hesabın var mı? giriş yap

  • sinemaya gitmeyi hiç sevmeyen beni bile fragmanıyla sinemaya davet eden ve pişman etmeyen film.

    --- spoiler ---

    o kadar güzel alt metin hazırlanmış ki her sahnesi size bir şeyler anlatıyor. hayatta en çok istediği şey olan tvye çıktığı anı hayal ederken bile annesinin kendisi ile gurur duymasıyla övünüyor. sonra annesinin kendisini kandırdığını ve çektiği acılara annesinin sebep olduğunu anlıyor. hayatta annesinden başka kimsesi olmayan biri için inanılmaz bir yıkım.

    babasını bulduğunu düşünürken yine kabul görmüyor ve hatta aşağılanıp yumruklanıyor.

    kendisini ''normal'' olmaya zorlayan devlet bile tedavi sürecini sonlandırıp ilaç desteğini kesiyor. doktorun deyimiyle ''onun gibi insanları umursamıyor''

    hayranı olduğu şovmen onu tv'ye çıkarıp rezil ederek prim yapıyor. ''hadi bize bir şaka yap'' derken bile 2 kelimede bir araya girip onu küçük düşürüyor. kendisine ait koskoca bir şovu olan bir adam hayatı boyunca bu 5 dakikayı hayal eden bir adama o şansı bile çok görüyor.

    çalıştığı yerdeki arkadaşları kendisiyle alay ediyor, patronu hakaret edip kovuyor, hastanenin kapısı bile jokeri görünce açılmıyor.*

    aslında asansörde kendisine gülümseyen bir kadının hayaliyle bile hayata tutunabilecek naiflikte olan bir karakterin toplum tarafından bir katile dönüştürülmesini izliyoruz.
    --- spoiler ---

    film hem oyunculuk hem de anlattığı şeyler bakımından bence kült bir film olmaya aday. izlemeyen herkesin mutlaka izlemesini tavsiye ederim.

  • bunu daha once bisiklet basliginda dile getirmistim; ama buraya da yazmak istiyorum. ise bisikletle gidip gelmek -ise bisikletle gidip gelebilecegim bir yerde yasamak bir sans- yasamimda vermis oldugum en iyi kararlardan biridir. bunu yapmaya baslayali 7 ay oldu bile. yarim saat sabah, yarim saat aksam olmak uzere haftanin 5 gunu toplamda 1 saat bisiklet suruyorum. yazinin en sonunda ise bisikletle gidip gelirken edindigim deneyimlere dayanarak dikkat edilmesi gereken birkac noktaya degindim. bisikletime olan sevgimi, bisiklet deneyimimi ve maceralarimi okumak istemiyorsaniz yazinin sonuna, yildizlara*** atlayabilirsiniz.

    yakisikli bisikletimle (bkz: bisiklet/@tamarix smyrnensis) -ki kendisi benim ikinci bisikletim olur (kendisi bir cross bisiklet)- sehir trafigindeki 2 bucuk ayimizi da bitirdik ve ben onu o kadar sevdim ki (mumkun olsa kendisine sarilip uyuyacagim, oyle soyleyeyim) birlikte astigimiz yollari bu heyecanla oturup yazmazsam icimde kalacak.

    kendisine bu kadar hizli alisacagimi tahmin etmemistim dogrusu. ilk kez surdugumde bana buyuk ve yuksek gelmisti. oteki bisikletim kucuktu cunku ve benim buyuk bisiklet surme deneyimim de yoktu; ama firsatini buldugu an icimden bir hiz delisi cikiyor simdi. bisiklet kullanmayi 5 bucuk yil once ogrenmis oldugumu dusunecek olursak, epeyce bir gelisme gostermis oldugum soylenebilir. elbette sehir icinde ne yapiyoruz? kurallara uyuyoruz. bu onemli. (ben uysam da ellerinde telefonla onlerine bakmadan bisiklet suren liseli bebeler yuzunden kaza yapacagim bir gun. bebelere "onunuze baksaniza evladim!!" diye atarlanasim geliyor. ha bir de benim kosu hizimdan dusuk bir hizla bisiklet surup bisiklet icin ayrilmis yolu tikayan amcalar ve teyzeler var. yapmayin iste bunu yapmayin. bir de isiklarda beklerken onume geciyorlar. teyzecim yesil yandiktan 5 saniye sonra seni gececegim halde neden onume gecip bekliyorsun? gercekten anlam veremiyorum. sabah trafiginde insanin cildirmasi isten bile degil.)

