hesabın var mı? giriş yap

  • bu akşam saat 22:45 sularında dominos pizza'nın mecidiyeköy gülbağ şubesine pizza almak için gittim. mağaza müdürü olduğunu tahmin ettiğim sivil giyimli bir çalışan, pizzamın hazırlanmasını beklediğim süre içerisinde dik dik bakışlarıyla rahatsız etti. pizzayı alıp ödememi kredi kartıyla yaptıktan sonra dükkandan çıkarken arkamdan 'çok güzelsin bee! ' diye bağırdı. hiç dikkate almadan dükkandan çıktım evime doğru yürürken yaklaşık iki dakika sonra beyaz arabasıyla yanaşıp camı açtı ve adımı ve soyadımı söyleyerek 'seni facebooktan ekleyeceğim' diye bağırdı ve yoluna devam etti. adımı ve soyadımı kredi kartı slipinden aldığını düşündüğüm bu adamın dükkanına alışveriş yapmaya gelen ve ilk taciz edilen kadın olmadığımdan da neredeyse eminim. çalışanlarınızı seçerken hangi kriterlere dikkat ediyorsunuz?

    debe editi: (bkz: #60102536)

    son durum edit: dominos ile dünden beri yapılan telefon görüşmeleri sonucu, ellerinde görüntülerin olduğunu, şahsı tespit ettiklerini ve çalışanları olmadığını belirttiler. savcılık kendilerinden görüntü talep ederse paylaşacaklarını söylediler. ben az önce savcılığa gidip dilekçemi verdim. destek mesajlarının hepsine yetişemedim. teşekkür ediyorum herkese.

  • lordum oturun isterseniz ..kafayı baya iyi bulmuşsunuz...biraz çekirdek yiyin iyi gelir...
    (bkz: marshall yardımı)
    1957 yılına gelindiğinde abd yardımının ön gördüğü koşullar neticesinde yapılan gizli anlaşmalar ile hükümetin( yok chp değil demokrat parti başta o zaman) emri sonucunda türkiye'deki uçak üretimi tamamen durdurulmuştur. fabrika daha sonraları uçak üretimi yerine traktör ve çeşitli makine parçaları üretmeye devam etmiştir.
    aselsan kuruluş 1975, rte askeri kantinde sucuk satıyor...
    savunma sanayi müsteşarlığı kuruluş 1985, bilal ilk defa babacığım dedi...
    tai kuruluş 1984, selçuk bayraktar artık tuvaletini kendi başına yapıyor...
    tusaş motor sanayi kuruluş 1985, ailenin en zekisi sümeyye doğdu, bilal telefonu sümeyyeye ver...
    roketsan kuruluş 1988, rte darphane işçileri grev sözcüsü..2012 de grevi yasakladı.. bu arada 1981 de mezun olduğu üniversite diploması yerine lise diplomasıyla başvuruda bulundu ehliyet için ...
    geçmişten gelen bir tane bilgi birikimi olmaması cidden çok mu zor, çok mu zorlanıyorsun, çok mu zorluyorlar seni... kıyamam sana lordum...

  • illa diyorlar ki bize küfredin. küfredince de içeri atıyorlar. dostum sizin sorununuz nedir ha?

    vergileri düşürün, devletin en ufak harekette kestiği haraçları azaltın, biz de kenara koyacak para bulalım. nasıl fikir?

    tek bir tane başınızı sokacak evi olan birinden bile vergi alıyorsunuz. sanki evimizin olması bizim suçumuzmuş gibi. o evi almak için on binlerce lira kredi alıyoruz, o kredi üzerinden bankacılık sistemi ve bsmv gibi vergilerle siz kazanıyorsunuz. evden kdv alıyorsunuz, haraçtan beter tapu harcı alıyorsunuz. yetmiyor evi aldıktan sonra da kapımızı emlak vergisi için her yıl iki kere çalıyorsunuz.

