hesabın var mı? giriş yap

  • bu ciddi bir konu. yazar arkadaşın etrafındaki insanlar aynı zamanda sizin de etrafınızda olabilir.

    edit: ulan 2 fav alacağız diye yapmadığınız embesillik kalmıyor şu alemde. insandır bu. düşer, kalkar. yarın öbür gün sen düşersin, olmadık bir sebeple bir borcun altına girersin, tanıdığından yardım istersin, veririm ama kız kardeşinle veya karınla bir gece birlikte olurum, al paran hazır derler. o zaman erkeklik yapmaya kalkarsın. ama söz konusu kadın olunca rerere,rörörö. yabancı değil oğlum bu mesajı yazanlar. sizin de çevrenizde var düşmenizi bekleyip, düştüğünüz an arkanızda bitecek olanlar.

    bu mesele meriçlik meselesi değil. insanlık meselesi. ekonomik şartlar ortada. insanlar maddi olarak zor dönemler geçirebiliyor. ya destek olursun ya da olmazsın. bu kadar basit!

    debe editi: bu başlık altında yazılanlara baktığınız zaman ülkeye olan umudunuzu kaybedebilirsiniz. destek verip debe ye girmesini sağlayanlara baktığınızda ise hala bir şeylerin düzeleceğine dair umudunuz olsun!

    bu memlekette namussuzlugun bu kadar prim yapması, namusluların sesinin çıkmamasından kaynaklıdır. lakin biz henüz ölmedik ve hala çok kalabalığız. namussuzlugu normalleştirmenize izin vermeyeceğiz!!! ne kadın, ne erkek, ne çocuk hiçbir şekilde sizin insafınıza bırakmayacağız. ama birgün olurda karşılaşırsak böyle bir durumla çevremizde, annenizin bile tanıyamayacağı hale getireceğiz, bilginize..

    siz elalemin kızına 3 kuruş para için bunu söyleme cesareti gösterecek kadar cesursanız, biz de gerekeni yapmak için hazır bekliyoruz! hodri meydan..

  • - daha yüksek ses kalitesi
    - çevrimdışı dinleme
    - istediğin şarkıyı çalma
    - istediğin kadar şarkı atlama
    - reklam duymama

    gibi özellikleri olan premium için "beleşle arasındaki farklar çok az ve umursanmayacak derecede" diyen de çıktı ya. sözün bittiği yerdeyiz.

    daha nasıl bir fark olmalı? oturup tavla mı atsın? çay mı demlesin? kuzeniyle mi tanıştırsın? insanda biraz insaf olur.

  • atatürk döneminde kurulmuş tüm cumhuriyet şirketlerini "devlet şirket sahibi olmaz" argümanı ile satıp bitiren siyasal islamcılar ın domates, biber, ucuza peynir, soğan, patates satma girişimlerine bir örnektir.

  • halkları hitler’e ve mussolini’ye aynı eleştirileri yapmamış olduğu ve toptan yıkıma maruz kaldığı için aynı hataya düşmek istemeyen şerefli yurttaşların eleştirileridir.
    eleştiri akıldır, gerçektir. vatan ancak akıl ve gerçeği görerek, ifade ederek korunur.

  • bu konudaki son sözü dostoyevski söylemiştir zamanında :

    "insanların birbirini tanıması icin en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır."

    budur.

  • cin'de mevsiminde cok sik tuketilen bir meyve turu. disinda kestaneye benzer bir kabuk vardir, ancak kabugu soydugunuzda icinde yumusak, sulu ve seffaf bir katman vardir super tadi olan. tadi sekerli ve cok lezzetlidir. dis kabugunun rengi yesilden koyu kirmiziya kadar degisir. koyu kirmizi olanlari tavsiye edilir. daha onceki entrylerde, cekirdeginin cok buyuk oldugundan bahsedilse de, bir cok turunun cekirdegi ufaktir ve yemeye uygundur. ozellikle cin'in hainan adasinda yetisen turleri cok cok lezzetlidir.

    turk bunyelerde ay cekirdegi etkisi yapar. mevsiminde her aksam eve gelmeden bir kilo alir ve basina oturunca da bitirmeden kalkamazsiniz. afrodizyak etkisini test etmedim, o konuda bir sey soyleyemeyecegim. lakin insanin icinde hafif bir alevlenme yaptigi ve hatta yuksek miktarlarda tuketildiginde yuzde buyuk sivilcelere yol actigi gorulmustur. kisacasi, her ne kadar harika bir meyve olsa da, kararinda tuketilmelidir. mevsimi nisan-temmuz aylari arasidir. turkiye'de nasil yazlari yol kenarlarinda kavun-karpuz sergileri aciliyorsa, guangdong'da da yol kenarlarinda lici tezgahlari acilir her yaz.

    narin bir meyve olsa da bir sure buzdolabinda saklanabilir. lakin alir alinmaz tuketilmesi her zaman en uygun olanidir. zaten yemeye baslayinca bitmeden duramayacaksiniz.