    ben dengemi benim onceki kucuk bisikletime gore cok daha cabuk yitiririm diye dusunuyordum; ama oyle olmadi. hatta onceki bisikletime gore daha dengeli bir surus sagliyor ve savrulmuyor. gerci onceki bisikletim dagilmak uzere oldugu icin herhangi bir yeni bisiklet ondan cok daha iyi performans gosterirdi gerci. oteki bisikletimin suspansiyonu vardi. yakisikli bisikletimde yok. suspansiyonun olmamasi gercekten sarsiciymis; ama alistim.* bisikletteki orta barin varligi beni biraz kaygilandiriyordu acikcasi; cunku ilk bisikletimde yoktu ve ben bacagimi onden atarak binmeye alismistim. bu bisikletimde oldugu icin bacagimi arkadan atarak binmem ve inmem gerekiyor ve bunu da animsamam gerekiyor. bu bisikletimi ilk aldigimda inip binmeyi denerken aliskanlik olarak birkac kez onden atmaya kalkisip bisikletle devrilme tehlikesi gecirdim. “yok, ben kasimi gozumu patlatacagim herhalde bu bisiklete inip binerken.” diye bile dusunup korkmustum; ama dusundugumden hizli alistim. simdi hicbir sorun olmadan arkadan atarak iniyorum. dusundugum kadar gerizekali olmayabilirim. bir de, orta bari olmayan ve dik oturarak surulen bisikletlere neden kadin bisikleti dendigini anliyorum artik. birincisi, gidona agirliginizi vererek/egilerek surdugunuz icin dusuk yakali bir ust giyerseniz yakaniz aciliyor.** ikincisi, orta bari olmayan bisikletlerden farkli olarak bacagi hafifce kaldirip onden atarak binmek yerine arkadan atip kaldirarak binmek gerektiginden “edepli”(!) bir goruntu ortaya cikmiyor. pantolonla binmek yine sorun degil de etek ya da elbiseyle bu tarz bir bisiklete binmek ya da bisikletten inmek bir dert(!) ki dar bir etekle binmek zaten olanaksiz gibi bir sey. eh, bu yuzden de kadinlar gunluk kullanim icin pek tercih etmiyorlar bu tur bisikletleri. cinsiyetci de olsa orta bari olmayan bisikletlere kadin bisikleti denmesinin bir mantigi varmis. yani ben mantigini boyle kurdum en azindan. belki zamaninda farkli bir nedenden oturu kadin bisikleti denmeye baslanmistir. arastirmadim. ben ise gidip gelirken bazen etek giyiyorum. uzun etekle durumu kurtariyorum bence. gerci kisa etekle de giydim birkac gun once. gece olmasindan oturu kurtardigima inaniyorum; ama acikcasi umurumda da degil. bir sorun varsa da bu, toplumun sorunu. ben halimden ve bisikletiminden cok memnunum. (yasadigim yerde, sehir icinde cogunlukla "city bike" denen orta bari olmayan bisikletler kullaniliyor. bu bisikletler cok yuksek hizlara cikmiyor ve daha "sakin" bir ulasim sagliyor. bu tarz bisikletleri her iki cinsiyetten de pek cok kisi kullaniyor. bir de orta bari olan, daha ince tekerlekli cross bike'lar var. bu tarz bisikletler yuksek hizlara cikabiliyor -ki amac da bu zaten- ve erkekler tarafindan tercih ediliyor daha cok.)

    ise basladigimdan beri hemen her hafta is arkadaslarim bisikletle gidip gelmenin zor olup olmadigini soruyorlar. once yazin “hava cok sicak degil mi? bisiklet surmek yorucu degil mi?” diye soruyorlardi. simdi de havalar sogurken “hava soguk degil mi? bisiklet surmekten yorulmuyor musun?” diye sormaya basladilar. hayir. hic. ne yazin sicagi yildirabilir beni ne de kisin sogugu. eger bir masanin basinda 9 saat oturarak gecirecegim bir gune iyi hissederek basliyorsam bu, ise bisikletle gidip geldigim icindir. eger ara vermis oldugum kosularima bir anda hic sorun yasamadan donebildiysem bu, her sabah ve aksam bisiklet surdugum icindir. is cikisi hic erinmeden kosmaya gidebiliyorsam bu, isten bisikletle dondugum icindir. bisikletle gidip gelmek benim yalnizca dayanikliligimi artirmakla kalmadi ve benim guclenmemi de sagladi.

