hesabın var mı? giriş yap

  • türk televizyonlarının unutulmak istenen ama unutulamayan adamı savaş ay production gururla sunar,

    bir kaç ay önce atv ana haber'in "savaş ay oradaydı" adlı bölümünde savaş ay'ın narkotik ekibiyle terör bağlantılı bir şebekeye baskın yapmaya gitmesi, polislerin kapıyı kırmalarını ve savaş ay'la birlikte içeriye girmelerinin kameraman tarafından evin içinden görüntülenmesi..

  • --- spoiler ---

    eyvah necdet: ördekleri bilir misin züleyha? hiç soğuk bir kış gününde donmuş bir göldeki ördekleri izledin mi?

    züleyha: izlemez olur muyum? ben her kış donmuş göllere gider, ördeklere bakarım. kazım ya ben.

    eyvah necdet: hıh hıh hıh hıh. tabiat aleminde lüzumsuz mizah yoktur, dersler vardır züleyha. ördekler gölün belli bir noktasının donmasını kanat çırparak ve imece usülü bir yardımlaşma içinde engellerler. bir ördek kanat çırpmaktan yorulunca diğeri onun yerine geçer. böylece gölün donmayan noktasından beslenerek ölmekten kurtulurlar.

    züleyha: tamam necdet madem istiyorsun biraz da buz pateni yapan kurbağalardan bahset, ondan sonra da defol git hadi!

    eyvah necdet: bak züleyha… ben artık kanat çırpmaktan yoruldum. senin de yardım etmen lazım. yoksa aşkımız ölecek.
    --- spoiler ---

    ruhun şad olsun güzel insan...

  • hakkında mimar sinan güzel sanatlar üniversitesi devlet konservatuvarı, istanbul üniversitesi devlet konservatuvarı, haliç üniversitesi konservatuvarı opera bölümü öğrencileri ve mezunları tarafından şöyle bir mektup yazılmış olan rezillik.

    genç seslerden açık mektup;

    uzun ve zorlu bir opera eğitim sürecini alabilmek için birden fazla eleme sınavından geçip bu alanda öğrenim görmeye hak kazanan bizler; konservatuvar çatısı altında şan, müzik teorisi, mimik rol, opera oyunculuğu, koro gibi temel dersleri alarak ve üzerine ağır psikolojik süreçler geçirerek eğitimimizi tamamlıyoruz.

    üniversiteye girdiğimiz ilk günden itibaren gelecek ve meslek kaygısına düşen bizler, hükümetin sanat politikaları nedeniyle iyice daralmış olan iş sahamızda varlığımızı korumak ve meslek etiklerini oluşturmak üzere mücadele veriyoruz. sahnede var olma isteğimizden dolayı kurum yönetimlerinin insan sesini ve eğitimini küçümseyen hatta maddi açıdan hiçe sayan tutumlarını çoğunlukla görmezden geldik.

    artık emek sömürüsüne dur demenin vakti geldi.!!!!

    ülkemizin her alanında olduğu gibi özelleştirme politikalarıyla beraber sanatta da ucuz, sosyal güvencesiz, niteliksiz istihdam yapılmakta ve son aşamada "taşeron sistemi ile" sanat adı altında eserler sergilenmek istenmektedir.

    "zorlu performans sanatları merkezi'nde" yapılacak olan "royal opera house" prodüksiyonu "la bohéme" operası bunu bizlere bir kez daha göstermiştir. anlaşılan o ki yapımcılar, bütçe kalemleri içerisinde "la bohéme" operasında önemli bir yer teşkil eden koroya bütçe ayırmamış ve bu işi ücretsiz yapma ya da kabul edilemeyecek az bir ücret karşılığında yaptırılma yoluna gidilmiştir.

    bu "taşeron koro" teklifini profesyonel seslerden oluşan korolar emeğinin karşılığını almadan iş yapmayacaklarını belirtip reddetmiş ve bazı amatör korolar da opera uzmanlık alanı olmadığı için kabul etmemiştir.
    ancak, bu prodüksiyon için sayın masis aram gözbek aracılığı ve yönetimiyle oluşturulan amatör bir koro ile anlaşılmıştır.

