hesabın var mı? giriş yap

  • pırıl pırıl, muhteşem görüntüler.
    görüntülerin en önemli detayı şu:
    taksim meydanı 50 yıl önce bugünkünden herhalde 50 kat filan daha güzel. neredeyse uygar bir şehir meydanına benziyor.

    edit: ayrıca gerçekten de ortalıkta tek bir türbanlının olmadığı, ülkenin balkan ülkesi havasında olduğu görüntüler. o günden bugüne bakınca dubai'ye dönmüşüz hissi geliyor insana.

    edit2: bunun nesi gg yahu? şaşırdınız iyice. ülkenin geldiği hali sevmek zorunda mıyız lan?

  • kadın düşmanlığının tarihi, binlerce yıl sürdüğü için eşi görülmemiş bir nefretin tarihidir. öyle bir tarih ki, aristoteles'i karındeşen jack'e, kral lear'ı james bond'a bağlar."
    -jack holland-

    tarihin başlangıcından bu yana insanlığın bir yarısının, diğer yarısı tarafından baskı altında tutulması ve insanlık onurunun elinden alınması nasıl açıklanabilir?

    hindistan'da dul kadınların yakılması, yeni doğmuş kız bebeklerin öldürülmesi, kuzey afrika'da kız çocuklarının sünnet edilmesi, savaş bölgelerinde kadınlara toplu tecavüzler… tüm bunlar yalnızca geçmiş dönemlerin canavarlıkları değil, günümüzün de acı gerçekleridir.

    bugün mizojinin yani kadın düşmanlığının, artık sadece şiddetin ve adaletsizliğin nedeni olarak değil, insani gelişmişliğin ve toplumsal eşitliğin engeli olarak tanımlandığı bir çağı yaşıyoruz. ama hâlâ, kadınlar eşit işe eşit ücret için savaşıyor. gerçek bir kadın-erkek eşitliği hâlâ çok uzaklarda.

    dünyanın çeşitli bölgelerinde, kadının durumu son yüzyıllardan günümüze kadar hemen hiç iyileşmedi. başka hiçbir önyargı bu kadar uzun süre yaşamadı ve bu ölçüde dayanıklılık göstermedi. ve hiçbir önyargı, toplumca konmuş sosyal ve siyasal aşağılama kurallarından, hasta bir beynin nefret dolu fantezileriyle beslenen taşkınlıklarına kadar uzanan bu denli değişik yüzler göstermedi.

    (bkz: jack holland)
    (mizojini- dünyanın en eski ön yargısı isimli kitabın tanıtım bülteninden)

  • -kaça gidiyorsun sen?
    -ikiyeee
    -bana ilkokul üç espirisi yapabilir misin?(arkadaşlarla gülüşmeler fian)
    -seneye yaparım
    ekip iptal.

  • efsane metallica albümü ...and justice for all bu sene 30. yaşına girdi. metallica tarihinin bir dönem noktasıdır bu albüm. cliff burton'suz ilk albüm olmasından tut, bas gitarın duyulmuyor olmasına, one ile mtv jenerasyonunun karşına çıkmalarıyla grammy ödülleri adaylığına derken çok önemli bir zaman aralığına tekabül etmekte.

    1980'ler dendiğinde aklımıza müzikal olarak gelen şeylerden biri elbette rock müzik. ana akımda bon jovi, def leppard, whitesnake gibi grupların başını çektiği hard rock/glam rock arasında gidip gelen, şarkıları kadar video kliplerinin de dikkat çektiği bir kısım grup var. ana akım olmasa da ciddi bir fan kitlesi tarafından takip edilen iron maiden, judas priest gibi bugün baktığımızda geleneksel heavy metal diyeceğimiz bir ekip de varlık göstermekte. metallica, bu iki ekibe de dahil olmadı. daha çok underground kalan venom, diamond head gibi daha karanlık, daha hızlı bir metal müziğin peşinde gitti. ilk albümleri kill 'em all saf thrash metal içerirken, ride the lightning ve master of puppets daha komplike ve epik eserler içermekteydi. metallica, bu albümlerle kendi kitlesini yaratıp yer altından çıksa da tam olarak yer üstünde de sayılmazdı.

