hesabın var mı? giriş yap

  • hem kırmızı ışık, hem yaya geçidi, hem aşırı hız ihlali var. idam edilmeli ve geçilmeli.

  • şükran günü, amerika birleşik devletleri ve kanada'da geçen yılın hasat ve diğer nimetlerinin kutlandığı yıllık ulusal bayram.

    ülkemizdeyse genelde özenti tiplerin sosyal medya paylaşımı yapıp hindi pişirmesi ile bilinir.

    amerikalılar genellikle şükran günü'nün 1621 yılında plymouth'taki ingiliz koloniciler (pilgrimler) ve wampanoag halkı tarafından paylaşılan hasat ziyafetine dayandığına inanırlar. amerikan bayramı özellikle efsane ve sembolizm açısından zengindir ve geleneksel şükran günü yemeği tipik olarak hindi, ekmek dolması, patates, kızılcık ve balkabağı turtasını içerir. aile üyelerinin birbirleriyle bir araya geldiği bu tatil, araçla seyahat açısından genellikle yılın en yoğun dönemidir.

    plymouth'un şükran günü, birkaç kolonistin "avlanmaya" çıkmasıyla başladı; muhtemelen hindi avlıyorlardı ama daha çok kaz ve ördek gibi daha kolay avları hedefliyorlardı, çünkü "bir günde... şirkete neredeyse bir hafta yetecek kadar" avladılar.

    ardından, 90 kadar wampanoag yerleşim yerinin kapısında sürpriz bir şekilde ortaya çıkarak 50 kadar koloniciyi şüphesiz tedirgin etti. yine de sonraki birkaç gün boyunca iki grup olaysız bir şekilde sosyalleşti. wampanoaglar ziyafete geyik eti ve muhtemelen balık, yılan balığı, kabuklu deniz ürünleri, güveç, sebze ve birayla katkıda bulundu.

    plymouth'ta az sayıda bina ve mamul mal bulunduğundan, çoğu insan dışarıda yere oturarak ya da kucaklarında tabaklarla fıçıların üzerinde yemek yerdi. erkekler kırık dökük ingilizce ve wampanoag dilinde konuşmaya çalışarak silah atıyor, yarış yapıyor ve içki içiyorlardı.

    bu oldukça düzensiz bir olaydı, ancak iki grup arasında kral philip savaşı'na (1675-76) kadar süren ve yüzlerce sömürgecinin ve binlerce amerikan yerlisinin hayatını kaybettiği bir anlaşmanın imzalanmasını sağladı.

    new england sömürgecileri, askeri zafer ya da kuraklığın sona ermesi gibi nimetler için tanrı'ya şükredilen dua günleri olan "şükran günleri "ni düzenli olarak kutlamaya alışkındı.

    örneğin abd kıta kongresi, anayasa'nın yürürlüğe girmesinin ardından ulusal bir şükran günü ilan etti.

    ancak 1798'den sonra yeni abd kongresi şükran günü ilanlarını eyaletlere bıraktı; bazıları ulusal hükümetin dini bir kutlamaya karışmasına itiraz etti, güneyliler new england geleneğini benimsemekte yavaş davrandı ve diğerleri de günün partizan konuşmalar ve geçit törenleri için kullanılmasından rahatsız oldu.

    ulusal bir şükran günü, birleştirici bir güçten ziyade tartışmalar için bir paratoner gibi görünüyordu.

    şükran günü, kuzeyliler federal hükümete hakim olana kadar resmi bir tatil haline gelmedi. 19'uncu yüzyılın ortalarında bölgesel gerilimler sürerken, popüler godey's lady's book dergisinin editörü sarah josepha hale, birliği teşvik etmek amacıyla ulusal bir şükran günü için kampanya yürüttü.

    sonunda başkan abraham lincoln'ün desteğini kazandı. iç savaş sırasında 3 ekim 1863'te lincoln, 26 kasım perşembe günü kutlanmak üzere ulusal bir şükran günü ilan etti.

    bu tatil daha sonra her başkan tarafından yıllık olarak ilan edildi ve birkaç istisna dışında seçilen tarih kasım ayının son perşembe günü oldu.

    ancak başkan franklin d. roosevelt, genellikle şükran günü tatili ile başlayan noel alışveriş sezonunu uzatmak ve ekonomiyi canlandırmak için tarihi bir hafta geriye, kasım ayının üçüncü haftasına çekmeye çalıştı.

    ancak tüm eyaletler buna uymadı ve 1941'de kongre'nin ortak kararının ardından roosevelt 1942'de kasım ayının dördüncü perşembe gününü (ki bu her zaman son perşembe değildir) şükran günü olarak belirleyen bir bildiri yayınladı.