    amatör korolar genellikle farklı meslek gruplarından bir araya gelmiş ve bu işi hobi olarak yapan kişilerden oluşur. amatör koroların varlığı ülkemizde müzik ve çok seslilik kavramının gelişimi açısından önemlidir ve desteklenmelidir. amatör korolar, farklı müzik türleri ve farklı söyleme biçimleriyle bir birlerinden ayrılır ve kendi koro tınılarını yaratırlar. opera koroları ise operadan bağımsız olarak düşünülemez. çünkü opera koroları, solistlerle oyunculuk ve sahne eğitimleri konusunda ayrışmaz ve aldıkları eğitimi sahnede uygularlar.
    amatör korolarda söyleyen farklı meslek gruplarından kişilerin sadece müzik yapma iyi niyetlerini kullanarak profesyonel oldukları şeklinde lanse etmek ve yüksek bilet fiyatları ile satışa sunulan bir opera eserinde söylemeleri sağlamak ne kadar etiktir? bu aynı zamanda izleyiciyi yanıltmak değil midir?

    bu durum bu işi meslek olarak seçen ve geleceklerini bu alana adayan bizlerin zaten kısıtlı olan iş alanlarının varlığını yok etmekte ve prodüksiyon firmalarının emek sömürüsü yapmasına zemin hazırlamaktadır.
    gelişmiş ülkelerin hiçbirinde (sosyal sorumluluk projeleri dışında) bilet satışı yapılan, işletme karı güdülen bir prodüksiyonda para almadan ve sosyal güvenceye bağlanmadan insan emeği kullanılamaz.
    ne acı ki durum, tüsak yasa tasarısıyla örtüşmektedir. özel sektörde sanatın taşeronlaşmasıyla beraber sanatçıların haklarını alamamalarına neden olacaktır.

    bizler insan sesine ve emeğine değer verilmesi için genç sesler olarak ses çıkartıyoruz.
    ülkemizde;

    tübitak kurumunun başında hayvanat bahçesi müdürünün olmasına,

    şehir tiyatroları başında eski güreş hakeminin görev almasına,

    opera, tiyatro, bale , resim,heykel gibi tüm sanat dallarında; sanatın profesyonellik gerektirmediği algısını oluşturmaya yönelik yapılan atamaları, yasal düzenlemelerini kabul etmiyoruz.

    ses çıkartıyoruz !!!!

    ekleme: metinde geçen topluluklardan birisine dahil olup, olmadığım sorulmuş. hayır, değilim. hiçbiriyle bağlantım yoktur. ben eğitimi sanat, işi sosyal medya olan bir insan olarak bu metnin zorlu center psm sayfasında opera sanatçıları ve öğrencileri tarafından yorumlara yazıldığını ve her yorumun kısa sürede silindiğini gördüğüm için, hem kalıcı olması hem de ekşisözlük'ün gücünden destek alması adına metni buraya taşıdım. bu kadar ses getirmesinden de gurur duydum. umarım dostlarımızın bu haykırışı hak ettikleri sonuçları doğurur.

  • yüce yargımızın son mucizesi.

    izmir'deki gezi parkı protestoları sırasında gözaltına alınan ve 5 ay tutuklu kalan göksel yerdut, gözaltı sırasında kolunun kırılması nedeniyle polis hakkında suç duyurusunda bulunmuş savcı da “işkence iddialarına delil olarak ileri sürmek üzere, kendisine takılan kelepçe ile iki kolunu gerdirerek kendisine zarar vermeye çalıştığı, kelepçeli sol kolunu karnına sıkıştırdığı ve böylece kolunu kırdığı…” na karar vermiş.

    http://www.radikal.com.tr/…di_kolunu_kirdin-1173186

    ne güzel memleket lan.

    • tecavüz olur. 13 yaşındaki kız çocuğu suçlu olur.

    • yolsuzluk olur. paralel devlet olur.

    • rüşvet ortaya çıkarılır. adı bağış olur.

    • kara para aklayan terör destekçisi tutuklanır. adam hayırsever olur.

    iyi bari tecavüze uğrayana kendi kendini sikmişsin demiyorlar. buna da şükür!

  • ben bunu yapıyorum. bana yapılınca da teşekkür ediyorum. hoş bir davranış bence.
    ancak bir kaç defa benden az ürünleri oldukları için bana bir şey söylemeden önüme geçenler oldu. sanırım bunu kendilerinde hak gördüler. bu terbiyesizlik cidden.

  • beylikdüzüne metrobüs gönderebilen bir ülkeye karşı daha plütonun gezegen olup olmadığını senelerce çözememiş bir kurum. bence bakan haklı.

