hesabın var mı? giriş yap

  • keçi ayaklı zevk ve bereket tanrısıdır.
    parfümün dansına göre pan, insanların duyguları ile düşünceleri arasına duvar çekmeleri; yaşamak yerine, cennete kabul edilmek ve doğayı tahakküm altına almak için çalışmaları; dans, müzik ve aşkla ilgilenmek yerine, doğru ve yanlışla uğraşan aristo, isa ve descartes'a inanmaları yüzünden gücünü yitirmekte olan bir tanrıdır.

  • 14 yaşımı yeni bitirmiştim sanırım. gitmeden birkaç sene evveldi işte. akşam geldi eve, çeketini çıkardı, koltuğa yerleşti. dizinin üstüne elini vurarak kucağına çağırdı beni. gittim, boynuna doladım kollarımı, çektim içime kokusunu. "canım" dedim, "canım babacığım."

    "benim kızım büyüdü, kocaman kız oldu. sevgilisi de olacak değil mi kızımın artık?" dedi.

    gözlerini dikti gözlerime garip bi gülümsemeyle baktı. utandım, şaşırdım. daha önce hiç sevgilim olabileceğini söylememişti çünkü bana. ya da bunları konuşabileceğimizi düşünmemiştim sanırım.

    "benim kızımın sevgilisi olacak. el ele gezecek, çok sevecek birilerini. ama benim kızım düzgün insan seçecek. düzgün adamlarla sevgili olacak. değil mi güzel kızım? her önüne gelene güvenme. her önüne gelene inanma emi canım kızım? yalan söyleyenler olur, kandırmaya çalışanlar olur. benim akıllı kızım uzak tutar böyle insanları kendinden dimi güzel kızım?"

    yutkunduğumu, kafamla onay verdiğimi ve tekrar sarıldığımı hatırlıyorum. annemin de bize bakarak kıs kıs güldüğünü...

    acaba diyorum, kızıyor mudur bana? öfkeli midir? üzülüyor mudur halime. oysa ben hiç üzmek istemezdim onu. ona layık bi evlat olamadım belki... belki çok hata yaptım, yanlış insanları sevdim, yanlış yollarda yürüdüm, yanlış kapıları çaldım, yanlış evlerde uyudum, yanlış yerlerde uyandım, yanlış dostluklarım oldu, yanlış kalplere girdim, yanlış insanları kalbimin orta yerine oturttum... kızıyor mudur bana? üzülüyor mudur halime? mutsuzluğumu görüyor mudur? acıyor mudur bana ya da merhamet mi ediyordur? bilmiyorum... tek bildiğim şey; babamla ilgili o kadar az şeyi tutuyorum ki hafızamda. aklıma gelen birkaç sahne ve konuşmadan biridir bu... keşke diyorum. hep keşke... babamın dizinde oturup, boynuna sarıldığım günde kalsaydım keşke...

  • memur mesaisi (taslak)

    8:30-10:00 kahvaltı ve dedikodu (geç gelinirse başlama saati değişebilir)
    10:00-10:30 gazete- internet
    10:30-11:00 günlük evraklarla ilgilenme
    11:00-11:30 mola
    11:30-12:00 öğle yemeği değerlendirmesi
    12:00-14:00 öğle yemeği (normal ara 12:30-13:30)
    14:00-15:00 ayşe hanımla ahmet beyi çekiştirme, duruma göre diziler de olabilir
    15:00-15:30 günlük evraklar
    15:30-16:00 kahve-fal
    16:00-17:00 akşam ne yemek yesek, çocukların okulu
    17:00 çıkış (mesai 17:30)

    hangi birini yasaklayacaksın dediğim durum. sorun sanki başka bir şey.

    mecburi edit: özel sektörde de durum faklı değil demişler. sanmıyorum aynı olsun büro çalışanları için belki biraz benziyordur.