  • bu mektupları sağda solda okuduğum alıntılar nedeniyle okumayı çok istiyordum fakat üstünkörü vikipedi' den milena ve franz'ın hayatlarını - ilişkilerini okuyupta ikisinin de bu mektupların yakılmasını istediğini öğrenince okumaktan vazgeçmiştim. onların okumamızı istemediği şeyleri, özellerini okumak etik gelmemişti.

    merak ettiğim bir şey vardı ama. bu aşk gerçekten karşılıklı mıydı? karşılıklı olmasına rağmen mi sürmüştü onca zaman franz kafka'nın büyük aşkı. ve şayet öyleyse neden kavuşamamışlardı?

    bir gün başka bir kitap alırken ilişki gözüme, sinirim de tepemdeydi ve dayanamayıp aldım, okudum. yazmamın nedeni, yukarıda yazdığım soruların cevabını benim gibi merak edenler varsa, bir kadın gözüyle (milena'nın gözüyle) mektuplar ışığında kendimce yorumlamak. zira "çok büyük bir aşk" olarak tanımlanıyor bu ilişki ve öyle olmadığını düşünüyorum ben. hatta buna eminim. en azından bu milena jesenka için öyle değildi. franz içinse, büyük olsa da gerçek değildi. biri bana bu soruların cevabını verseydi, sanırım merakıma yenik düşmez ve bu mektupları okumazdım.

    evet, neden böyle düşündüğüme gelince;

    milena, franz ile buluşup birkaç günü beraber geçirdikten sonra; mektuplaşmalar tüm hızıyla devam ederken, aşkın görünürde doruk noktada olduğu bir aşamada franz'ın en yakın arkadaşı max bord ile mektuplaşıyor. o aşamada zaten hükmünü vermiş bu ilişki için franz hakkında. ama öncesinde de franz'ın doktorundan sağlık durumunun hiç de iyi olmadığı bilgisini alıyor. ikinci, yani son buluşmadan sonra; franz'ın yazdıklarından, milena'nın bu ilişki hakkındaki fikirlerinin olumlu ise bile değiştiğini görmek hiç zor değil. fakat franz'ın hastalığının ciddi olduğunu bilmek muhtemelen kendisinde psikolojik bir baskı oluşturuyor ve yazışmalar birkaç ay daha bu yüzden devam ediyor; ta ki franz kendisinden yazmamasını isteyene kadar. sonrasında da çok uzun aralıklarla çok resmi yazışmalar var, ilişki boyutunda değil.

    milena'nın max'a yazdığı birkaç satırdan alıntı yapacağım. bu yazışmalar ilk buluşmadan sonra, son buluşmadan önce, arada birkaç hafta var zaten ikisinin arasında.

    --- spoiler ---

    "çalıştığı yerde en ufak sorunlar bile onun gözünde devleşirdi, hatırlıyor musun? bir iş adamı gördüğünde telaşlanır, tıpkı bir çocuğun lokomotif karşısında duyduğu hayranlık gibi karışık duygular yaşardı"
    --- spoiler ---

    *************
    milena güçlü karakteri olan bir kadındı, korkusuzdu. yazdıkları yüzünden nazi kampına alınan ve orada can veren bir kadın. franz aksine korkak, duygusal ve çekingen bir adam. franz'ın bu çekingenliği ve korkaklığı kendisini rahatsız etmiş çünkü karakteri güçlü kadınlar, aynı şekide hayatlarındaki adamın da öyle olmasını isterler ve öyle adamlara aşık olurlar.
    *************