    ülke kentleştikçe ve aile üyeleri birbirinden uzakta yaşamaya başladıkça, şükran günü bir araya gelme zamanı haline geldi.

    tatil, her kökenden göçmenin ortak bir geleneğe katılmasını sağlamak için dini köklerinden uzaklaştı.

    1876'da yale ile princeton arasında başlayan şükran günü futbol maçları, taraftarların bayrama biraz şamata katmasını sağladı. 1800'lerin sonlarında kostümlü eğlence tutkunlarının geçit törenleri yaygınlaştı.

    1920'de philadelphia'daki gimbel's mağazası yaklaşık 50 kişilik bir geçit töreni düzenledi ve noel baba da kortejin en arkasında yer aldı.

    new york'ta her yıl düzenlenen macy's geçit töreni 1924'ten bu yana, 1927'den beri de dev balonlarla bu geleneği sürdürmektedir. pilgrimler ve amerikan yerlileri ile ilişkilendirilen bu bayram, kültürler arası barışı, amerika'nın yeni gelenlere sunduğu fırsatları ve ev ile ailenin kutsallığını sembolize eder hale gelmiştir.

    kanada'daki şükran günleri de sömürge döneminde, güvenli yolculuklar, barış ve bol hasat için duyulan şükranla aynı avrupa geleneklerinden doğmuştur. en eski kutlama 1578 yılında martin frobisher liderliğindeki bir keşif filosunun güvenliği için şükranlarını sunmak üzere bugünkü nunavut'ta bir tören düzenlediğinde yapılmıştır.

    1879'da parlamento 6 kasım'da ulusal bir şükran günü oluşturdu; tarih yıllar içinde değişti. şükran günü 1957 yılından bu yana kanada'da ekim ayının ikinci pazartesi günü kutlanmaktadır.

  • bu adamı eleştiren ağır ilgi budalasıdır. bunu yapan adam da kalitelidir. ne yapsın adam ya? diğer hayvan oğlu hayvanlar gibi başınıza bela mı olsun? oradan-buradan karşınıza mı çıksın? ya benimsin ya toprağın diyen öküz oğlu öküz kırolar gibi sizi rahatsız mı etsin? sizi cadde-cadde, sokak-sokak takip mi etsin? sürekli sizi arayıp, aptal aptal mesajlar yazıp, huzurunuzu mu kaçırsın? birisini reddediyorsanız; ondan hoşlanmıyorsunuz demektir. hoşlanmadığınız bir kişinin sizin etrafınızda olmasını, sizinle konuşmasını istemezsiniz. ciddi söylüyorum sizler ne istediğini bilmeyen, karakteri oturmamış bir yığın aptalsınız. istiyorsunuz ki peşinizden koşsun, yalvarsın yakarsın.

    var ama bunun gibiler. ben ilişki istemem der, arkanıza dahi bakmadan çekip gidersiniz, aradan birkaç gün geçer "hayırsız, hiç aramıyorsun, sormuyorsun :)","biraz daha uğraşsaydın olurdu :)" gibi mesaj atarlar. yüzsüzler.

    bakın bir erkek olarak diyorum; siz "hayır" dedikten sonra; karşınıza çıkmayan, sizi rahatsız etmeyen adam, iyi adamdır.

    edit: sayın arkadaşlarım; bu tür eleştirileri cinsiyetçilik olarak ele alıyorsunuz ve cinsiyetçilik gibi bir durumun ciddiyetini mahvediyorsunuz. burada aptal dediklerim; bu adamı eleştirenlerdir. erkek ya da kadın fark etmez. ayrıca toplumdan izole olarak yaşayanlar; lütfen bunu eleştirmeye kalkmasın. yukarıda yazdığım davranışları sergileyen, laftan, sözden anlamayan adamlar var bu ülkede. sizin başınıza böyle saplantılı aşık, kırolar denk gelmediyse ne mutlu size. daha bugün sevgililik teklifini reddeden kadını öldüren adam haberini okudum. tanışma teklifini reddeden kadını bıçaklayan, darp eden adamların haberlerini hatırlıyorum. yaşadığınız topluma bu kadar yabancılaşmayın.

