hesabın var mı? giriş yap

  • her şeyin çıkarlarımızla ilgili olması. birine aşık olduğumuzda bile asıl hoşlandığımız şeyin, aşık olduğumuz kişinin bizde yarattığı his olması. en basitinden bir iyilik yaptığımızda duyduğumuz tatmin, 'ne kadar da iyi insanım ben' hissi. her şeyin aslında tamamen kendimizle alakalı olduğu. ne kadar bencil olduğumuz.

  • şarkılarının hikayesini merak edenlere çok az kişinin bildiği o hikayeyi anlatmak üzere buradayım. toplanın eyyy canısı'lar, sırılsıklam'lar, tutku'lular...

    not; kesinlikle şehir efsanesi değildir.

    ayakkabı tamircisi bir babanın kalabalık ve fakir ailesinin bir bireyi olan ibrahim, onaltı yaşından beri deliler gibi sevdiği zehra'ya şarkılarla, türkülerle ve şiirlerle kavuşabilmenin hayalini kuruyordu. çok klasik biraz anakronik zengin kız - fakir oğlan kuramından nasibini almıştı ve kızın babası yörenin en zenginlerinden biri olmakla beraber bir diğer zenginin oğluyla kızını evlendirip en zenginler arası bir voltran oluşturmanın hayalini kuruyordu. kızı annesinin zoruyla başladığı liseyi bitirince allahın emri peygamberin kavli kapitalizmin gerekliliği devreye girecekti.

    o yörelerde o zamanlar aşk el ele tutuşmalı, fırsat buldukça öbüşmeli, elleşmeli, dilleşmeli bir seviyede değildi. iki aşık arasındaki rabıta yine çok klasik biraz anakronik gönülle sağlanıyordu. evinin önünden geçmeler, yanından geçerken iç çekmeler, üç saniyeden fazla olmayan anlam yüklü bakışmalar ve belki tükenmez kalemin azizliğine uğramış bir kaç mektup. dahası ve ötesi yok. yani her aşk biraz platonikti o yörelerde, karşılıklı platonik.

    lise bitime doğru yol alırken ibrahim ve zehra aşkı da aynı hızla bitime doğru yol alıyordu. durumun vehametinin farkında olan ibrahim, kafaya koymuştu. karneleri alınca kızı kaçıracaktı. karne gününden bir gün önce her şeyi ayarlayan ibrahim, zehra'ya planı anlatmak için ıssızda bir buluşma ayarladı. işte bu klip ve şarkı o günü anlatır;

    sen aldırma, giderim buralardan bir pantolon bir caket.

    yani görüşme başarısız geçmiştir. kız ibrahim'i sevse de ailesini karşısına almayı kabul etmez ve ibrahim' tek bir seçenek bırakır; ünlü bir şarkıcı olup emine ün'ü tokatlamak. iyi çaldığı bağlamasına, herkesin ooo harika dediği şiirlerine, vay amk sende ne ses var oğlum be tepkileri aldığı sesine güvenerek yenilgiyi kabullenmiş gibi görünerek istanbul yolunu tutar. ümidi elinde ki malzemeyi harmanlayıp zengin olmak ve geri dönüp zehra'ya kavuşmaktır.

    gelir gelmez hayalleri haydarpaşa garının duvarlarına takılır ve bir ananskym bile diyemez istanbul'a doyunca. zira öyle unkapanı'na gidelim '' al bu sesim, bunlar şiirlerim, bu da sazım hüsnü '' diyelim de ünlü olalım gibi bir durum yoktur. en kolay bulunur işlerden birisidir inşaatçılık. yoksa sesi güze diye amele etmezler kimseyi. ibo'da başlar mala vurmaya. derken bir yandan kopmamak için mevzudan daha realist bir tutum takılıp nota filan öğrenmeye çalışır ki rakibi kürt sanatçılar bir mahsun bir özcan bu konuda çok şanslıdır ona göre.

    ilk yevmiyesini alıp, unkapanı'nı bi kolaçan ettikten sonra jeton alıp ailesini arayan ibrahim zehra'nın çoktan nişanlandığını duyunca yıkılır. sonra kalkıp üstünü başını temizler ve pes etmek yok diyerek otobüse atladığı gibi tekrar erzurum'a gider. delikanlı gibi gecenin bir vakti kızın penceresinin önüne dikilip bağırır; overlok makinası ayağınıza geldi. yok şey der; haşim ağa, bende para kazanıcam, bende zengin olucam, lütfen zehra'yı verme o adama. ve haşim ağanın oğullarından bir güzel dayak yer o akşam. o gecenin anısı şu şarkıda yaşar;

    yaktılar yüreğimden vurdular ciğerimden.

    ibrahim'n bu tacizinin üstüne bir de düğün tarihi öne çekilmez mi? gelmez mi zengin adamın almanya'da ki zibidi oğlu geniş paça pantolonuyla? peki ibrahim naapar? önce bunu;

    ne bugün ne yarın unutmayacağım vallah.