    --- spoiler ---

    "bir ara çok kötü günler geçiriyordum. telgraf çekmiş, telefon etmiş, mektuplarımda yalvarmıştım. ondan gelmesini istemiş, ve "kalk gel" demiştim. "tanrı hakkı için, hiç değilse bir günlüğüne gel" demiştim. ona ne kadar çok yalvardığımı anlatamam. gelseydi benim için ne kadar iyi olurdu ama gelmedi. ona o sıralar çok ihtiyacım vardı. aklıma gelen her kötü sözü söyledim, sıvadım, yalvardım. bu nedenle günlerce uyumadığını biliyorum. üzüldü, kıvrandı, sayfalar dolusu mektup yazdı ama gelmedi, gelmedi, gelmedi... nedenini biliyor musun? çalıştığı yerden izin isteyemezmiş de ondan! müdürün karşısına çıkıp, bana geleceğini söyleyemezmiş! "
    --- spoiler ---

    *************
    burada kopmuş işte her şey. milena gibi bir kadın, aynı zamanda evli bir kadın; franz'a yalvarıp yakarmış, ona çok ihtiyaç duyduğunu söylemiş fakat aşkından ölen franz'ın önceliği olmamış. onun için müdüründen izin istemeyi göze alamamış, bir çocuk gibi korkmuş. aşkı için ölümü göze alan adam izin almayı göze alamamış. (ki ben milena'nın yazılarından, kolay kolay birine ihtiyaç duyup yalvaracak bir kadın olmadığını anlıyorum) böyle bir kadının yalvarışlarını geri çevirerek zaten baştan kaybetmiş.
    *************

    --- spoiler ---

    "ona ilk nişanlısına niçin aşık olduğunu sorarsanız, "çok çalışkan ve başarılı bir kızdı" şeklinde bir cevap alırsınız. çalışkan ve başarılı olmak onun için her zaman önemlidir. kocamın beni yılda yüz kez aldattığını, beni ve başka kadınları avucunun içine alıp oynattığını ona anlattığımda bile, yüzü hayranlık duyguları içinde parlıyordu. müdürünün daktiloda hızlı yazmasına hayran olduğu gibi, onu bu yüzden kusursuz bulduğu gibi; kocamın da çapkın biri oluşuna hayran olmuştu! franz yaşayamaz ama niye biliyor musunuz? yaşamak için mücadele edecek gücü olmadığından yaşayamaz. bu nedenle iyileşmesi çok zordur. franz bu şekilde çok yaşayamaz ve ölür. öyle olduğunu göreceksiniz."
    --- spoiler ---

    *************
    son nefesine kadar ideolojisi için yaşayan ve toplama kamplarında can veren bir kadını etkileyecek bir karekter değil franz göründüğü gibi. milena adete bir öğretmen bu ilişkide. kendi gücünü onda bulamıyor, yalnızca kocasında göremediği sadakati franz'da gördüğü için duygusal açlığını doyurmaya çalışıyor. franz da aynı şekilde, milena'nın güçlü karekterinden ve duruşundan etkileniyor. yani ikisi de kendilerinde olmayanın açlığı ile birbirlerine tutunuyorlar. birbirlerini sadece "o" oldukları için seviyor değiller.
    *************

    --- spoiler ---

    "bizim kendimizi koruyabileceğimiz bir olayda o kendini koruyamaz ve boş yere hırpalanır. sıkı sıkıya giyinmiş, zırhlar kuşanmış bu kadar insan arasında çırılçıplak dolaşan biri gibidir"
    --- spoiler ---

    bu kadar yeter sanıyorum milena'yı anlamak için. başta da söylediğim gibi bu satırlardan kısa bir süre sonra son bir buluşma var, ve sonrasında milena sadece vicdan ve merhamet duyguları ile yazışmaya devam ediyor bir süre daha franz ile. milena'nın kafka'ya yazdığı mektuplarını okumak mümkün olmasa da, duygularını anlamak mümkün max'a yazdığı mektuplardan. zira franz ölmeden birkaç ay önce milena aynı şekilde max'a gönderdiği bir mektupta "ayrılamazdım kocamdan, belki de kadın olmam bunu engelliyordu, belki de ölünceye kadar bir manastır rahibesi gibi yaşamaya korkuyordum. o günlerde ben de bütün öteki kadınlar gibi kadın olmak, kadınca yaşamak istedim" demiş. yani aşk olmadığı gibi tutku da yok bu ilişkide.

    ve son olarak franz hakkında bende nefret uyandıran bir detay var bu kitapta. onu da söyleyip bitireceğim.