    17:30 da biten mesai için 17:15 de servis kaldıran kurumlar gördüm ben. 8:45 de gittiğimde daha memurlar gelmedi diye içeri alınmadığım kurumlar, ki ben de aynı kurumun başka bir biriminde yöneticiydim.

    edit2: kendi mesaisini gönderen var. arkadaşlar size aşina değilim.

    edit3: bir şey işte @simgeselkedi

  • islam'ın, imanın şartları gibi... çekilmesi usulden ve zaruri birkaç kare var. bunları çekmeyene fotoğrafçı demiyorlar cemiyette.

    - çürümüş ahşap eski ev fotoğrafı
    - ekstra buruşmuş yaşlı fotoğrafı(portre)
    - buruşuk yaşlıyı iş yaparken gösteren bir fotoğraf,
    - gün batımında şehir manzarası,
    - varoş mahalle karesi
    - ufak, pis, sümüklü erkek çocuk fotoğrafı(böyle bana yardım edin gibi objektife baktırarak)

  • her alanda karşıma çıkıyor bu arketip.

    daha önce cehaletiyle övünen insan diye genellemiştim bu konuyu ama yetersiz kaldığını düşünmeye başladım gerçeği tanımlamada. her ne kadar cehaletiyle övünen insanla akraba olsa da yer yer birbirlerinden ayrılıyorlar.

    bu insan, anlamamayı dış kaynaklı bir saldırı olarak görüp, anlamadığı şeyi küçümseyerek egosunu korumaya çalışırken, cehaletiyle övünen insan kendi cahilliğini bir değer haline getirmeye çabalıyor.

    daha basitçe, dalga geçen ezikliğini yok etmek için çırpınırken, övünen adam vahşice bilmemeyi yüceltiyor.

    sözlükte de sıkça karşımıza şu şekilde çıkıyor bu tip; herkesin aşina olmadığı bir felsefi tartışma hakkında görüşünü dile getiriyorsun mesela, bunu yaparken de konunun ihtiyaç duyduğu terminolojiyi kullanıyorsun.

    hemen altına okuyamadım kardeş durumumuz yoktu esprisi yapıştırılıyor. fular yetmezliği şakası oturtuluyor.

    sanki yazı adama zorla okutulmaya çalışılıyormuş gibi bir hava yaratılıyor.

    halbuki baktın ilgini çekmiyor geç git sana ne dingil.

    illa yorum yapmak zorunda mısın?

    ----------
    peki bu yorumların yapılması neden bana batıyor. dalga geçmesin mi insanlar bana ne?
    ----------

    bireysel olarak cahilce konuşmak ve yorum yapmak insani bir haktır. ben kimseye kalkıp onu yaz bunu yazma diyecek statüde bir insan değilim. haddim değil. ancak madem inandıklarımızı düşüncelerimizi paylaştığımız bir platformdayız bence bunun toplum için zararlı bir gidiş olduğunu söylemem lazım.

    toplumlar bireylerin eğilimlerinden etkilenen mekanizmalara göre şekillenirler. yani bireyin salaklığı zincirleme bir reaksiyonla toplumun genlerine/normalleri arasına hızla kaynayabilir. özellikle de tepki görmeyen klasik savunma biçimleri kolayca toplumun bilinçaltına konuşlanabilir.

    bilmemek, anlamamak insanın hiç değilse için için utanması gereken bir eksikliktir. bu kıymetli utanma duygusunu körelten bir dalga geçme kültürü uzun vadede benim inandığım aydınlık toplumu köklerinden çürütebilir.

    ----------
    peki ben çok mu biliyorum da böyle konuşuyorum?
    ----------

    elbette çok bilmiyorum ve hatta aranızaki en cahil insan olma ihtimalim olasıdır. tepkimin en önemli sebebi bilmemekten utanılmayan bir toplumun bana çok korkutucu gelmesi.

    ben gelecek nesillerin bilgisizlikle övünülen, bilgiyle dalga geçilen bir toplumda yaşamasına razı değilim.

    safımı belli etmek için yazmak istedim.