hesabın var mı? giriş yap

  • surda 450 entry okuyup hala "aklima yatti" diyenlerin aklinin harbiden osura osura yattigini kanitlayan sirket. daha cok para kazanirlar turkiye'de.

  • almanya'da yaşayan türkler, sağda solda buldukları kaldırım taşlarını alman vatandaşlarına fırlatmaya kalksa, alman kolluk kuvvetlerinin neler yapacağını tahmin bile edemiyorum.

    devletin bekasını dilinden düşürmeyenler, gerek sınır güvenliği konusunda ve gerekse yurtiçi göçmen kaynaklı meselelerde devleti son derece etkisiz ve güçsüz gösteriyorlar. millet olarak bu gidişe tepkimizi göstermezsek, gelecek bundan çok daha kötü olacak.

  • kendisine sorduğum her soruya merhaba, günaydın diyerek başlıyorum, teşekkür ederim diyerek bitiriyorum ki yarın makineler gezegeni ele geçirip insanlığa hükmederse lebram bana iyi davranmıştı desin, işkence filan etmesinler.

  • - rica etsem, uygunsa yol, sağda bir yerde, caminin orda inebilir miyim, teşekkür ederim.

    kız bu cümleyi bitirdiğinde dolmuş kızın ineceği yeri 1,5 kilometre geçmişti. ama kız o kadar kibar ve tatlıydı ki tüm dolmuş sakinleri ve şoför hep beraber karar aldık ilk dönüşten dönüp kızı evin önüne kadar bıraktık, ardından el salladık falan da öyle devam ettik yola.

  • teşekkür ederim, beni hayata kazandırdığınız için.
    ilk başladığım okuldan atıldım ben. evet 1. sınıfta okuldan atıldım. okuma yazma öğrenemedim. ilk öğretmenim anneme çocuğunuz gerizekalı buna göre özel okullar var minvalinde birşeyler demiş. bu okuldan alın demiş. doktorlara gittim, testler yapıldı. gerizekalı olmadığım anlaşılınca sömestrda başka bir okula geçtim. ordaki öğretmen biraz özel ilgi göstererek okuma yazma öğrenmemi sağladı. hala çarpım tablosunu ezbere bilmem ama adını ilk 5te sayacağınız bir lisede okudum, başka okullardan burs aldım. mühendis oldum. şuan adını ilk 5te sayacağınız bir kurumsal şirkette çalışıyorum.

  • tek mekanli filmleri cok severim, bu da onlardan biri. bunun yaninda izledigim en iyi savas filmi kesinlikle. yaklasik 3.5 saat surmesine ragmen kesinlikle daralmiyorsunuz. soyle daraliyorsunuz ki kucucuk yataklarin, kucucuk tuvaletin oldugu, yemek yiyecek masanin bile olmadigi (kaptanin masasi haric) bir denizalti. her yatakta 2 kisi yatiyor, 55 adam 1 tuvalete giriyor. izmir'de inciralti'ndaki denizaltinin icine girdigim icin ne kadar klostrofobik bi alan oldugunu da az cok bildigimden arada daralmalar geldi tabi. u-bot yuzeye cikinca ben de oksijen alabilmis kadar rahatladim.

    direkt savasin icinde degil bu film mesela pearl harbor gibi. film esnasinda arada savasi hissettiren olaylar oluyor o kadar, bir de sonu tabi. bunun disinda butun murettebatin psikolojik hallerini izlemeniz, aralarindaki muhabbeti, farkli olaylardaki ironileri gormeniz daha muhtemel.

    ben bu filmi sevdim, hatta cok sevdim. simdiye kadar okudugum en fantastik, en heyecanli ve orijinal konulu romani da gordum biraz bu filmi izlerken. aslinda konular cok farkli ama, o psikolojik degisikleri gordugumde o kitap geldi aklima. romanin adi hayalet gemi (filmi cekilen degil, bu farkli), yazarlari neil r. burger ve george e simpson. turunun bence en iyi orneklerinden biri, tavsiye ederim.

    filme donecek olursam diger savas filmleri gibi, ki bence savasin yaninda dram kismi daha agir basiyor, aglak unsurlar yok. dram ama gereksiz bir dram degil. illa aglatacagiz diye ugrasmadan o duyguyu cok net hissettirebildiler bende acikcasi.

