanlar tarafından korkulan bir olaydır.din ya da yaşam görüşü farketmez.

    ama şahsi kanaatimce insanın ölümden korkmasının en önemli sebebi diğer insanların yaşamayı sürdürüyor olmasıdır.yaşamın sürüyor olmasıdır.

    tüm yaşamın sona ermesine sebep olacak bir olayın beklendiğini düşünün, hiç bir çarenin olmadığı.tahminimce insanlar sakince ölümü bekler.ama mesela afrika kıtasının bu olaydan zarar görmeyeceği bilinirse bu defa korku insanı yine tetiklemeye başlar.

    belki de ondandır dinlerde kıyamet gibi yaşamın sona ereceği bir anın vaadedilişi.