hesabın var mı? giriş yap

  • amk öyle bir ülke düşünün ki sikini kaldıran önce vatandaşa çeviriyor lan. ülkeye bak.

  • bu mektupları sağda solda okuduğum alıntılar nedeniyle okumayı çok istiyordum fakat üstünkörü vikipedi' den milena ve franz'ın hayatlarını - ilişkilerini okuyupta ikisinin de bu mektupların yakılmasını istediğini öğrenince okumaktan vazgeçmiştim. onların okumamızı istemediği şeyleri, özellerini okumak etik gelmemişti.

    merak ettiğim bir şey vardı ama. bu aşk gerçekten karşılıklı mıydı? karşılıklı olmasına rağmen mi sürmüştü onca zaman franz kafka'nın büyük aşkı. ve şayet öyleyse neden kavuşamamışlardı?

    bir gün başka bir kitap alırken ilişki gözüme, sinirim de tepemdeydi ve dayanamayıp aldım, okudum. yazmamın nedeni, yukarıda yazdığım soruların cevabını benim gibi merak edenler varsa, bir kadın gözüyle (milena'nın gözüyle) mektuplar ışığında kendimce yorumlamak. zira "çok büyük bir aşk" olarak tanımlanıyor bu ilişki ve öyle olmadığını düşünüyorum ben. hatta buna eminim. en azından bu milena jesenka için öyle değildi. franz içinse, büyük olsa da gerçek değildi. biri bana bu soruların cevabını verseydi, sanırım merakıma yenik düşmez ve bu mektupları okumazdım.

    evet, neden böyle düşündüğüme gelince;

    milena, franz ile buluşup birkaç günü beraber geçirdikten sonra; mektuplaşmalar tüm hızıyla devam ederken, aşkın görünürde doruk noktada olduğu bir aşamada franz'ın en yakın arkadaşı max bord ile mektuplaşıyor. o aşamada zaten hükmünü vermiş bu ilişki için franz hakkında. ama öncesinde de franz'ın doktorundan sağlık durumunun hiç de iyi olmadığı bilgisini alıyor. ikinci, yani son buluşmadan sonra; franz'ın yazdıklarından, milena'nın bu ilişki hakkındaki fikirlerinin olumlu ise bile değiştiğini görmek hiç zor değil. fakat franz'ın hastalığının ciddi olduğunu bilmek muhtemelen kendisinde psikolojik bir baskı oluşturuyor ve yazışmalar birkaç ay daha bu yüzden devam ediyor; ta ki franz kendisinden yazmamasını isteyene kadar. sonrasında da çok uzun aralıklarla çok resmi yazışmalar var, ilişki boyutunda değil.

    milena'nın max'a yazdığı birkaç satırdan alıntı yapacağım. bu yazışmalar ilk buluşmadan sonra, son buluşmadan önce, arada birkaç hafta var zaten ikisinin arasında.

    --- spoiler ---

    "çalıştığı yerde en ufak sorunlar bile onun gözünde devleşirdi, hatırlıyor musun? bir iş adamı gördüğünde telaşlanır, tıpkı bir çocuğun lokomotif karşısında duyduğu hayranlık gibi karışık duygular yaşardı"
    --- spoiler ---

    *************
    milena güçlü karakteri olan bir kadındı, korkusuzdu. yazdıkları yüzünden nazi kampına alınan ve orada can veren bir kadın. franz aksine korkak, duygusal ve çekingen bir adam. franz'ın bu çekingenliği ve korkaklığı kendisini rahatsız etmiş çünkü karakteri güçlü kadınlar, aynı şekide hayatlarındaki adamın da öyle olmasını isterler ve öyle adamlara aşık olurlar.
    *************

    --- spoiler ---

    "bir ara çok kötü günler geçiriyordum. telgraf çekmiş, telefon etmiş, mektuplarımda yalvarmıştım. ondan gelmesini istemiş, ve "kalk gel" demiştim. "tanrı hakkı için, hiç değilse bir günlüğüne gel" demiştim. ona ne kadar çok yalvardığımı anlatamam. gelseydi benim için ne kadar iyi olurdu ama gelmedi. ona o sıralar çok ihtiyacım vardı. aklıma gelen her kötü sözü söyledim, sıvadım, yalvardım. bu nedenle günlerce uyumadığını biliyorum. üzüldü, kıvrandı, sayfalar dolusu mektup yazdı ama gelmedi, gelmedi, gelmedi... nedenini biliyor musun? çalıştığı yerden izin isteyemezmiş de ondan! müdürün karşısına çıkıp, bana geleceğini söyleyemezmiş! "
    --- spoiler ---