    yapar. hemen akabinde bir de şunları söyler;

    tutma benim gibi onun elini.

    burada çok bilinen bir yanlışı düzeltmek istiyorum. hani el ele tutuşmazlar demiştik ya, bu şarkıda '' tutma benim gibi onun elini '' derken benim elimi tuttuğun gibi değil tutmadığın gibi demek ister. her neyse, konuya dönecek olursak yazdığı şarkıları söyleyemeyen ibo, sessiz çığlıklarını kurşunlarla patlatmak ümidiyle yapacak daha iyi bir şey olmadığını görünce bastı gitti askere. o, acemi birliğinden içeri '' en yakın binadan atla girme içeri '' espirisi eşliğinde girerken sevdiği zehra kınayı getir aneeey eşliğinde bir başka şeye girdi. yanıyordu ibrahim ve her nöbette söylüyordu sessizce;

    canısı ömrümün yarısı.

    söylemekle kalmayıp notasını da yaptı. zaman notalarla aktı geçti. o, '' bu saatten sonra ben mi ulllaaann'' diye çömezlerini aşağılayarak askerliğini bitirirken zehra '' tabi ki sen tabi ki sen'' şeklinde sevmekteydi adını gizliden ibrahim koyduğu oğlunu. ha niye öyle sevmekteydi? zehra oyunbaz bir kızdı, çocuğa önce kimmiş annesinin bir tanesi diye soruyordu.

    ibrahim için artık hayat sadece yaşamış olduklarını ısıtıp ısıtıp yiyeceği bir mutfak tezgahından ibaretti. zira hem oturacak bir yer bulamıyordu, hem de yaşamış olduklarından daha lezzetli bir yemeğin olacağına inanmıyordu bu dünyada. bazen içine biraz daha kekik kattı;

    gece boyu uyumasam şiir yazsam hayal kursam.

    bazen bastı pul biberi;

    hala ben dut gibi aşık.

    yiyenlerin ağzını yüzünü yaktı, ağlattı onları ve derken iskender ulus ile karşılaştı arkadaşlarıyla bol acılı yemeğini paylaşırken. iskender ulus onun bu halini görünce bu acıdan daha çok yemek çıkar mantığıyla ona bir peçete uzattı ve sil dedi burnundaki teri.

    işte o saatten sonra başladı ibrahim yeniden. söylediği her şarkıyı öyle bir söyledi ki o yanına yaklaştırmadıkları sevgilisiyle aralarında yüzlerce km varken hasbihal etti, dertleşti onunla. yeniden aşık etti hatta kendine. mesela dedi ki;

    sen özümsün sen sözümsün iki gözümsün sen.

    bunu duyan zehra ne yaptı? ne mi yaptı? ne yapsın garip. gizli gizi ağladı kocasından önce yatakları hazırlamak için girdiği odada. hatta bir gün erkenden uykusu gelen kocası içeri girip zehra ile ibrahim'in hasbihaline şahit olunca cinnet geçirdi. teyibi kırdı zehra'yı daha çok kırdı. tüm o yörede ibrahim erkal kasedi satan ne kadar adam varsa onları da kırdı. ama durduramadı ibrahim'i. daha yüksek sesle bağırdı;

    aşkından yanam yanam yanam kül olayım mı?

    o bağırdıkça zalim koca zehranın sesini kıstı. örseledi onu aşağıladı. ve tüm bunlar ibrahim'in kulağına kadar gidince bu zulumden kurtarmak için zehra yı bir kaç fake attı;

    dönemem sana ah gücüm yok!

    bu fakeler kocayı rahatlatsa da zehra'ya kan kusturdu. taa ki emine ün'ün dudaklarında ibo'nun dudaklarını görene dek. işte o gün bitti ibo onun için ki ibo'da bitmek için dudaklarında gezinmişti emine'nin. ha tabi hoşuna gitmemiş miydi? tabi olum manyak mısın?

    o günden sonra ibrahim ve zehra... yorudum lan amk. bu nasıl bir işsizlikti böyle. allah'ım galiba çıldırıyorum. kalkıp şunla biraz halay çekeyim bari tam olsun;

    https://www.youtube.com/watch?v=q7ngdh7qg84

    edit; linkler düzeltildi.

  • "-risk aldığınızı söylüyorsunuz. bu sorulardan dolayı işinizi kaybetseydiniz, pişmanlık yaşar mıydınız?