    1 araba almak istesek size de ortalama 2 tane alıyoruz. vasat bir marka bile tercih etseniz, sırf dizel otomatik diye, ne bileyim park sensörü falan var diye bir yerlerden uydurup koyduğunuz fiyat sınırının üzerine çıktığı anda fahiş vergiler bindiriyorsunuz (o sınırı geçmeyen leş bir araç alırsanız da %45 ötv + %18 kdv alıyorsunuz zaten). üstüne bir de her yıl yine kapımızı iki kere çalıp mtv adı altında haracınızı kesmeye devam ediyorsunuz. akaryakıttan norveç kadar vergi alıyorsunuz. kendimize 1 litre benzin alınca cebimizden 4 litrelik benzin parası çıkıyor.

    beyaz eşya gibi temel bir ihtiyaçtan bile, sanki evimize buzdolabı olması lüksmüş gibi ötv kesiyorsunuz. insafızlar, arlanmazlar; 100 yıl öncesinde mi yaşıyoruz ki evde buzdolabı olması, çamaşır makinesi olması lüks olsun?

    seyahat özgürlüğümüz sözde var, pasaport harçları ayarsızca yüksek. diplomatik itibarımızın içine ettiğiniz için sadece vize başvurusu için bile yüzlerce tl cebimizden çıkıyor, ona girmiyorum.

    maaşlı çalışanın emeğini, daha parası cebine girmeden çalıyorsunuz. asgari ücretten bile %15 vergi alıyorsunuz. kimsenin gerçekten alın teriyle çalışıp biraz para yüzü görmesine izin vermiyorsunuz. 6000 lira brüt maaşı olan bir bordrolunun temmuz ayından aralık ayına cebine giren para 3800 tl! nereye gitti o 2200 tl? o 2200 ile bizim adımıza tasarrufu yapıverin sayın bakan!

    bunlara rağmen tasarruf etmeye çalışan biz zavallıların bankadan elde ettiği her 100 lira faiz gelirinden 15 lira, her 100 dolar faiz gelirinden 18 dolar para kesiyorsunuz.

    paralarımızı acımasızca örtülü ödeneklerle, seçim kampanyalarıyla, makam araçlarıyla, fahiş maaşlarınızla ve sosyal haklarınızla, süper emekliliklerinizle yiyip bitiriyorsunuz. ve hala ağlıyorsunuz vatandaşımız kenara para koymuyor diye.

    sayın bakanım,

    olsa dükkan sizin (olmasa da sizin ya neyse). ama yok. vallahi yok. olanı zaten alıyorsunuz elimizden. daha harcayamadan devletin cebine giriyor zaten. lütfen fantastik beyanlarınızı durdurun ve huzur verin bize.

  • ölümsüzler adlı askeri birimi sayesinde 200 yıl hüküm süren imparatorluk.

    pers ölümsüzleri (the persian immortals), mö 550'den mö 330'a kadar yaklaşık 200 yıl boyunca hüküm süren ahameniş imparatorluğu'nun neredeyse tüm ömrü boyunca faaliyet gösteren seçkin bir askeri birliktir. 10.000 kişilik ordu, hem imparatorluk birliklerinin omurgası olarak aktif ordu içerisinde hem de imparatorluk muhafızı olarak görev alıyordu.

    büyük kiros tarafından kurulan ahameniş imparatorluğu batı asya'da geniş bir alanda hüküm sürüyordu. büyük kiros, imparatorluğun iran platosunun güneybatısındaki merkezinden, medya olarak alınan bölge (kuzeybatı iran) ve lidya krallığı da dahil olmak üzere birçok bölgeyi fethetti. daha sonra, doğuda indus vadisi'nden batıda balkanlar'a kadar uzanacak, nüfus bakımından tarihin en büyük imparatorluğu haline gelecek imparatorluğun temelini attı.

    birliğin kuruluşu:
    ölümsüzler'in ilk olarak mö 539'da babil'in ele geçirilmesinden sonra ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. büyük kiros yönetimi altında, babil'i yönetmek üzere atanan kadın komutan pantea arteshbod'un ölümsüzler birliğinin mimarı olduğu düşünülür.

    kuruluşlarına dair ksenofon'un cyropaedia'da farklı bir iddiası vardır. ona göre bu birlik, pers ordusunun en güçlü askeri birliklerinden spada'dan (taxmaspada) bir saray muhafızı tarafından toplamıştır.