    *************
    burada kopmuş işte her şey. milena gibi bir kadın, aynı zamanda evli bir kadın; franz'a yalvarıp yakarmış, ona çok ihtiyaç duyduğunu söylemiş fakat aşkından ölen franz'ın önceliği olmamış. onun için müdüründen izin istemeyi göze alamamış, bir çocuk gibi korkmuş. aşkı için ölümü göze alan adam izin almayı göze alamamış. (ki ben milena'nın yazılarından, kolay kolay birine ihtiyaç duyup yalvaracak bir kadın olmadığını anlıyorum) böyle bir kadının yalvarışlarını geri çevirerek zaten baştan kaybetmiş.
    *************

    --- spoiler ---

    "ona ilk nişanlısına niçin aşık olduğunu sorarsanız, "çok çalışkan ve başarılı bir kızdı" şeklinde bir cevap alırsınız. çalışkan ve başarılı olmak onun için her zaman önemlidir. kocamın beni yılda yüz kez aldattığını, beni ve başka kadınları avucunun içine alıp oynattığını ona anlattığımda bile, yüzü hayranlık duyguları içinde parlıyordu. müdürünün daktiloda hızlı yazmasına hayran olduğu gibi, onu bu yüzden kusursuz bulduğu gibi; kocamın da çapkın biri oluşuna hayran olmuştu! franz yaşayamaz ama niye biliyor musunuz? yaşamak için mücadele edecek gücü olmadığından yaşayamaz. bu nedenle iyileşmesi çok zordur. franz bu şekilde çok yaşayamaz ve ölür. öyle olduğunu göreceksiniz."
    --- spoiler ---

    *************
    son nefesine kadar ideolojisi için yaşayan ve toplama kamplarında can veren bir kadını etkileyecek bir karekter değil franz göründüğü gibi. milena adete bir öğretmen bu ilişkide. kendi gücünü onda bulamıyor, yalnızca kocasında göremediği sadakati franz'da gördüğü için duygusal açlığını doyurmaya çalışıyor. franz da aynı şekilde, milena'nın güçlü karekterinden ve duruşundan etkileniyor. yani ikisi de kendilerinde olmayanın açlığı ile birbirlerine tutunuyorlar. birbirlerini sadece "o" oldukları için seviyor değiller.
    *************

    --- spoiler ---

    "bizim kendimizi koruyabileceğimiz bir olayda o kendini koruyamaz ve boş yere hırpalanır. sıkı sıkıya giyinmiş, zırhlar kuşanmış bu kadar insan arasında çırılçıplak dolaşan biri gibidir"
    --- spoiler ---

    bu kadar yeter sanıyorum milena'yı anlamak için. başta da söylediğim gibi bu satırlardan kısa bir süre sonra son bir buluşma var, ve sonrasında milena sadece vicdan ve merhamet duyguları ile yazışmaya devam ediyor bir süre daha franz ile. milena'nın kafka'ya yazdığı mektuplarını okumak mümkün olmasa da, duygularını anlamak mümkün max'a yazdığı mektuplardan. zira franz ölmeden birkaç ay önce milena aynı şekilde max'a gönderdiği bir mektupta "ayrılamazdım kocamdan, belki de kadın olmam bunu engelliyordu, belki de ölünceye kadar bir manastır rahibesi gibi yaşamaya korkuyordum. o günlerde ben de bütün öteki kadınlar gibi kadın olmak, kadınca yaşamak istedim" demiş. yani aşk olmadığı gibi tutku da yok bu ilişkide.

    ve son olarak franz hakkında bende nefret uyandıran bir detay var bu kitapta. onu da söyleyip bitireceğim.

    franz milena ile tanıştığında nişanlıymış ve milena'ya olan duyguları yüzünden kızı terketmiş. "kız" dedim evet çünkü franz milena'ya mektuplarında defalarca kez bu kızdan bahsetmesine rağmen bir kez olsun adı ile hitap etmemiş. hep "o kız" diye bahsetmiş. terketmesi yetmezmiş gibi, ayrılık acısı çeken kıza milena'nın adresini vermiş, ona yazması için. üstüne üstlük sonrasında milena'ya "sana yazarsa lütfen tatlı sert yaz, tatlıdan çok sert olsun" gibi bir cümle kullanmış mektupların birinde. ve bu da yetmezmiş gibi; kızın kendisine yazdığı üzüntü dolu mektubu milena'ya göndermiş, ve ona verdiği cevabın ne kadar sert olduğundan bahsetmiş. iğrenç.