    ...and justice for all albümü hepimizin bildiği nedenlerden ötürü grubun çok zor bir anında yaratıldı. grubun bestelerinin büyük bölümüne imza atan ve genç yaşına rağmen enstrümanında bir virtüöz olan bas gitarist cliff burton, grup otobüsünün geçirdiği bir kaza sonucunda hayatını kaybetti. grubun aldığı duygusal yara bir kenara, burton'ın ölümüyle şarkıların altyapısını sırtlayan burton'ın kendine has bas gitarı ve şarkılara kattığı melodiler yeni eserlerde bir daha yer alamayacaktı. bu kayıptan sonra hetfield ve ulrich ikilisinin şarkı yazımında yükü iyice sırtlaması da tesadüf olmadı. jason newsted'in de rob trujillo'nun da bu ikiliyi aşıp metallica şarkılarına katkı yapamaması aslında burton'ın zamanında ne büyük iş yaptığının kanıtı.

    hetfield ve ulrich ikilisinin sazı eline alması aslında kötü olmamış. albümde yer alan şarkıların hepsi oldukça iyi. ulrich'in davulları, her metal davulcusu için bir ders niteliğinde. hetfield'in riffleri ise albümü ilk dinleyişte bile akılda kalırken, birkaç turdan sonra akla bir daha çıkmamak üzere kazınıyor. ama bence bu albümde hetfield'in daha çok öne çıkan özelliği şarkı yazarlığı. metal müziğinin maalesef en zayıf noktalarından biri aslında şarkılarda anlattıkları. genellikle sırf aşırılık olsun diye vahşete kayan sözler ya da çok basit, agresif kalıplar türün bir çok grubunda karşımıza çıkmakta. aslında kill 'em all'a şöyle bir baktığımızda sözlerin çok da matah olmadığını görebiliyoruz. ama ...and justice for all bence metallica tarihinin en oturaklı sözlerine sahip albümü. her şarkısı farklı bir konuya değinmiş ve bu konular klişelerden uzak, olabildiğince etkileyici bir şekilde anlatılmış. albümdeki bu içi dolu öfke de grubun sert müziği ile muhteşem bir uyum içinde. albüm kapağında dahi etkileyici bir mesaj veren grubun, metal müzik ile özdeşleşmiş siyah tonlar yerine bembeyaz bir arka plan kullanması bile çok şık bir hareket.

    ancak albüm ile özdeşleşmiş şu bas gitar olayına değinmeden olmaz. bu albümün bu haliyle yayınlanmış olabilmesi benim için büyük bir hayal kırıklığı. kısaca olay şöyle gerçekleşiyor. albümü mixleyen abimiz steve thompson albümü güzel güzel miksledikten sonra diğer mixer abimiz michael barbiero, lars ulrich ile beraber albümü dinlerken ulrich, "benim davul olmamış, davulu aç, bası da kıs" diyor. barbiero kıssa da ulrich bunları yetersiz buluyor. en sonunda bas neredeyse kayboluyor. newsted'in bas rifleri de hetfield'inkiler ile neredeyse aynı olunca bas iyiden iyiye yok oluyor. genellikle albümde bas gitara benzer hiçbir şey duyulmazken, eye of the beholder ve dyers eve gibi bazı şarkılarda ise derinden gelen bas gitarımsı bir titreşim var - ki bir kez dinlerken kafanı ona takınca çok rahatsız edici bir durum. bilmiyorum belki de ben uyduruyorumdur. hani bir uzvunu kaybeden insanlar phantom pain hissederlermiş ya, belki de ben de bas gitar duymak istediğimden sanki bas gitar varmış gibi hissediyorum. internette bas gitarı öne çıkaran bazı mixler var ama onlar da bası gereğinden fazla açmış. ama doğru kaydedilen bir bas gitarla albüm daha da şahlanırmış. elbette sadece gitar ve davuldan oluşan bu albümün kendine has bir sound'u var ama bas gitarın olması hem şarkıların hakkını biraz daha vermelerini sağlarmış hem de jason newsted'in emeklerine biraz daha saygı anlamına gelirmiş. bu arada genel olarak sololarını beğensem de kirk hammett'ın da bu albümde biraz geride kaldığını düşünüyorum. yani her bakımdan bir james hetfield ve lars ulrich albümü olmuş bu albüm.