    basladigim gunden bu gune ise bisikletle gitmeye hic erinmedim. bir gun bile, gercekten, bir gun bile “off bugun de bisikletle gitmek zorundayim.” diye surat asmadim. yagmurda bisiklet surmek tam bir rezillik olsa da gunes’in en keskin oldugu donemlerde bisiklet surerken sirtimdan asagi terler suzulse de aksam ayaziyla birlikte bisikletin ruzgarinda yuzum ve kulaklarim donsa da bisiklet surmekten hic erinmiyorum, hic mutsuz olmuyorum. sabahlari ise giderken ve aksamlari is cikisi heyecanla bisikletime kosuyorum. bunu gittigi yere kadar goturebilecegimi dusunuyorum ve daha da onemlisi, bunu istiyorum. cok keyif aliyorum bisiklet surmekten ve ulasimimi her gun her yere bisikletle saglamaktan.

    gunes henuz batmamisken, ruzgari yuzumde hisserek bisiklet surmek cok ama cok iyi hissetmemi sagliyor. ise bisikletle gidip gelme olanagi oldugu halde bunu yapmayip toplu tasimayla, hele de ozel aracla seyahat edenler cok sey kaciriyor bence; ama bunun biraz da zevk meselesi oldugunu dusunuyorum. is gorusmesine toplu tasimayla gittigim ilk sefer, insanlarla tren istasyonunda ve ardindan otobus duraginda sap gibi dikildikten sonra kendime once “trende kitap okuyabilirim aslinda.” dedim; ama is gorusmesinden cikip da donuste de sap gibi bekleyince ve bunu haftanin 5 gunu sabah ve aksam yaptigimi dusununce dehsete dustum ve “ise alinirsam kesinlikle ama kesinlikle bisikletle gidip gelecegim!!” diye karar verdim aninda. kapali alanlarda beni afacanlar basiyor zaten. dusuncesi bile eziyetli. kilometrelerce bisiklet surebilirim; ama bir aracin icinde oylece beklemeyi hic sevmiyorum. kilometrelerce kosabilirim; ama kapali mekanda spor yapmaktan da hoslanmiyorum. icim daraliyor. bence bu gercekten zevk meselesi. her gun, kurumsal kostumum, bisikletci eldivenlerimle, oraya buraya savrulan saclarimla ise gidiyor ve isten donuyorum. sabahlari bisikletle gittigim icin cok mutluyum. donuste bisiklete bindigim icin cok mutluyum. ustum basim sacim dagiliyor; ama hem egzersiz yapmis oldugum, hem acik havada zaman gecirmis oldugum, hem cevreye zarar vermemis oldugum, hem de firsatini yakaladigimda arka ve bos sokaklarda hiz yapabildigim icin cok iyi hissediyorum. bisikletle trafige ilk kez ciktiginda yanindan arac gecinde zangir zangir titreyen o insan, bir hiz delisine evrildi.

    yasamimda eksikligini cektigim sey, sevgili bisikletimin varligiymis. hala her gun isten ciktigimda ayni heyecanla kosa kosa yakisikli bisikletimin yanina gidiyor ve atlayip evin yolunu tutuyorum. calisirken oylesine dolayip topuz yaptigim saclarimi aciyor ve saclarimi savura savura surmeye basliyorum. kendimi bir bisiklete binerken bir de kosarken bu kadar havali** hissediyorum. cok hosuma gidiyor dogrusu. ileride cok daha hizli ve saglam bir bisiklet edinecegimi ve sabahin bir korunde cantami toplayip onunla kilometrelerce yol yapacagim gunlerin gelecegini ongoruyorum. ilk hedefim, denize gitmek olacak. bunu yakisikli bisikletimle de yapabilirim elbette. o da artik onumuzdeki yil.
    ***
    buraya kadar okuduysaniz tesekkur ederim. yakisikli bisikletime olan askimi anlattigim bu yaziyi, ise bisikletle gidip gelirken dikkat edilecek birkac meseleden soz ederek bitireyim.

