hesabın var mı? giriş yap

  • 1991 yılında kardeşimi lösemiden kaybettik. o zamanlar ne lösev vardı ne de tedavi ettirecek durumumuz. şimdi her ay löseve elimden geldikçe bağış yaparım. bir çocuğun bir gün bile fazla yaşamasını sağlarsa helali hoş olsun.

  • tam yemek masasinin uzerine cikmi$ peynir kabina kafayi daldiracakken seni gordugum an tek pati havada sabit kalip kipirdamayinca gorunmez olmuyorsun.

    yemek masasina ciktigini seslerden anlayip geldigimde de o saniye sandalyeye inip patilerini altina kivirmaya cali$man inandirici degil, patiyi kivirayim derken gotunu havada unutuyorsun, son on dakikadir orda oturmadigin anla$iliyor.

    kabina her mama koydugumda deli gibi bagirmana gerek yok, biliyorsun o buyuk kutudan senin kabina gelecek o mama, her seferinde sanki yari yolda vazgecicem veya mamayi ben yiycem gibi cirpinman gereksiz.

  • yaşlandıkça cimri olanmış.

    "şimdi ucuz kıyafetler giyiyorum, zara, h&m, forever 21, bershka...
    bazen massimo dutti bile pahalı geliyor.
    “altı üstü askılı bir elbise için o para değmez!” diyorum.
    parayı, iyi çantaya ve iyi ayakkabıya harcamayı tercih ediyorum.
    geçenlerde istanbul’da network bile pahalı geldi, anlayın halimi!
    e yaşlanıyorum ya, biraz da cimri oluyorum."

    massimo dutti ve hatta network bile pahalı gelmiş düşünün, gözlerim doldu şu an.

  • en az 20 dakika ve tempolu olmazsa bir işe yaramaz. yatıp yatıp devletten beslenince kilo alıyor tabi insan.

  • insandaki biyolojik saati istediğimiz zaman sıfırlayıp, istediğimiz zamana ayarlayabileceğimizi iddia eden ve bununla ilgili somut delili olan bir bilim dalı.

    buradan

    düşünsenize, mevsime bağlı depresyon ya da gece-gündüz çalışma saatleri artık sorun olmayabilir.

  • ferran adria abimizin ortaya attıktan sonra bir daha yüzüne bakmadığı, ilgi çekici olsa da belli bir zaman diliminden sonra insanı gıcık eden ve çok sıkan bir alandır..

    ilk başlarda domates havyarından karpuz havyarına, kavun yumurtasından portakal spagettisine kadar hayal gücünüzün elverdiği şekilde uygulamak mümkün..

    çok kasarsanız kendinizi birinci sınıf misafirlerinizin olduğu * * * bir masada tatlıdan hemen önce getirerek ufak porsiyonlar halinde sunabilirsiniz. olaya biraz da nitrojen eklerseniz çok güzel olur.

    --- istek üzerine ek bilgi ---

    moleküler gastronomi mutfakta yiyeceklerin üstünde farklı pişirme tekniklerle kullanarak hazırlayacağımız yemeklerin hangi formda nasıl sunacağımıza konusunda bize yol gösteren tekniktir.
    o yemeğin ve tatlının özünde her ne varsa onları iyi yorumlamaktan geçiyor. meyvenin özü konsantre hale getirildikten sonra yine aynı meyveden elde edilen jel ile belli bir forma hapsediliyor. jelde kıvam artırabilmek için alginate isimli deniz yosunundan da yararlanılıyor. elde edilen sıvı bir şırınga yardımı ile içinde kalsiyum tuzu bulunan bir havuzda bağlanıyor. ortaya dışı jel içi konsantre sıvı olan parçacıklar çıkıyor. burada yaratılan formlar ve bunların arasındaki simetri ise yapan kişinin tecrübe ve ustalığına kalıyor.
    bazen sadece bir meyve veya sebzenin molekülleri ile ortaya çıkan lezzet olarak, bazen de herhangi bir yemeğin içindeki ürünlerin tek tek ele alınıp, farklı pişirme ve sunum teknikleri ile yeniden yorumlanışı olarak karşımıza çıkabiliyor.
    örneğin çok bildik bir yemeğin malzemelerinin bir kısmı köpük, bir kısmı dondurma bir kısmı da jel olarak bir tabağın içinde toplanabiliyor. tat yine o bildik tat, fakat daha konsantresi. dilin ve beynin tat alma noktalarına iletilen dijital birer mesaj gibi…

    --- istek üzerine ek bilgi ---

    fotograflar volkan çengel'e aittir efendim.

    peynir mus vişne havyarı
    kuşkonmaz çorba
    bal havyarı havuza dökme anı
    mini havyar sunumları

  • skim böyle başak burçluluğu... bilgisayardaki sistem dosyalarını düzenlemek:(

    levent diye, o devrin digimon'u bir arkadaş toplamıştı ilk bilgisayarımı. sene 95. ilk günün akşamı evde kurcalıyordum, tek tek bütün klasörlere girip her bir dosyaya tıklıyordum peki buna basınca noluyo, e peki buna basınca noluyo diye diye.. böyle kurcalarken fark ettim ki aynı dosyalardan birden fazla yerde var. bir win32 mi windows mu ne öyle bir yerde var, bir program files diye bir yerde var, içlerinden bazıları başka bi yerlerde daha var... "dağınık levent tabi (anne tonlamasıyla verip de veriştirdim levent'e) elli kez kopyalamış aynı dosyaları bilgisayarın hafızası dolacak boşuna" diyerek kolları sıvadım ve müthiş bir işgüzarlıkla sabaha kadar benzer/aynı adlı tüm sistem dosyalarının eşlerini silip silip tek klasör altına topladım hepsini. sonuç olarak da sabaha bilgisayarı kucağıma almış halde ıkına sıkına 3 otobüsle bakırköy'den hacıosman'a gidip, suratımda takınabildiğim en sempatik "ben bi bok yidim" gülümsemesiyle levent'in ziline basmam gerekti.

    yalnız o vakitler bilgisayardan alınan zevk bile başkaydı be... windows plus'ta mı ne gelen, tren istasyonlu wall paper'ı görmek için evden kalkıp 2,5 saatlik yolu tepip sarıyer'deki arkadaşa gitmişliğim olmuştu. wall paper görmeye bak sırf. bu da mallık değil mi? değildi işte. abimden ablamdan çok seviyordum be o ilk bilgisayarımı. ne de güzel bilgisayardı... pentium 133 mmx, 16 mb ram, cücük kadar hard disk. autocad'e tıkladıktan sonra yatardım on dakka uyuyum o açılana kadar diye.