    blackened, kesinlikle abartısız bir şekilde söylüyorum, hayatımda duyduğum en iyi iki üç şarkı girişinden biri. bu da tabii ki bu albümü hayatımda duyduğum en iyi başlayan albümlerden belki de birincisi yapıyor. bunu sağlayan üç faktör var: fade in ile açılması, tersden çalındığı için kulağa biraz farklı gelen bir müzik ve acayip güzel bir melodi. albümün en bahtsızı newsted'in bu introyu james hetfield ile bestelemesi de albümün en büyük ironilerinden biri: senin enstrümanının sesi duyulmasın ama sen albümü muhteşem bir biçimde aç. tabii bu muhteşem girişten sonra bir anda zıpkın gibi bir gitar rifi ve ulrich'in taramalı tüfek gibi tınlayan davulunu duyunca insan yumruk yemişe dönüyor. bir yumruk da james'in enerji dolu vokali. "opposition" diye başlayan bridge'da kafa sallamadan durmak imkansız. "see our mother put to death, see our mother die" kısmı hem melodik olarak çok iyi olduğu gibi hem de james hetfield'in istediği mesajı yazdığı sözlerle ne kadar etkileyici verebildiğini gösteriyor. bence şarkının en vurucu kısmı olan bu mısradan sonra ise şarkının sert havasına tezat, melodik bir solo yazmışlar ve bu riskli hareket tutmuş. hammett'ın en iyi sololarından biri bence bu.

    metallica'nin alamet-i farikalarından olan akustik ya da yavaş introlu şarkılarından biri albüme adını veren ...and justice for all. nakaratı çok acayip, özellikle de "justice is lost" diye başlayan kısmı. nakarat biterken james'in "so grim, so true, so real" derken sesini tize çıkarıp, hala o kadar güçlü ve etkileyici olabilmesi acayip bir şey. şarkı neredeyse on dakika olsa da bana hiç çok uzun sürüyormuş gibi gelmiyor. sadece lars'ın davulda yaptıklarına dikkat etmeye çalışsan bile sıkılmazsın. müziği bir kenara bırakalım, bu şarkı bana metallica'nın sırf yazdığı sözler ya da bahsettiği konular ile bile diğerlerinden (ve erken dönem metallica'sından) ne kadar farklı olduğunu gösteriyor. james hetfield belki bir şair değil ama adaletsizlik, yolsuzluk gibi ciddi konulara değinmekten çekinmeyecek kadar cesur ve insanın çaresizliğini ve umutsuzluğunu dinleyiciye başarıyla aktarabilecek kadar usta bir şarkı yazarı.

    her ne kadar albümün single'larından biri olsa da eye of the beholder bence albümün müzikal anlamda daha zayıf kalan eserlerinden. kıtalarda biraz fazla efekt verilmiş james hetfield vokalini dinlemekten çok zevk almıyorum. neyse ki pre-chorus ve nakaratta bu efekt kayboluyor ve filtresiz, güçlü bir vokal dinliyoruz. nakarat oldukça güçlü ve etkileyici. ama bence en etkileyici olan şarkının sözleri. bir önceki şarkı için dediklerim, eye of the beholder için de geçerli. metallica'daki öfke nedensiz bir öfke değil, sağlam nedenlere dayanıyor. bu savaş olabilir, adaletsizlik olabilir ya da bu şarkıdaki gibi düşünme ve konuşma özgürlüğünün kısıtlanması olabilir. bunu hem şarkıda güzel güzel anlatıyorlar hem de "freedom with their exception" ve "freedom no longer frees you" gibi kilit cümlelerle özet geçiyorlar.