  • turk erkeginin yagsiz ve imkanlar sayesinde daha iyi giyineni (daha iyi gelir dagilimi, ve marka olmus tekstil sektoru sayesinde). baska numaralari yok, 1 sene italya'da yasayinca anliyorsunuz. 35 yasinda anasiyla yasayan adam dolu roma'da.. bizimkiler hic olmazsa ev araba alma cilesinde.. hor gorulen turk erkeginden daha seviyesizce espriler yapilan erkek muhabbetleri var.. ayrica en az (hatta daha fazla) turk erkegi kadar abazalar.. pardon turk erkegi abaza tabi italyan erkegi "yatakta bir harika canim hic durmadan kadinligimi hissettirdi"..

    komplimani italyan yapinca "ayh cok zarif, kelimelerle adeta bedenimi yaladi", turk yapinca "ne diyosun sen be pis sapik!?" oldugundan kalani geciniz. yabanci hayranligi sagolsun, turk erkegi en son size iltifat ettiginde 3. sinif hollywood filminde bayat komiklikler yapip bardan hatun kaldirmaya calisan ezik bir loser kafaniza yer etti ve oyle kaldi, gelin itiraf edin.

    is yerine surekli yemek icin gelen turk erkegi birden (birden kismi onemli bak) "bu güzellik nerden geliyor hep aynısın bu tempoda" dese adami dogduguna pisman edersiniz. hicbirsey olmasa oyle soguk bi bakis atar yalandan gulersiniz ki adam kadinlardan sogur.

    "valla o an ne diyim bilemedim "pezzo di merda!" dedim ve yanındaki arkadaşı döndü "italyancada iyiymiş" dedi güldük vs."

  • evet sevgili satranç tutkunları ben geldim.

    bensiz hayatının tadını çıkaran tüm işlemcisi düşük bireylere haber verin aptallık yasaklandı. yağmur sonrası toprak kokmak yasak. aheuahe.
    gelecek altı ay içinde hindistan'da yedi milyarıncı insan doğacak ve siz halen inatla bu yedi milyar insanı hayatta tutan mekanizmalar hakkında cahilsiniz. yedi milyar insanı besleyen iş gücünün hangi cinsin sırtından üretildiğinin farkındasınız ama egonuz kendi ürettiğiniz yahut size aralıklarla enjekte edilen sanal ayaklar üzerinde durduğundan bunu kabul edemiyorsunuz. dünya tarihine damgasını vurmuş tüm ressamların erkek olması bile sizdeki "erkekler renk körü ve mal" fonksiyonunu kıramıyorsa olaya bir de tekstil ve moda sektörü açısından bakmayı deneyin. her yıl beyin zarınıza hakaret ederek yeniden üretilen moda metası para ediyorsa hem sizin sorgulamaktan aciz bilincinizden, hem de renklerden bile habersiz erkeklerin başarısındandır.

    renk kavramı üzerine düşünebilecek fizik ve biyoloji kültürünüz de hiç bir zaman oluşmadığından. ışığın her dalga boyuna farklı bir isim vererek cehaletinizi kendi yarattığınız oyuncak bir kültürle gizliyorsunuz. renk hakkında konuşmak için hem temel fizik, hem göz denen organın işleyişi, hem de beyinde yaşananlar hakkında fikir sahibi olmak lazımdır. görmek ile neyin kast edildiği bilinmeli. herkesin kırmızı dediği rengin aynı olmayabileceği ile ilgili bilimsel görüşlere, yaklaşımlara en azından ucundan dokunmuş olmak lazım.

    az sonra anlatacağım şeyi ilk kez duyacak olmanız sizi rahatsız etmeyecektir sanıyorum ama aslında çarpıcı bir cehalet kriteri benim için. biz insanlar her an milyarlarca elektriksel sinyali işleyen bir beyin ile yaşıyoruz. işlenen bu verilerin değerlendirilmesine yarayan veri deposu doğuştan değil sonradan oluşuyor. yani insan doğduğunda yeşil gibi sarı gibi renklerden bihaber. güneşten gelen ışık ışınları bir cisimden yansıdıklarında maddenin yapısına göre farklı dalga boylarına ayrılıyor ve biz ona baktığımızda gözün arka tarafında bulunan bu iş için özelleşmiş hücrelerce elektriksel sinyallere dönüştürülüyor. işte tam burada bilim felsefe ile el ele verip şu temel sorunun cevabını arıyor. ışık gerçek haliyle beyne hiç ulaşmıyorsa;

    1) hepimiz aynı renkleri mi görüyoruz?
    2) gerçek ışık nasıl bir şey? dünya gerçekten gördüğümüz gibi bir yer mi?

    bu soruları soran bilim insanları çeşitli deneylerle cevabı araya dursunlar halen benim kırmızı dediğim renk ile senin kırmızı dediğin rengin aynı renk olup olmadığı bilinmiyor. yani hepimiz aynı elektriksel sinyale aynı adı veriyoruz ama o rengin gerçek hali bilinmediğinden belki de hepimizin kırmızısı farklı. bunu anlamak biraz zor geliyor olabilir şu aşamada. ama anlatmayı başaracağımı düşünüyorum.

    insan beyni şu şekilde çalışıyor

    1) duyu organları vasıtasıyla bilgiyi topla ve elektriksel sinyale dönüştür
    2) bu elektriksel sinyalleri iletişimde kullanacağın şekilde isimlendir ve sınıflandır.
    3)gerektiğinde bilgiyi sınıflandırdığın isimle çağır.

