hesabın var mı? giriş yap

  • adamin biri sinemaya gider. tam sinemada film baslarken önüne saçini kazitmis biri oturur ve sinemanin isiklari bu saçini kazitmis adamin kafasina vurur... arkasindaki adam bir turlu filmi izleyemez. adam içinden "sunun ensesine bi tane yapistirayim" der sonra "oglum adam iri yari... ellese bile beni parçalar" diyip vazgeçerken yanina temel oturur..
    adam temel'e donup "su kafasini kazitmis adamin ensesine bi tane vur sana 5 milyon verecem" der.
    temel de dayanamaz adamin ensesine bi tane yapistirir ve devam eder "ulan hasan sen burada miydin" der. adam donup ;
    "ne hasani kardesim" der
    temel de "pardon kardesim karistirdim" der ve adam onune donunce 5 milyonunu alir.
    adam dayanamaz ve temel'e donup "kardes bi tane daha yapistir sana 10 milyon verecem" der.
    temel bi tane daha adamin ensesine vurur ve ilave eder "hasan sensin be yeme beni"
    adam donup "hasan degilim kardesim be " diyip on koltuklardan birine oturur. temel'in yanindaki adam artik filmi birakip bu kafasini kazitan adami aramaya baslar ve bulur hemen temel'e donup "bak kardesim iste oraya oturmus. git ensesine bi tane daha vur sana cebimdeki tüm parayi verecem" der.
    temel hemen kafasini kazitmis adamin arkasina geçip ensesine bi tane yapistirip
    "ulan hasan burda miydin, ben de yarim saattir arkadaki adami sen sanip ensesine vuruyorum"

  • 2008 yılında abd'deydim. çinli bir arkadaşa 5 lira gösterdim. kaç dolar ettiğini sordu ben de aşağı yukarı 4 dolar ediyor dedim. adam hayranlıkla vay be bizde 1 dolar 50 bin yuan ediyor demişti.

    edit: 1 dolar o zamanlar 7 yuan falandı diye yazanlar olmuş. baktım cidden öyleymiş. olayı çok net hatırlamama rağmen hangi para birimininden bahsediyordu tam hatırlayamıyorum. eleman çinliydi ama hong kong veya tayvandan gelmiş de olabilir.

  • en kötüsü abimin abime yaptığıdır.

    büyük abim küçüğüne şemsiye verir. "al bak bu paraşüt, atla." der. öbürü şemsiyeyi açıp sıkıca tutar ve birinci kattan atlar akabinde yere çakılıp ağlamaya başlar.

    edit: düşen abim mesaj attı, tom ve jerryde görmüştüm o zamanlar makul gelmişti dedi.

  • hahaha ingiliz burnu ile foça merkez yürüyerek 20 dk. hadi 30 dk olsun. azcık adım atsan ileride hemen tekel filan var zaten.

    habere bak mahsur kaldılar, ölüyorlar. ciddi ciddi uzak bir yer olsa, toplanıp o taş bariyerleri kenara çekmicekler demek.

    edit : eski foça diye bir yer yoktur. orası foça'dır. he bide yeni foça var. eski yok ama.

  • ''dedeme -sana mahalleden suriye uyruklu bayan bakalım dedim, - acele etme hele ukrayna'da karışık dedi.''

    not: aynı dedenin torunları değiliz.

  • bu filmin türk sinemasında yeri ayrıdır. gerek ahmet uluçay'ın çok özel bir insan olması gerek sinema sevgisi yönünden. bu film bir taşra güzellemesi değil. çünkü güzelleme yapmak yada yermek izleyicide bir his uyandırmak bir düşünce oluşturmak için yapılır. bu samimi filmin ise öyle dertleri yok. size bakın işte umut dolu çocuklar haydi onların peşine takılın ve bilet paralarınızı bırakın demiyor. böyle bir hikayem var ve bunu bu şekilde anlatıyorum diyor. bu kadar. ayrıca bu film bir sinema tutkusunu da anlatmıyor. tutku buyurgandır. bir şeyleri elde etmeye çalışır. bu film sinemaya sevgi konulu bir film. recep, nihal'i nasıl seviyorsa öyle bir film. bu filmin her bir karesi sevdiğin şeye uzaktan da olsa bakış atmanın mutluluğunu yansıtıyor.