    hava sartlari
    *sicak havalarda bisiklet surmek
    1. gunes’ten korunma: eger ise kurumsal giysilerinizle gidecekseniz yuzunuz, elleriniz, kollariniz, ayak ustleriniz ve bilekleriniz disinda vucudunuzun acikta kalan baska yeri yoktur diye tahmin ediyorum. mutlaka bir sapka takmanizi, ellerinizle kollariniza da kolluk gibi bir parca gecirmenizi oneriyorum. bunu yapamiyorsaniz da gunes’ten koruyucu krem kullanmanizi oneriyorum. bunlar gunes yanigi almaniza engel olacaktir. hatta acikta kalan, kapatamadiginiz her yerinize gunes'ten koruyucu krem kullanin. oteki turlusu feci gunes yanigi olmaniza ya da vucudunuzun farkli parcalarinin ayri etnik gruplara aitmis gibi gorunmesini yol aciyor. yasandi; onaylandi.

    2. terlemek: gunes’in en keskin oldugu donemde bisiklet surmek, trafik isiklarinda beklerken bile terlemenize yol aciyor. soylememe gerek oldugunu sanmiyorum; ama her sabah dus alip bisiklete oyle oyle cikin. bunu yaparsaniz, bisikleti eforlu da surseniz, ter korkmuyorsunuz. bu cok cok onemli. benim is yerimde, lavabolar da dahil olmak uzere, uzerimi degistirebilecegim rahat bir ortam olmadigi icin kurumsal giysilerimle gitmekten baska bir cozumum yoktu. bir de bisikletinizin sepeti varsa esyalarinizi sepete koyarak surun ki sirtiniz terlemesin ya da daha az terlesin; cunku mutlaka terliyorsunuz. soz gelimi, eger bilgisayar tasidigim bir gunse sirt cantasi takiyor ve onu da sepete koyamiyordum zarar gormesin diye. is yerine varana kadar suya batip cikmis gibi oluyordum. hic hos bir his olmuyordu. hic hos bir goruntu de olmuyordu. is yerinde havlu bulunduruyordum. eger ise kurumsal giysilerinizle gitmeyip uzerinizi is yerinde degistirecekseniz zaten sorun olmaz ki yapabiliyorsaniz bisiklet icin ozel giysilerle gidip ustunuzu degistirin bence. bacaklarinizi acikta birakacak tayt gibi bir giysiyle giderseniz bacaklariniz da gunes yanigi oluyor ki buna ilk maddede deginmistim. buna dikkat edilmeli.

    *yagmurlu havalarda bisiklet surmek
    gunes altinda bisiklet surmekten daha rezil bir durum varsa, o da yagmurda bisiklet surmektir. yagmurlu gunlerde basima siperlikli bir sapka gecirip onun ustune de kapusonlu panco biciminde yagmurluk giyip kapusonu gecirerek gitmek disinda bir cozum bulamadim. pantolon ve ceket olmak iki parca yagmurluk da giydim; ama bunu giyip cikarmasinin zor olusu ve cok terletmesi nedeniyle pek kullanisli bulmadim. o yuzden de yagmurlu gunlerde kullanmak icin panco oneriyorum. siz alacaginiz panconun siperlikli olmasina dikkat edin. ben ona dikkat etmemistim. daha dogrusu, en ucuzu o diye onu almistim. siz benim gibi yapmayin. paraya kiyip duzgun bir panco alin. sirt cantasi ya da herhangi bir canta takiyorsaniz onun icin de ayrica kilif edinmenize gerek kalmiyor. yalniz, uyarmam gereken bir durum var. panco da su gecirmez plastik oldugu icin icerisi hamam gibi sicak oluyor. yagmur sizi islatmasa da iceride oyle bir terliyorsunuz ki “islanmamak icin giydigim bir zimbirtinin icinde suya batip cikmis hale geleceksem bunu neden giyiyorum ki? yagmurda duzgun duzgun islanayim. en azindan bir romantizmi var.” diye soylene soylene suruyorsunuz bisikletinizi. ayrica, ayaklar da feci bicimde islaniyor. yagmurlu gunlerde kapali bir ayakkabi ve corap giyerek bisiklet surmenizi kesinlikle onermiyorum. bisiklet surerken ayaginizdan kayip cikmayacak rahat bir cift terlik edinin ve oyle surun. ayakkabilarinizi ve coraplarinizi da yaniniza alin ya da is yerinde kuru bir cift corap bulundurun. islak ayakkabilarla ve coraplarla 9 saat gecmiyor gecmiyor!! benden soylemesi.