    ölümsüzlerin seçilmesi:
    ölümsüzler, büyük ölçüde perslerden oluşuyordu ancak asimile edilmiş medler ve elamlılar da birliğe katılıp yüksek sorumluluk getiren pozisyonlara getiriliyordu. spada gibi kendi askeri teçhizatlarını temin etmesi gereken ölümsüzler de ahameniş toplumunun zengin kesimini oluşturuyordu.

    genç erkekler henüz beş yaşındayken spada üyesi olmak için eğitiliyor, ata binmeyi, ok atmayı, avlanmayı ve zorlu koşullarda hayatta kalmayı öğreniyorlardı. 20 yaşına geldiklerinde asker olarak görevlendiriliyor, 50 yaşına geldiklerinde emekli olmalarına izin veriliyor ve emekli maaşı ve arazi alabiliyorlardı.

    spada içerisinden savaş yeteneği ve karakteri nedeniyle seçilen kişiler ölümsüzler birliğine alınıyordu. ölümsüzler'in spada'nın sadece onda biri kadar kalabalık olduğuna inanılmaktadır.

    ölümsüzler isminin nedeni:
    tarihçi heredot'a (herodotos) göre ölümsüzler tam olarak 10.000 kişilik bir güçtü ve bu adı bu sayının korunmasından alıyordu. bir ölümsüz askeri öldüğünde, ciddi bir şekilde yaralandığında, hastalandığında ya da emekli olduğunda hemen yerine yeni bir ölümsüz alınıyordu. bu şekilde birlik 10.000 kişilik popülasyonu azalmadan görevine devam ediyordu. ölümsüzler ayrıca savaş alanında ölülerini bırakmıyor ve düşmanlarına cesetlerini göstermiyordu. karşınızdaki ordu sürekli 10.000 kişi kaldığında ve öldüklerini de teyit edemediğinizde isimleri de haliyle ölümsüzler oluyor.

    ölümsüzler'in kullandığı silahlar:
    ölümsüzlerin ana silahı yaklaşık 1.8 metre uzunluğunda ve ucu oldukça keskin olan mızraktı. mızrağın diğer ucunda ise düşmana balyoz gibi vuracakları ve ölümcül olan bir denge ağırlığı bulunuyordu.

    ölümsüzler'in en seçkin 1.000 üyesinin mızrakları diğerlerinden biraz daha uzundu ve denge ağırlıkları elma şeklindeydi. elma, prestiji simgeliyordu ve imparatorluk muhafızlığı görevini de yürüten bu 1.000 asker "elma taşıyanlar" olarak anılıyordu.

    ölümsüzler ayrıca tek elle kullanılabilen ve sagaris olarak anılan bir savaş baltasıyla birlikte bir dizi küçük silah da taşıyorlardı.

    ölümsüzler'in üniformaları:
    bilindiği kadarıyla kafa aksesuarına pek dikkat etmezlerdi. farklı kaynaklarda, farklı biçimlerde taçlar giydikleri belirtilmektedir. bazı kaynaklarda bu taçların, yüzü kaplayan, rüzgar ve tozu uzak tutan keçe başlıklar olduğu, bazılarında ise kumaştan yapılmış basit bir başlık oldukları belirtilir.

    vücut zırhları balıkların pullarına benzeyen ve üst üste binen bronz ve demir plakalardan oluşuyordu. ayrıca hasır ve tahtadan yapılmış, kalın ve deri kaplı kalkanlar taşıyorlardı.

    ölümsüzler, okçu süvarilere destek olmak için savaş alanında onların yanında yürürdü. gökyüzünün kararmasına neden olacak kadar fazla ok havadayken ve güneş, ölümsüzler'in zırhında parıldarken bir çok şehir bu manzaradan korkup şehre yaklaştıklarını gördükten hemen sonra savaşmadan teslim oluyordu.

    ölümsüzler'in zengin olduğunun kanıtı:
    bu kanıt yine heredot'un anlatılarında bulunur. ölümsüzler'in üzerlerinde taşıdıkları büyük miktarda altın içeren kıyafet ve zırhlar haricinde yaşam şekilleri de zengin olduklarını söylüyor.

    bir ölümsüz ne zaman seyahat etse, cariyeleri için üzeri kapalı vagonlar, büyük ve donanımlı köle maiyetleri ve diğer askerlerden farklı olarak develer ile taşınan kişisel eşyalarını da yanına alıyordu.

    ölümsüzler ne kadar başarılıydı:
    büyük kiros'un m.ö. 530'daki ölümünden sonra ölümsüzler, mısır'ı fetheden oğlu kambises ve büyük darius da olmak üzere ahameniş imparatorluğunun ömrü boyunca aktif olarak görev aldı. darius'un yunanistan'ı işgali sırasında ölümsüzleri de kullandığı kabul edilir ancak ölümsüzlerin varlığı maraton savaşı'nda kaybetmesini önleyememiştir.