    şimdi bu kod üzerinden bir örnekle renk öğrenelim;

    ışık bir maddeden yansır ve mesela gözümüze dalga boyu "~ 625-740 nm" olacak şekilde gelir.
    biz insanlık olarak bu dalgaboyundaki ışığın (eğer frekansı da doğru ise) gözümüzde oluşturduğu elektriksel sinyale kırmızı diyoruz.
    çocukken annemize bu ne renk diyerek bu dalga boyundaki ışığın gözümüzde oluşturduğu elektriksel sinyalin ne renk olduğunu öğreniyoruz.
    hayatımızın devamında aynı elektriksel sinyal beyne ulaştıkça kırmızı demeye devam ediyoruz.

    yani kapkaranlık bir odada beynimize kablolarla istenilen elektriksel sinyali verseler tüm renkleri görebiliriz. çünkü aslında bizim beynimiz ışığı bilmiyor. renklerden habersiz. bunun ne derece insan ufkunu genişleten bir bilimsel gerçek olduğunu algıladığınızda, şurada tartıştığınız konunun sığlığına da vakıf olacaksınızdır. bilinç, beynin bilgi arşivinde var olan bir olgu. o arşivin kısıtlı olması bilincin bir hapishanede kısılıp kalması gibi bir şey. o yüzden cehalet önce insanın kendisi için kötüdür.

    "ben cahil insana kendine yaptığı şeyden ötürü katlanamıyorum."

    (bkz: gerçekten ışığı görebildiğini sanan insan/@limon kimyon zorro)
    (bkz: öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler/@limon kimyon zorro)
    (bkz: suyun renginin mavi olması/@limon kimyon zorro)
    (bkz: topuklu ayakkabı/@limon kimyon zorro)

  • yazılanları okudukça çocukluğum geldi aklıma. eskiden her gün komşu, akraba, mahalleli, köylü ne kadar saçma sapan insan var hepsi bizim eve gelirdi. hiç boş kalmazdı evimiz. gündüz kadınlar toplanıp cinlerden bahseder gece korkudan uyuyamadığım için annemden dayak yerdim. her akşam okey partisi verilirdi bizim evde. komşular toplanır bağırış çağırış okey oynarlardı. hatta bir gün sizin eviniz yok mu dedim çocuk aklımla, evden kovdum. ertesi gün kahvaltıya geldiler jdjdjd

    bir sene boyunca kuzenim bizde kaldı, hala gördükçe tüylerim diken diken olur. sonra annemin kuzeni de kalmıştı günlerce koca adam artık gitsin diye haber vermeden evden kaçmıştık.

    bir gün hiç tanımadığımız bir kadın yerleşti bizim eve, çocuğuyla birlikte. sokakta kalmış kimsesi yokmuş bir kaç ay kaldı. yemin ederim toplama kampı gibiydi.

    misafir kavramı benim için bir çocukluk travması. şu anda yalnız yaşayan bir insan olarak kardeşimi bile eve davet etmek istemiyorum. öyle bir travma.

    yok misafir başka odaya girmiş de, yok özel tuvaleti kullanmış da, kırlente kolunu değmiş de bilmem ne. biz eve yerleşen misafir artık gitsin diye gizlice kaçtık hey yavrum hey. daha arayıp anahtar soruyor heee anahtarı ayakkabının içine koyduk dangalak.

  • ülkenin büyük sinemacısı, sinema oyuncusu. kendisi sinema eleştimeni atilla dorsay'a şöyle diyor:

    "sen zaten benim adımı hala bilmiyorsan, baba sen zaten bırak sinema köşesi yazmayı..."

    bu adam 3 tane recep ivedik filmi çekti diye türk sineması'nın duayeni sanıyor kendini. atilla dorsay senin adını bilse ne olur, bilmese ne olur?

    abicim bu egonun kaynağı nedir, nedir bu özgüven? çektiğin filmler alt tarafı recep ivedik be... atilla dorsay emek sineması'nın yıkılmasını protesto ederken bu adam o'na laf sokmanın derdinde.

    bazen kendini bile aşıyorsun şahan.