    bisikletci eldivenleri ve bisikleti kurumsal giysilerle surmek
    *sele kilifi: ah o bisiklet selesi var ya o bisiklet selesi... iki tane guzelim pantolonumu mahvetti. puruzlu yuzeye sahip sele, pantolonlarimi pedal cevirdikce asindirdi ve giyilmez hale getirdi. o yuzden de seleye pantolonlarima zarar vermesine engel olmak amaciyla kilif gecirdim. seleye kilif gecirmenizi kesinlikle oneriyorum. yoksa dolabinizi yok yere yenilemek zorunda kalirsiniz. gereksiz tuketimi hic sevmem.

    *bisikletci eldivenleri: bisiklet selesinin pantolonlarinizi asindirmasi gibi bisiklet tutmaclari da avuclarinizi asindirarak avuclarinizin nasir tutmasina yol aciyor. bisikletci eldiveni edinmenizi ve her gun onlari takmanizi, ileride kalin derili ve nasirli avuclarinizin olmasini istemiyorsaniz kesinlikle oneriyorum.

    amma cok yazdim yine. boyleyken boyle. kendinize dikkat edin; bisikletinizle mutluluklar dilerim. bitti.

  • abd'de 1920-1923 arasında yaşanan prohibition dönemi ile al capone'un servetine servet katmışlardır. kaçak içki satışı ve doğal bir saklanma alanı oluşu bakımından bir mafya babasının yemeyip de yanında yatmak isteyeceği türden bir oluşum zaten.

  • en derin yeri 10 km olan okyanuslar olmayınca 12762 km çapa sahip dünyanın ödemiş patatesi gibi göründüğünü sanan insan beyanı. dünya neredeyse mükemmel bir küredir. hatta yüzeyindeki dağlar ve sair yükseltiler çapına göre o kadar önemsizdir ki oransal olarak bir bowling topundan daha pürüzsüzdür.

    debe edit : (bkz: utku'yu yaşatalım)

  • ben samsung türkiye garantili samsung galaxy s3 satıyorum. tanesi 1200 liraya. (edit: işbu entry girildiği sıralarda samsung galaxy s3 1300-1400 lira civarına satılıyordu).

    almak isteyen varsa hesabıma 1200 lira göndersin, ben de ona telefonu göndereyim.

    1000 kişiden sipariş aldım, paralarını da aldım. elimde 1,2 milyon tl. param oldu. ama telefon falan yok. gidiyorum samsung türkiye'ye diyorum ki "hocam sizden iki hafta sonra trink parayla yüklü miktarda telefon alıcam tanesi 1000 liradan yaparsın di mi" diyorum. bana 1000 tane civarı s3 ayır, ama 100 adet falan oynayabilir diyorum. parası peşin diyorum. vermezler mi? eminim ki verirler. vade yok, taksit yok. trink nakit paraya.

    ben siparişlerden topladığım elimdeki 1,2 milyon lirayı bankaya faize koydum. ya da daha çok kazandıracak yatırım araçlarıyla değerlendiriyorum. 2 hafta sonra telefonları alana kadar para boşta durmuyor. insanlar parasını peşin peşin verdi ama telefonu bekleyecekler. ben onlara "yarın gönderirim" demiştim ama boşver, "en kısa zamanda hallediyom abi" der geçiştiriveririm.