    o kız, yani julie wohryzek asla böyle bir saygısızlığı hak etmiyordu. kimse hak etmez bunu. hiçbir kadın, hiçbir adam. ki julie şöyle bir cümle kullanan bir kadın franz'a. "seni bırakamam ama eğer beni gönderen sen olursan, o zaman gitmek zorunda kalırım. beni gönderecek misin?" yazık. böyle bir muamele görmek ne acı. kendisi milena ile kafka'nın aralarına girmeye çalışan bir kadın değildi ki, onun nişanlısıydı. evet franz kendisine aşık değildi ve ayrılması doğru bir hareketti belki fakat o kız yine de en azından adı ile hitap edilmesini hak ediyordu. ve mahremiyetinin saklanmasını... yazdığı üzüntü dolu mektupları milena'ya göndermek ne demektir?

    franz mektuplarının yakılmasını istemekte haklıymış zira kendisinden bu terbiyesiz hareketinden ötürü nefret ediyorum. okumamış olsaydım saygı duymaya devam edecektim edebi kişiliğine. kendisi başkalarının acılarının üzerine mutluluk kurulmayacağını öğrenememiş. en azından başkalarının acılarına saygı duymayı bilmeliydi. o yüzden milena'ya olan aşkının hiçbir değeri yok benim gözümde.

    uzun oldu sanırım. evet uzun olmuş, kimse okumaz bunu. ben ne ara yazdım bu kadar şeyi, onu da anlamadım, can sıkıntısı işte. başkalarının ilişkilerine kafa yorunca kendimi düşünmek zorunda kalmıyorum çünkü sanırım. sinirlenmiştim okurken, rahatladım yazınca, iyi oldu.

    üzülerek söylüyorum ki; ortada gerçek bir aşk falan yok. milena ezik bir sekreter olsaydı şayet julie wohryzek gibi, franz kendisine aşık olmayacaktı. bu ilişki sadece ulaşılmazlığın verdiği bir saplantı franz için. o süslü aşk cümlelerinin nedeni tamamen bu. ve gerçek aşk bu değil.

    haddim olmayarak; gerçekten yaşanmış içeriği olan bir kitabı yorumlamak, kurgulanmış bir hikayeyi yorumlamaktan daha eğlenceli.

    tamam tamam bitti.

    çok uzun zaman sonra gelen edit: evet, ben "kimse okumaz bunu" dedim ama, bu entry kadar mesaj aldığım başka bir entry daha olmadı. doğrusuyla - yanlışıyla emek vererek yazılmış çok değerli yorumlar okudum, okuyorum. teşekkür ediyorum güzel mesajlarınız için, vakit ayırıp sabırla okuduğunuz için.

  • müzik kötü, sözler kötü, klip kötü, gülşen'in estetik cerrahı kötü... ne iyi ulan?

    yahu 45 yaşında kadınsın, z kuşağına yaranacağım diye girmediğin şekil kalmadı. "aşkımla ölçülemez hiçbir money oh mommy so yummy" diyor. la mommy sensin... az daha zorlasan mummy olacaksın...

    "aşkımla ölçülemez hiçbir money" kısmına da tekrar değinmek lazım. sen henüz erik gibi kütür kütürken (sanıyorum 26 yaşında) erol köse ile birlikteydin. hem de 3 yıl... o bitti reha muhtar ile sevgili oldun. erol köse lan?! reha muhtar ulan?! sagasgsagas "no money"... hee mommy hee...

    (bkz: allah aşkına sen kendini deli gibi yaptın ya)

  • türk silahlı kuvvetleri'ne özgün tasarımlı ve yüzde yüz yerli gemiyi, en ucuz fiyattan üretmeyi taahhüt eden holding.

    ancak birilerine rüşvet vermediği için ihaleyi kaybetmesi sağlanmıştır.

    söz konusu ihaleyi, ispanyol ortağıyla juan carlos sınıfı bir gemiyi en yüksek fiyattan üretmeyi taahhüt eden yandaş firma kazanmıştır.