    --spoiler--

    filmde u-bot'umuz batacak diye odumuz patliyor, ama karsi tarafta batan destroyerde ve denizaltlardaki insanlari dusunmemek elde degil. biz gordugumuz murettebati seviyoruz ve tutuyoruz ama karsi tarafi da seven bekleyen bir suru insan var. onlarin denizin dibinde caresizce kaldigini dusunmek ya da destroyerdeki yangindan sonra suda can ceken insanlari gormek insanin icini dagliyor tam anlamiyla. cunku bu olaylar gercekten yasandi zamaninda.

    bir yerde 25000 marklik bir suru torpidonun oldugundan ama 50 feniklik bir tane kablo bulunmamasindan yakiniyordu kaptan. trajikomik bir olay.

    ekmeklerdeki kufleri temizlerken ispanya'ya yanasmalari ve ordaki gemiye binince var olan ziyafet sofrasi da bana oyle geldi.

    u-bot'u denerken 230 metreye kadar indiklerinde her an denizalti ordaki ikinci subayin demesine dayanarak kagit gibi olacak diye baya tirstim. cebelitarik'ta batirildiklarinda ve 270 metreyi gorduklerinde filmin yasattigi heyecani az filmde bulursunuz sanirim.

    filmin sonunun mutlu sonla bitmesini beklemiyordum, hatta sasirdim vatanlarina kavustuklarinda. ta ki ucaklardan ates acilincaya kadar. en cok makine dairesindeki johann'a, ikinci subaya, sevgilisi hamile olan gence ve tabi ki kaptana uzuldum. gazeteci genc de hayatina bi kafayi siyirmis olarak devam eder artik.

    filmde surekli limon yenmesinin sebebi yukardaki entrylerden ogrendim, iskorbut hastaligina yakalanmamak icinmis.

    film bittikten sonra en basindan tekrar actim filmi, murettebattaki degisim inanilmaz. adamlar resmen 10 yil yaslanmislar ve bunu acayip yansitmislar filme, bayildim.

    yalanci kahramanlik gosterileri hic yok, askerler gercekten korkuyor ve bunu belli etmekten de cekinmiyorlar. bu da filmin gercekciligini artıran bir durum.

    filmin artilarindan biri de sacma vatan millet hayranligina girilmemesi. bana en cok koyan seydir, bastaki insanlarin hirslari, kararlari yuzunden dunyanın her gun daha kotuye gitmesi. elinizde olmayan sebeplerden, tamamen insanoglunun hirslari yuzunden bir dunya savasi baslayabiliyor. agizlarindan cikan iki kelimeyle sevenler, aileler birbirinden, evlerinden ayriliyor. sonuc olarak olen bir suru insan, dagilan bir suru aile, bekleyen sevenler, cokmus hayatlar. bunu filmlerde cok gurur verici bir seymis gibi gosterirler genelde. "oo vatan icin savasiyoruz, mukemmel bir is yapiyoruz, harika." bu sacma dusunce bu filmde yok, bunu cok net gosterdi bazi diyaloglar. onlardan ikisi:

    - hep bugunu hayal etmemizi istemislerdi. korkusuz, magrur ve tek basimiza olacagimiz anlari. bunun erkekligimizin sinamasi olacagini, vatan icin her seyi feda ederken kimseye ihtiyacimizin olmadigini soylemislerdi. ben yalniz olmak istemiyorum. tek hissettigim sey korku.

    kaptan eski seyir defterlerine bakar:
    -su hale bakin. ne zaferler ama! "dusman ucagindan kurtulmak icin daldik." "destroyerin sualti bombalarindan kacmak icin daldik."

    bir de ingilizlerin destroyerlerinden, ucaklarindan kurtulup 270 metreden tekrar yuzeye cikip karada olmek cok aci oldu be. halbuki denizin dibinden 260, 250, 240... diye yuzeye cikarken nasil da sevinmistik.

    --spoiler--

    simdi baktim da baya uzun bi yazi olmus. bu film icin yazilacak cok sey var aslinda da yeterli simdilik.

    edit: italya degil, ispanya'ymis.