    metal müzik tarihinin en iyi şarkılarından one hakkında ne söylesem boş. film gibi bir şarkı. bunu dememin sebebi sadece konusundan ötürü ya da klibi yüzünden değil. inişlerle çıkışlar devam edip, sonlara doğru adrenalini arttıra arttıra gidip bir zirve yaşatıp bitmesinden dolayı film gibi bir eser. metallica'ya dair ne varsa bu şarkıda. öyle bir şarkı ki şundan, bundan ötürü muhteşem demek bile abes. gidin, dinleyin. ama o introsu ve "darkness imprisoning me" kısmı yok mu, ah bir de solosu. aldığı grammy'yi sonuna kadar hakediyor.

    ilginç bir şekilde metallica hayranlarının en sevdiği parçalardan biri hep the shortest straw olmuştur. bu "fan favorite" şarkıda bu kadar çekici olan şeyin tam olarak ne olduğunun farkına hala varamadım. yanlış anlaşılmasın, şarkı kötü değil. riffler, davullar makina gibi. sözler gaz. ama bu eseri diğer metallica eserlerinin önüne geçiren bu nedeni anlamış değilim. şarkının illa ki bir bölümü özellikle övülecekse ben oyumu gitar solodan yana kullanıyorum. bence şarkının ana rifinin hemen ardından lars ulrich'in double kick'i ile beslenen solo kısmı çok iyi. şarkının geri kalanından biraz kopuk ama kendi içinde çok başarılı.

    harvester of sorrow ise metallica'nın en ikonik gitar riflerinden birine sahip. rifin oryantal bir havası olduğu söylenebilir. belki de bu nedenle türk dinleyicisinin ekstradan hoşuna gidiyor olabilir. ağır bir tempoda ilerleyen bu şarkının ritmi insanın kafasını yavaş yavaş ileri geri itterecek kadar etkileyici. ağır ve sert tempoda ilerleyen şarkının havası, şarkının dövülen ve öldürülen bir çocuktan bahseden sözlerine de çok uyumlu. "anger, misery, you'll suffer unto meah ((bkz: james hetfield'in yeah manyaklığı))" kısmını çok severim.

    metallica'nın efsane haline dönüşmüş şarkılarından biri de the frayed ends of sanity. şarkının efsane haline gelmesinin sebebi aslında şarkının kendisinden çok, metallica'nın bu şarkıyı uzun bir süre hiç çalmamaları, onlar çalmadıkça hayranların bu şarkıyı duymak istemeleri derken metallica by request'te finlandiya'nın şarkıyı çaldırmayı başarması. metallica'nın şarkıyı çalmama nedeni sanıyorum kendi kulvarlarının biraz dışında kalması. mesela daha en baştan "oh wee oh"lu vokal introsu, daha önce bu şarkıyı hiç dinlememiş birine "vaay bu da ne böyle?" dedirttirebilir. ayrıca biraz dur-kalk giden bir havası var. mesela kıtalarda iki mısra söyleyip, ritmi daha farklı olan intro rifini çalıp, tekrardan kıtadan iki mısraya dönüyor. nakaratı metallica'nın en iyilerinden biri. bu albümde cidden nakarat işini çok iyi becermiş metallica. herhalde bu albümden sonraki black album ile de bu konuda zirve yaptılar.

    açık söylüyorum başka bir grup olsa to live is to die'ı biraz gereksiz uzun bulurdum. ama bu şarkıyı dinlerken cliff burton'ı anmamak mümkün mü? onu anınca da şarkıyı uzun bulmak mümkün mü? değil elbette. bence şarkının girişi, metallica'nın şu ana kadar bestelediği en duygusal melodi. tabii ki burton'ın metallica'ya son katkısı olan rif de inanılmaz güzel. albümün turnesinde burton'ın bu melodisini yorumladıkları kısa bir performans var. üşenmeyin, izleyin. o gitar harmonilerini, albümde duyulmayan o bas gitarı devasa bir lady justice'in altında izlemek apayrı bir deneyim. insana 1989'da seattle'da olaydım dedirtiyor.