    film taşra güzellemesi değil dedim ama köyün ve kasabanın güzelliklerini es de geçmiyor. televizyonlarda bir ara ege dizisi furyası vardı hatırlarsanız. istanbul'dan giden oyuncular ege şivesi yapmaya çalışıyordu. bu filmde ise böyle bir dert yok. yönetmen şive problemini en başta direkt olarak oranın insanıyla çalışarak çözmüş. çoğunlukla maddi imkansızlık tabi. elinde imkan olsa tanınmış birkaç oyuncu eklerlerdi filme. ancak bu filmde bu bir problem değil. çünkü başka alanlarda hadikap olabilecek amatör oyuncu seçimi bu filmde bir avantaja dönmüş. şimdi lafı fazla uzatmadan spoiler ibaresini bırakıp filmi incelemeye geçeyim.

    --- spoiler ---

    filmin konusu şöyle; kütahya'nın bir köyünde yaşayan recep ve mehmet sinemaya aşık iki çocuktur. ellerindeki imkansızlıklara rağmen köylerinde sinema salonu işletmek istemektedirler. film de onların bu çabasını konu alır. öncelikle şunu söyleyeyim. filmdeki çocukların çabası ve bir şeyleri başarma isteği çok güzel işlenmiş. ayrıca büyüme sancılarını da görüyoruz. recep birazcık daha umutlu. mehmet ise tam bir kara komedi unsuru. içinde bulundukları durumdan her an bir mizah malzemesi çıkarıyor.

    ancak senaryonun aksayan yönleri de yok değil. mesela filmin ilk kırk dakikalık kısmında çok bir hareket yok. doğru, film geri kalmış bir kasabada geçiyor ve iki çocuğun çok bir imkanı yok. bunun içinde sıkıcılık göstermeniz lazım. ancak çocukların çabalarını daha çok görsek güzel olurmuş. sonuçta tek dertleri bir filmi saniyede 24 kare göstermek değil. film yapmak, senaryo yazmak "rejisör" olmak gibi istekleri de var. hikayede bu kısımlara daha çok yer verilse daha güzel olurmuş. yani recep'in sürekli çaya çağrıldığı sahnelerin yerine en azından filmin sonundaki gibi hayal kurdukları sahneler olsa filmin sinemaya nasıl adandığı daha güzel anlaşılırdı.

    filmin teknik kısmından bahsedecek olursak filmde herkesin bildiği bazı aksaklıklar var. doğru. ancak ben bu aksaklıkları hiçbir zaman problem gibi hissetmedim açıkçası. bazı yerlerde frame atlaması falan oluyor hatırlıyorsanız. bu kısımlar bana sanki recep'le mehmet filmi oynatıyormuş da karelerden birini bağlamayı unutmuşlar gibi hissettirdi. bu da filmin anlatmayı tercih ettiği konudan dolayı böyle tabi. o kadar sağlam bir sinema sevgisi var ki filmde pc ekranında izlerken bile arkada akan pelikülün sesini duyabiliyorsunuz.

    bir de filmin müziklerinden bahsetmek lazım. güzel bir "beyaz giyme toz olur" yorumu var filmde. muhtemelen başka beste yaptıracak imkanları yoktu ancak bu türkü filmi çok güzel desteklemiş. o yüzden türkünün film boyunca sürekli kullanılması rahatsız etmiyor sizi. hatta ikinci üçüncü tekrarında siz de eşlik etmeye başlıyorsunuz.

    --- spoiler ---

    film hakkında yazmayı bitirirken şunu söyleyeceğim. nuri bilge ceylan taşrayı alıp filmlerine taşıdı ve muazzam başarı yakaladı yurt dışında. ahmet uluçay da taşrayı çok iyi tanıyan ve farklı bir yönden anlatan bir yönetmendi. güzel ödüller de aldı bu filmle ve önü açıktı. maalesef ki ömrü kısa sürdü. hayatta olsaydı muhtemelen nuri bilge, zeki demirkubuz gibi yönetmenlerle birlikte anılan biri olacaktı ve türk sinemasında farklı bir alan açacaktı. bir film yaptıktan sonra aramızdan ayrılması da bizim üzüntümüz olarak kaldı.

  • görüntüleri izledim dayak mayak yok beyler. bu olayla beraber sosyal medya'nın güvenilmezliği de kendini göstermiştir. duyarlı gençlerimiz otu boku linç etmeye bayılıyorlar.