    iki hafta geçti. ben iki hafta ha bugün yolluyom, ha yarın hallediyom diye müşterileri oyaladım. kimisi çileden çıktı "istemiyom telefonunuzu paramı verin" dedi. onu da iki hafta boyunca "bugün gönderiyorum aksilik oldu" falan diye şablon cevaplar ile oyalıyorum. iki hafta boyunca kimse ne telefonunu alabiliyor, ne parasını geri alabiliyor. iki haftanın sonunda ise parasını isteyene 1200 lirasını aynen iade ediyorum. sabırla telefonunu bekleyene de az önce trink para verip samsung türkiye'den aldığım telefonlardan bir tane gönderiyorum. parasını isteyene iade ettim, kalanıyla telefonları aldım. toplamda sattığım telefon başına 200 lira kar ettim mi? ettim.

    ee peki milleti oyalayıp oyalayıp o süre boyunca yatırım araçlarında değerlendirdiğim miktar? o da cukkaaa.

    işte budur hepsiburada.com.

    tabii burada samsung galaxy s3 güncel bir ürün diye, örnek olarak verilmiştir. aynı işlem, özellikle kar marjının çok yüksek olduğu farklı ürünlerde, örneğin tekstil/giyim ürünlerinde çok daha güzel işler.

    yaşanmış örnek: (bkz: hepsiburada.com/@kibritsuyu)

  • kesinlikle budur

    debe editi: biliyorum debe editi konusunda çok rahatsızsınız ama mecburum bunu yapmaya.

    iki gün önce balkonumuzda yavru bir serçe bulduk. yağmurdan ıslanmış. sanırım çatıdaki yuvadan atılmış. yeni yeni uçma antrenmanları yapıyor. aldık bir kutuya koyduk. dinlendi kendine geldi. kurudu. çok fazla yemese de kedi maması, bulgur şeklinde bir karışım yapıp bu karışımı sulandırarak iyice ezdik. sonra şırınga ile besledik. suyunu falanda içti. şimdi evin içinde uçacak konuma geldi. perdelere falan konabiliyor yani uçma yönünden bir sorunu yok.

    size sormak, danışmak istediğim özellikle bu işin uzmanı (bilhassa veteriner) olan kişilere; bu serçeyi bugün çatıya bırakmak istiyorum tekrar yuvasına dönsün diye. ama bazı kaynaklardan annenin ve kardeşlerinin onu artık yuvada istemeyecekleri ve dışlayacakları yönünde. acaba böyle bir şey var mı? yoksa gönül rahatlığıyla yuvasına bırakabilir miyim? ya da tek başına doğaya salsam kendi başına hayata tutunabilir mi? kendine yeni bir yuva kurabilir mi?

    teşekkür ederim arkadaşlar. bir kere daha debe editi yaptığım için herkesten özür dilerim.

    edit2: sanırım kuş yaşabilecek. yuvaya kabul görmese bile uçup kendi başına yaşabilecek durumda. yardım eden yazarlara teşekkür ederim. bu debe editi akşama kadar silinecektir. kuşun fotolarını da ekliyorum
    http://img503.yukle.tc/…age.php?id=2006img_8014.jpg
    http://img503.yukle.tc/…age.php?id=8816img_8015.jpg

    son edit: bu sabah itibariyle kuşu sağ salim uçurduk. korku ve heyecanla başka binaların çatılarına kondu ilk başta ama takip ettim daha sonra yuvasına geldi. yuvadakilerle durumunu bilemiyorum ama zaten yuvadan ayrılabilecek olgunluğa erişmiş. uzman arkadaşların yardımıyla bu işi hallettik. yardım edenlere teşekkür ederiz.

    kuş uçtu beybi :)

  • yıllar önce muhalif denilen insanlar "yanlış yapıyorsunuz, betonla ekonomi dönmez, üretim lazim" dediğinde, "ekonomi çok iyi, 3. havalimanını almanlar kıskanıyor, dünya lideri, super güç olduk" diye böğüren ve muhalefet eden herkesi fetöcü, pkklı ilan edenlerin bu başlıkta duyar kasmaya hakkı yoktur. kaldı ki kimsenin ülke batıyor diye sevindiği de yoktur. işler iyiyken, küp dolarken aynı gemideydik de şimdi biz muhalifler filikalara mı doluştuk. beraber batıyoruz.

    tanım: yüzsüzlük barındıran ifade.

  • fren balataları biter, onu değiştirmez..
    kornası bozulsa müşteriyi bırakır sanayiye gider..