    dyers eve bu muhteşem albümü kapayan, zıpkın gibi bir şarkı. ulrich, albümde ara ara yaptığı gibi double bass kick'i manyak gibi kutluyor. yani bunu hiçbir stüdyo hilesi kullanmadan çalabildiyse çok büyük bir başarı. biraz dümdüz bir şarkı olsa da "dear mother, dear father"lı verse çok iyi, solosunda da hammett elinden geleni ardına koymamış. verdiği enerji acayip bir şarkı. ancak hayatımda duyduğumun en kötü şarkı kapanışlarından biri bu şarkının kapanışı. grup elemanları buraya bir şey bulamayıp "amaan öylesine bitirelim" der gibi sonlandırmışlar. bu da muhteşem açılan albümün çok tırt kapanmasına neden olmuş.

    metallica, bu albüm ile kendinden taviz vermeden ana akıma çıkarak, bir efsane olmayı başardı. bu da çok büyük bir olay. bunda elbette "one"ın (en azından girişinin) metal dinlemeyenleri bile çekebilecek bir tarzda olması ve aslında hiç mtv'lik olmamasına rağmen eski bir filme sırtını dayamış ve siyah-beyaz tonlarda giden klibinin mtv'de dönmesinin çok etkisi var. ama bu kapıdan girip, metallica'yı merak edenleri hayal kırıklığına uğratmayacak güzel bir albüm ...and justice for all. sadece müziği değil, sözleri de etkileyici. ben bu albümü ride the lightning ve master of puppets ile bir üçlü olarak görüyorum ve metallica'nın bir döneminin sonu olarak algılıyorum. bu üçlü sonrası kendini geliştirip, kabuğunu kıran metallica, kendi adını taşıyan 1991 tarihli albümleri ile bambaşka bir yere doğru yol aldı.

    4/5 verdim gitti.
    albümü en iyi anlatan şarkılar: one, blackened, eye of the beholder

  • güle çınar, enfeksiyon uzmanı doktor. kendisine özür mektubu yazdırılmış. doktorlar hatta sağlıkçılar yetmediği için son sınıf öğrencileri ve emeklileri göreve çağıran italya örneği dururken işini yapmak için canını dişine takan enfeksiyon uzmanının gördüğü muamele bu. şu an baş edilemeyen bir enfeksiyon salgını varken, bir enfeksiyon uzmanı olarak zaman itibariyle dünyanın en değerli en önemli kişilerinden birini minnetle sevip sayıp sahip çıkacakları yerde yaptıkları muameleye bak. öyle çok şey söylenir ki. umarım bu nedenle motivasyonu zarar görmez değerli sağlıkçılarımızın.

  • saçma sapan karşılaştırma.. mesela rus kızları mı, türk kızları mı diye sorsalar; ben, düşünmeden türk kızları derim.. çünkü düşünsem, rus kızları derim.

  • 31.05.2013 cuma : gitme oğlum ne işin var eylemde, ya bir şey olursa, hakkımı helal etmem bak

    01.06.2013 cumartesi: dün gittin yeter işte,daha yeni geldin eve, her gün her gün ne işin var, anarşist misin sen?

    02.06.2013 pazar: tamam git ama polise bulaşma. taksime git, orada kavga gürültü yok

    03.06.2013 pazartesi : nasıldı dün? işten sonra gidicek misin yine?

    04.06.2013 salı : akşam sen taksimdeyken biz de burada dışarıdaydık. görmeliydin ortalığı, gurur duyuyorum hepinizle. nebahat teyzenler bile vardı.

    05.06.2013 çarşamba : bugün tüm öğretmen arkadaşlar işe gitmiyoruz, taksime gideceğiz. akşam gelince ara beni

  • bu adamı olcay'ın sırtına bağlama gibi bir projem var. olcay bundan daha iyi pozisyona giriyor, daha çok kosuyor lakin bitiricilik rezalet olduğu için sonunu getiremiyor. tam pozisyona girdiği zaman sirtini dönüp demba ba'ya bırakacak topu, o da golleri atacak leblebi gibi. tabi lan..