    edit 2: bak özel mesaja bak ya. benim entryimden "bizim, bunları size yapmadığımıza şükredin" mesajını çıkaran, benim bu davranışları sergileyecek potansiyel taşıdığımı söyleyen kişi en hafif tabiriyle şeref yoksunudur. o bağnaz zihniyetiniz ve taktığınız at gözlükleri yüzünden konuyu başka yerlere çekiyorsunuz, çekmeyin. ne demek istediğimi anlayan anladı.

  • fransa'da bourdieu'cü bir ekolden mezun oldum. ilk başlarda bize dayatılan bourdieu düşüncesi canımızı sıkmakla beraber, sonralarda iyi ki de bu ekoldenim dedirtmiştir bana ve okuldaki diğer arkadaşlarıma. türkiye'de halen yeteri kadar iyi tanınmayan bir düşünür olan bourdieu'nün kavramlarını ve kuramsal altyapısını aktarmaya çalışayım. nitekim yazılarının ve kitaplarının hemen hepsini fransızca okumuş birisi olarak o'nu iyi anladığımı düşünüyorum.
    bourdieu çoğunlukla, akademi ile ilgili söylemleri, televizyon ve gazetecilik ile ilgili yorumları, ya da etnografik düşünceleri ile tanınır. fakat bunların hepsi bourdieu'nün toplumsal tabakalaşma düşünceleri üzerinden türemiştir. yani bilinmesi gereken ilk şey, bourdieu'nün yola çıkışı, toplumsal tabakalaşmayı anlamaktır. bu da aslında, ilk bakışta "toplumsal tabakalaşmayla ne alakası var bunun?" diyeceğiniz habitus-alan-sermaye trilojisiyle aktarılmıştır. yani aslında bu üçleme bourdieu'nün toplumsal tabakalaşmasının merkez noktasını oluşturur. nasıl mı?
    marx'ın dayandığı ekonomik temelli sınıf çatışmaları, ve ya daha sembolik altyapısı olan weberist düşünceden ziyade, bourdieu toplumun tabakalara ayrılmış bir yapıda olduğunu söyler. ona göre sosyal uzam, binlerce mikro-kozmozdan oluşmuş bir makro-kozmozdur. bu mikro-kozmozlar bourdieu'nün meşhur "alan" (champ) kavramsallaştırmasıdır. yani sosyal uzam denen üst evren, din alanı, akademik alan, kültürel alan gibi bir alt evrenin birleşimidir. her alt evren, kendi kuralları olan bir oyundur. her oyunun kuralları, amaçları ve organizasyonu farklı koşullar tarafından yaratıldığı için, her oyundaki dominasyon kartları da birbirlerinden farklı olacaktır. batak oyunundaki bir kartın önemiyle pokerdeki aynı kartın önemi eşit değildir sonuçta.
    insanın elindeki kozlar sermayeleridir. eğer sosyal olan (le social) karşındakine sosyal uzam anlayışını dayatma mücadelesiyse, insan bu mücadeledeki üstünlüğünü sermayelerle sağlar. bourdieu'ye göre 4 temel sermaye vardır. kültürel sermaye yani neyi ne kadar bildiğin ve sahip olduğun diplomalar, ekonomik sermaye yani ne kadar paran malın mülkün olduğu, sosyal sermaye yani içinde sosyalleştiğin çevrenin kimler tarafından oluşturulduğu ve bunlara bağlı olarak da sembolik sermaye yani şeref haysiyet gibi diğerlerinden bağımsız ama onların katkı sağladığı ve simgesel anlamda sahip olduklarını ifade eden sermaye türü.
    bourdieu, habitus denen bir kavram yaratmıştır. habitus anlaşılması çok kolay bir kavram değildir, ama sondan başa doğru anlatayım ki daha rahat anlaşılsın. öncelikle sadece toplumsal tabakalaşmadan kaynaklanan sebeplerle değil, metodolojik olarak da weber-marx ve bourdieu aynı sosyolojik yorumlamanın içinde değillerdir. şöyle ki, yapısalcılığın durkheim'le beraber en önemli temsilcisi olan marx ve düşman taraftaki bireyselciliğin reisi weberist düşüncenin sürekli kapıştığı, yapısalcılık-bireyselcilik / objectivizm-subjectivizm tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır bourdieu ve bunu da habitusla yapmıştır. çünkü habitus, bireyin yapısal faktörler tarafından şekillenmiş, onunla iç içe geçmiş, fakat en önemlisi üretici bir olgudur. yani sosyal eylemi yani pratiklerin uygulanmasında bireyle iç içe geçmiş bu yapının inşa ettiği üretici olgu bourdieu sosyolojisini yapısalcı-inşacı yapmaktadır. birey, pratikleri sosyal uzam üzerinde habitusunun ait olduğu noktaya göre realize eder.