  • ilişki iki kişi arasında yaşanan özel bir şeydir ve başkalarını buna karıştırırsan artık senin kontrolünden çıkar. maşallah kozan ailesi evinde ne var ne yok ilişkilerinde ne oldu herkesle paylaşıyorlar. yani kozan ailesinin ağzında bakla ıslanmıyor. misal,

    esma ağlamış, üzgün bir surat ifadesiyle kapıyı çalar. anne kapıyı açar.
    - aaa esma ne işin var kızım sabah sabah.
    - hiç anne........anne
    - efendim kızım
    - anne ben birkaç gün burada kalabilir miyim?
    - tabii kalabilirsin güzel kızım benim. (yanağını okşar) da ne oldu esma neden burda kalmak istiyorsun? selim’le tartıştınız mı yoksa?
    - yok anne ya daha kötü.
    - ne oldu kızım yaa annene de mi anlatmıycaksın?(kızgın)
    - anne......selim.......bu sabah...........osurdu
    - neeee?
    - duydun işte. ben de çıktım buraya geldim.
    - aaaa. tamam kızım sen git elini yüzünü yıka ben de kahvaltıyı hazırlıyayım.

    biraz sonra yatak odası,
    - cemal kalk canım esma geldi.
    - canım kızım benim.... ama suzan neden gelmiş ki sabah sabah.
    - cemal......bu sabah selim.............osurmuş. esma da....
    - kalkmış buraya gelmiş. ah suzan ah suzan. hiç büyümüyecek senin bu kızların.....................gerçi alışkın değil bizim kızlarımız böyle şeylere. biz hiç osurmadık onların yanında.
    - cemal ne yapacağız şimdi boşanırsa bunlar.
    - ah kadınım bu kadarcık şeyden boşanılır mı?

    biraz sonra telefonda,
    - alo çiçek uyandınız mı kızım?
    (çiçekle kocası yatakta oynaşıyorlardır)
    - uyandık tabii annem benim.......anne ne oldu sabah sabah kötü bir şey mi var.
    - kızım bu gün işin var mı?
    - önemli bir işim yok anne. ne oldu anlatmıyacak mısın?
    - esma geldi bu sabah......
    - eeee kötü bir şey mi var yoksa?
    - selim osurmuş esma’nın yanında çiçek.
    - neeee.. koskoca selim arhan.
    - neyse sen gelde bir konuş kızım kardeşinle.
    - tamam anne ben birazdan ordayım.

    necati-çiçek,
    - ne olmuş hayatım kötü bir haber mi?
    - sayılır. selim esma’nın yanında osurmuş.
    - hahahahaha çiçek bu mu yani?
    - ne var necati biz alışkın değiliz böyle şeylere
    - ama hayatım ben senin yanında hep osururum.
    - (sevgiyle bakar) ben seni çok seviyorum o yüzden de....
    - yani esma selim’i çok sevmiyor mu diyorsun?
    - (kızgın) ben gidiyorum necati!

    tekrar evde,
    - anne ben dayıma yardıma gidiyorum.
    - tamam oğlum.
    - anne bir şey mi oldu?
    - yok oğlum ne olsun?(küçükler her şeyi bilmez)
    - anne.....esma ablam neden gelmiş?
    - gelemez mi oğlum burası onunda evi.
    - gelir de ağlıyordu sesini duydum ondan soruyorum.
    - oğluuumm......bu sabah selim ablanın yanında osurmuş.
    - neee....
    - evet oğlum ablan da buraya gelmiş.
    - anne ben gidiyorum akşama konuşuruz. vay terbiyesiz.....

    biraz sonra arhan’ların mutfağı,
    (suzan durgundur, dalıp dalıp gidiyordur)
    - abla neyin var bugün senin durgunsun.
    - yok bişeyim nazlı sen pirinçlerini ayıkladın mı?
    - ayıkladık ya demin beraber abla.......abla senin birşeyin var anlatmıyorsun.
    - yok birşeyim kızım sen ordan bana bir domates versene.
    - ablaaaaaa
    - tamam tamam. esma geldi bu sabah.
    - eeeee
    - selim sabah yanında osurmuş.
    - inanmıyorum abla ya selim bey.
    - evet selim bey
    - valla hiç beklemezdim abla yaaa.

    bu sırada ozan’la dayısı köfte arabasının başında,
    - ozan neyin var be dayıcım. ceylan’la kavga filan mı ettiniz?
    - yok dayı allah korusun.esma ablam gelmiş bu sabah.
    - eeee
    - selim abi....sabah ablamın yanında osurmuş.
    - eh be dayım bu mu yani sorun
    - ya dayı ya osurmuş diyorum sana.
    - bu çok normal insansal bir davranış. gel sana evlilikte osurugu siradanlastirma sureci anlatayım........

    işte böyle kozanlardan birinin evinde biri osursa* bütün herkes öğreniyor bunu.