    -hayır. 15 yıldır en kaba tabiriyle televizyoncuyum. 4.5 yıldır kamera önündeyim. tanımadığım insanlardan ‘sizi ve programınızı çok seviyoruz’ kelimelerini duymak bir armağan. ancak ben bundan çok kolay vazgeçerim. bu işte kimleri gördüm, ellerin üzerinde taşınan ve bir anda esamesi okunmayan. benim mesleğim metin yazarlığı ve televizyonculuk. onu da yapmazsam mutlaka bir iş bulurum kendime. ‘kelime oyunu’yla başlamadım hayatıma, onunla da bitirebileceğimi zannetmiyorum. o yüzden bir sıkıntım, pişmanlığım olmaz. şimdi kazandığımdan daha az para kazanırım çok sorun değil. çok az paralarla yaşadığım zamanlar da oldu."

    tanım: adam tam bir delikanlı çıktı rıza baba.

  • zengin ve egitimli bir anne babaya sahip, stanford universitesi mezunu ve olimpiyatlara katilmis bir misir asilli jokeyle evlenmesidir efenim. evet.

    ulan duyanda turkiye jokey kulubunden ilk-ortaokul mezunu bi yozgatli veyahut sivasli koylu ile evlendi sanacak amk.

  • bu cinayette hayatını kaybeden siavash ghafouriazar, yakın arkadaşımın concordia üniversitesi'nden yüksek lisans arkadaşı. nişanlısı sara mamani ile birlikte montreal'de yaşıyorlar, aralık ayında ev almış dayamış döşemişler, sadece evlenirken sevdiklerimiz yanımızda olsun diyerek iran'a düğün yapmaya gidiyorlar ve geri dönemiyorlar. 2 gündür etkisinden çıkamıyorum, concordia üniversitesi'nin anma için yayınladığı fotoğraftaki mutlu yüzlerine baktıkça kalbim kırılıyor.
    düşünüyorum. başarıyorsun, güzel olan her şeyin düşmanı çağdışı bir ideolojinin maymunu olmuş bir ülkeden gidiyorsun, yüksek eğitim alıyorsun, öncesi de sonrası da olmayan tek 1 hayatın var, yeni bir şeyler inşa etmeye çalışıyorsun o tek hayatı insana yaraşır şekilde yaşamak, sokaklarda ahlak polisinden dayak yemeden insan gibi giyinmek, düşüncelerini insan gibi dile getirmek, insan gibi eğlenmek için. sadece en mutlu günümde sevdiklerim yanımda olsun diye bu bok çukuruna geri dönüyorsun kısa süreliğine ve hayatın elinden alınıyor. hayallerin, geleceğin, mutluluğun ve dahi mutsuzluğun. her şey, sapık mollaları beslemekten, ölümü kutsallaştırmaktan, ciyak ciyak ağlamaktan, cenazelerde ezilip ölmekten başka hiçbir halt başaramayan ama sineması çok iyi diye salak salak övülen, tahran'a inse 5. dakikada sokakta dayak yiyecek gerizekalılar tarafından "3 milyon yıllık kadim pers medeniyeti ağğğğbiieee" diye ululanan bir molla rejimi tarafından elinden alınıyor, "yanlışlıkla". ne diyecek şimdi iran halkı ve yetkili merciler? "kader, kısmet, allahın takdiri" bitti gitti. o muhteşem pers medeniyetine de molla rejimine de hiçbir şey olmaz, toz bile yerinden oynamaz korkmayın. olan siavash ve sara'ya, o uçaktaki zavallılara oldu işte.
    edit: aldığım diğer bilgiler, uçak noel tatilini değerlendirip iran'a ailelerinin yanına gelen akademik kariyerli insan dolu, sırf university of ottawa'da doktora yapan 3 öğrenci var bu hafta anması düzenlenen. phd, post grad, profesör tittlelı insan dolu uçak ve mollalar çıkmış "özür" diliyorlar. özür dileme, sen de öl molla.

  • kendi elinle hazırladığı sözlük yazarı modelinin hışmına uğramış. yapma etme diyerek sözlüğü terk eden yüzlerce iyi yazarın arkasından el sallayıp, ''işimdeyim gücümdeyim'' modunda takılmıştı. nazmiye demirel'in söylediği gibi ''hayata tersinden bakan herkesin buluştuğu yer değil artık ekşi sözlük''. hayata tersinden az bir şey bakana dava açıldığı, ''sen sus lan denişik'' diye saldırıldığı yer.

    az bir şey uzun yazı okudu mu kafası karışan, türkiye'de ortalama hakim düşüncenin ötesinde bir şey duymak, okumak, dinlemek istemeyen insanların çoğunluk olduğu bir yer burası. onun içindir ki, kendi kurduğu platformda, 'her şey benim bilgim dahilinde' dediği sözlükte değil, bambaşka yerlerde otisabisinin yazılarının linkini paylaşıp bir anlamda o'nun savunmasını yapıyor.

    aslında o da ''denişik'' ve onun da susturulması lazım. şimdilik acun gibi kısa yoldan köşe dönmede rol modeli olduğu için idare ediliyor. yarın ne olur bilinmez.