    kafa karışıklığı yaratmadan, daha da derine inmeden gelelim bunlar nasıl bir sosyal tabakalaşma altyapısı sunar bize?
    bourdieu'ye göre sosyal uzam, ekonomik, kültürel ve sosyal sermaye tarafından belirlenen noktalar kümesidir. her nokta, belirli bir sermaye miktarına, dağılımına ve zaman içerisindeki evrimine işaret eder. o halde, bourdieu sosyolojisinde toplumsal tabakalaşmanın temel prensibi, sermayelerin miktarı, dağılımı ve zaman içerisindeki değişimine bağlıdır. istisnalar vardır örneğin don kişot etkisi, bundan birazdan bahsedeceğim.
    birbirine yakın pozisyonlar, benzer günlük pratikleri üretirler. o halde, sosyal eylem, bireysel olduğu kadar toplumsaldır da. o halde, benzer pozisyonlar, habitusları benzer koşullar altında şekillenmiş eyleyenlerin bir araya geldikleri alanlardır. o zaman, "habitus sınıfsaldır" der bourdieu. başka bir deyişle, aslolan sınıf habitusudur. bu durum, aslında beğenilerin sadece bireysel değil, yapısal olduğu konusunda da bizi ikna eder. kendim bir örnek vereyim: siyah, modifiyeli, içinden gümbür gümbür demet akalın şarkısı gelen bir araba lastik yaka yaka el freni çekerek önünüzden geçti. hepimiz biliyoruz ki, o arabayı süren adam yani sahibi bir doçent ya da profesör değil. bir heykeltıraş ya da şair değil. peki bunu nereden biliyoruz? çünkü bir doçentin veya heykeltıraşın sahip olduğu sermaye dizilimi bu tür pratiklerin ortaya konduğu sınıf habitüsüne ters düşmektedir. yine hepimiz biliyoruz ki, hafta sonları jazz bara gidip tenis oynayan birinin kültürel sermayesi, pavyona gidip arkadaşlarıyla mangal başında rakı içen biriyle aynı değil. belki de bu iki pratiğin de gerektirdiği ekonomik sermaye aynıdır? o zaman onları ne ayırıyor? habitusları ayırıyor.
    bourdieu'nün (bkz: la distinction) kitabı yaklaşık 800 sayfa ve dolu dolu bir toplumsal tabakalaşma düşüncesi aktarıyor. ben burada o 800 sayfayı yazamam tabi. dolayısıyla ana hatlarıyla budur o'nun düşüncesi. eksik yazdığım binlerce şey var biliyorum. fakat tamamlamak istiyorsanız düşünceleri bourdieu'den tavsiye edebileceğim:
    raisons pratiques
    la distinction
    sur la télévision
    espace social et génese des classes
    social space and symbolic power
    séminaires sur le concept de champ

  • yemek hazırlarken kedimin de yiyebileceği bir şey yere düştüğünde "bu senin payınmış" diyerek kabına koyardım, ki zaten çoğu zaman kabına koymama gerek bile kalmazdı. bir şeyler düşürürüm ümidi ile dibimden ayrılmazdı. tamam, itiraf ediyorum, bazen de bilerek düşürürdüm sırf o yesin diye. iki sene önce kedim öldüğünde onu apartmanımızın bahçesine gömdüm. şimdi yemek hazırlarken yere bir şey düştüğünde "bu senin payınmış" diyerek camdan, onu gömdüğüm yere atıyorum, en azından sokağımızın kedileri yesin onun payını diye.

  • çomarların hav havlamasına sebep olmuştur.

    ayrıca; devlet ticarethane mi lan, bana kimlik vermesi gerekirken satıyor?