    franz milena ile tanıştığında nişanlıymış ve milena'ya olan duyguları yüzünden kızı terketmiş. "kız" dedim evet çünkü franz milena'ya mektuplarında defalarca kez bu kızdan bahsetmesine rağmen bir kez olsun adı ile hitap etmemiş. hep "o kız" diye bahsetmiş. terketmesi yetmezmiş gibi, ayrılık acısı çeken kıza milena'nın adresini vermiş, ona yazması için. üstüne üstlük sonrasında milena'ya "sana yazarsa lütfen tatlı sert yaz, tatlıdan çok sert olsun" gibi bir cümle kullanmış mektupların birinde. ve bu da yetmezmiş gibi; kızın kendisine yazdığı üzüntü dolu mektubu milena'ya göndermiş, ve ona verdiği cevabın ne kadar sert olduğundan bahsetmiş. iğrenç.

    o kız, yani julie wohryzek asla böyle bir saygısızlığı hak etmiyordu. kimse hak etmez bunu. hiçbir kadın, hiçbir adam. ki julie şöyle bir cümle kullanan bir kadın franz'a. "seni bırakamam ama eğer beni gönderen sen olursan, o zaman gitmek zorunda kalırım. beni gönderecek misin?" yazık. böyle bir muamele görmek ne acı. kendisi milena ile kafka'nın aralarına girmeye çalışan bir kadın değildi ki, onun nişanlısıydı. evet franz kendisine aşık değildi ve ayrılması doğru bir hareketti belki fakat o kız yine de en azından adı ile hitap edilmesini hak ediyordu. ve mahremiyetinin saklanmasını... yazdığı üzüntü dolu mektupları milena'ya göndermek ne demektir?

    franz mektuplarının yakılmasını istemekte haklıymış zira kendisinden bu terbiyesiz hareketinden ötürü nefret ediyorum. okumamış olsaydım saygı duymaya devam edecektim edebi kişiliğine. kendisi başkalarının acılarının üzerine mutluluk kurulmayacağını öğrenememiş. en azından başkalarının acılarına saygı duymayı bilmeliydi. o yüzden milena'ya olan aşkının hiçbir değeri yok benim gözümde.

    uzun oldu sanırım. evet uzun olmuş, kimse okumaz bunu. ben ne ara yazdım bu kadar şeyi, onu da anlamadım, can sıkıntısı işte. başkalarının ilişkilerine kafa yorunca kendimi düşünmek zorunda kalmıyorum çünkü sanırım. sinirlenmiştim okurken, rahatladım yazınca, iyi oldu.

    üzülerek söylüyorum ki; ortada gerçek bir aşk falan yok. milena ezik bir sekreter olsaydı şayet julie wohryzek gibi, franz kendisine aşık olmayacaktı. bu ilişki sadece ulaşılmazlığın verdiği bir saplantı franz için. o süslü aşk cümlelerinin nedeni tamamen bu. ve gerçek aşk bu değil.

    haddim olmayarak; gerçekten yaşanmış içeriği olan bir kitabı yorumlamak, kurgulanmış bir hikayeyi yorumlamaktan daha eğlenceli.

    tamam tamam bitti.

    çok uzun zaman sonra gelen edit: evet, ben "kimse okumaz bunu" dedim ama, bu entry kadar mesaj aldığım başka bir entry daha olmadı. doğrusuyla - yanlışıyla emek vererek yazılmış çok değerli yorumlar okudum, okuyorum. teşekkür ediyorum güzel mesajlarınız için, vakit ayırıp sabırla okuduğunuz için.

  • burdan bakınca sanki birini hedefleyip de onu kucağa oturtmuşlar gibi duran bir vergi.

    - silindir hacmi 1500 cm3'ü geçen fakat 1600 cm3'ü geçmeyen

    - güney afrika'dan ithal edilen

  • sen yaptığın o terbiyesiz hareketten ötürü üzgün ve pişman değilsin, hareketinin doğurduğu sonuçlardan üzgünsün.

  • ilgili videoda görüldüğü gibi ellerini havaya kaldırmış halde dağılan vatandaşlara copla vuran polis. unutulmasın, kayda geçsin.

    not: hedef gösteriyormuşuz. lan oğlum olsa olsa içişleri bakanlığı'na hedef gösteriyoruz, açığa alsın diye. adamın sicil numarası belli, başka bir şeyi değil. evet, hakikaten savcılar göreve!