  • başkaları adına utandırmayan, tedirgin eden program.
    bir vedat milor'un yaşadığı apartmanda aşure dağıtmak bir de bu bölümünde yarışmacı olmak. yok böyle kabus, varsa söyle.

  • dayım yaptı bunu bana.

    annem ve babam boşandığında 3-4 yaşındaydım, büyükbabamın evinde yaşamaya başladık. annemler 3 kardeş ve en küçükleri olan dayım benden sadece 9 yaş büyük. dayı yeğenden çok abi-kardeş gibi büyüdük. bilumum sosyal, fiziksel, kimyasal ve psikolojik deneylerin üzerinde yapıldığı zavallı bir kobaydım ben.

    evdekiler beni sürekli dayıma emanet ederlerdi. ben 5-6 yaşlarındayken o da 14-15 yaşlarındaydı işte. neyse ikimizin de iki tekerlekli bisikleti vardı ama benim caddede sürmem yasaktı tabii. bir gün evden dükkana giderken benim bisikletimi kendisinin bisikletinin arkasına bağladı, güya öyle daha güvenli oluyormuş. asıl amaç tabii ki itlik yapmak. başladı pedala basmaya, son sürat gidiyoruz. dükkanın önüne geldiğimizde küt diye frene bastı, ben uçtum tabii.

    bir gün dükkanda sigara içerken yakaladım, kimseye söylemeyeyim diye ağzıma zorla sigara sokup ağlata ağlata bana içirdi. nasıl bir zihniyetten bahsettiğim kısaca anlaşıldı sanırım.

    neyse, konuya gelirsek... samatya'da yaşıyoruz. 80'lerin ortaları, ben 5-6 yaşındayım. komşularımızın çoğu ermeni. dayım bir gün beni kenara çekti ve önemli bir şey anlatması gerektiğini söyledi. bazı belgeler bulmuş. aslında ben ermenistan'a göç eden bir komşunun çocuğuymuşum, adım da evrim değil evrommuş. "ben annemin çocuğuyum" diye ağlamaya başladım ama hayatımın geri kalanında bana evrom diye seslendi. ben de uzun yıllar boyunca evlatlık olduğuma inandım. dayımın sadistliği yüzünden 5 yaşımda oyunu, sokağı bırakıp kendi kendime okumayı söktüm. bütün evi deli gibi taradım senelerce evlatlık olduğuma dair belgeleri bulmak için.

    birkaç yıl sonra belgelerin kömürlükte saklanmış olabileceğini söyledi, bütün bir yazı kömürlükte belge aramakla geçirdim. annem ne kadar "yok kızım öyle bir şey" dese de adam bana evrom diye seslenmeye devam etti. mahallenin müslüman çocukları kuran kursuna giderken ben de gitmek istedim, ailem izin vermedi. "ermeni olduğum için herhalde" diye düşünüp gizli gizli kiliseye gidip mum yakmaya başladım. dayım bir süre sonra hikayeyi "sen üzülme diye ermeni bir aile dedim ama aslında mahalledeki arsaya çadır kuran çingenelerden almıştık seni, evrom ermeni ismi değil, çingene ismi" diye değiştirdi. çocukluğum kimlik arayışı içinde geçti.

    iyi tarafından bakarsak 5 yaşındayken okumayı öğrenmiş, geniş bir hayal gücüne sahip, farklı etnik gruplara ve dini inançlara saygı duyan ve erkeklerle mücadele etmek gerektiğini çekirdekten öğrenen bir insan olmamı sağladı dayım.

  • geçmiş zaman...mahalle bakkalının önü...orta yaşlı bi amca tık nefes bakkala girer:

    - benim karı buraya geldi mi?
    -- yoo?
    - hah iyi, ekmek falan alırsa bana yazma!
    -- niye?
    - karı başkasına kaçmış...

    :))) (tek derdin bu olsun be amcam)

  • federasyon başkanı tüpçü, teknik direktörü terim, kaptanı emre, hamisi erdoğan olan bir takım düşünüldüğünde yadırganmaması gereken kişidir.