    ölümsüzler'in en çok anıldığı savaş, kserkses'in, selefi darius'un yenilmesine misilleme olarak maraton savaşı'ndan 10 yıl sonra yunanistan'ı işgal etmesi ile ortaya çıkmıştır.

    thermopylai geçidinde, kserkses'in düzenli birlikleri spartalıların sert direnişiyle karşılaştı. spartalı general i. leonidas'ın 300 kişilik seçkin askeri birliği kserkses'in ordusunu sadece durdurmamış, geri de püskürtmüştür. kserkses'in thermopylai savaşı'ndaki b planı ölümsüzler'i göndermek olmuştur.

    ölümsüzler'in sparta saflarını yarıp geçmesinin nedeni büyük ihtimalle spartalılar'ın düşük silah gücüne sahip olmasıydı.

    kiros, imporatorluğunu genişletirken birliklerinin karşısına çıkanlar genelde kendi birlikleri ile benzer zırh ve silahları kullanıyorlardı. zırh ve silah konusunda eşitlik olduğunda öne çıkan perslerin üstün dövüş becerileri oluyordu. bununla birlikte, persler, m.ö. 479 yılında kserkses önderliğinde girdikleri plataia savaşı'nda spartalıların daha gelişmiş silahlara ve zırhlara sahip olduğunu verilen müthiş kayıplarla öğrendi.

    ölümsüzler dağılması:
    plataia savaşı'ndaki büyük yenilgilerine rağmen ölümsüzler, iii. darius önderliğinde, m.ö. 331'de büyük iskender'in makedon kuvvetlerine karşı savaştıkları gaugamela savaşına kadar faaliyette kaldı.

    büyük iskender, kiros'un hayranıydı ve etrafında kendisini koruyacak elit bir pers askeri gücünü elinde tutmayı seçti.

    yazar polyaenus bu askeri birlikten "pers süslemeleriyle süslenmiş, en yakışıklı ve en uzun boylu perlerden oluşan ve kısa kılıç taşıyan, 10.000 pers" diye bahsetmiştir.

    büyük iskender'in m.ö. 323'teki ölümünden sonra imparatorluk dörde bölündü. imparatorluğun orta asya ve mazopotomya'yı kapsayan kısmı seleukos imparatorluğu'nu kuran makedon kumandan seleukos nikator'a verildi. ancak bu dönemden sonra ölümsüzler'in faaliyetlerinin ve imparator muhafızlığı geleneklerinin devam edip etmediği bilinmiyor.

    ölümsüzler dağılsa da etkileri yok olmadı. bölgenin yedinci yüzyılda müslüman kontrolüne geçmeden önceki son pers impratorluğu olan sasani imparatorluğu m.ö. 224'te kurulduğunda yine ölümsüzler olarak adlandırılan bir elit asker sistemi kuruldu.

    ölümsüzler'in etkilerinin, bizans imparatorluğu'nda yine ölümsüzler olarak anılan birliğin, napolyon döneminde, halkın ölümsüzler olarak tanımladığı imparatorluk muhafızları birliğinin, pehlevi hanedanı'nın javidan olarak anılan ve 5.000 gönüllüden oluşan muhafız birliğinin ve iran islam cumhuriyeti'nin devrim muhafızlarına bağlı 65. ve 55. hava indirme tugayları'nın kurulmasıyla devam ettiği düşünülür.

    kaynak: history extra

  • şimdi biz bu karantinayı neden uyguluyoruz ve nereye kadar sürecek? herkesin aklındaki soru bu. bitakım matematiksel modeller üzerinden bunu açıklamaya çalışalım.

    öncelikle bu modelleri açıklayabilmek için 2 tane tez öne sürmemiz gerekiyor.
    1. bu aşı ortalama en az 1 yılda bulunacak.
    2. salgının yayılma hızı ve öldürücülüğü dikkate alındığında toplumun %60-%70 kadar bir kısmının bağışıklık kazanması gerekiyor yani sürü bağışıklığı, nam-ı diğer herd immünity.

    şu anda türkiye nüfusu 82 milyon olsun. %60-%70 ne yapar? 49-57 milyon kişi.
    yani eğer aşı bulunamazsa türkiye'nin bu salgından kurtulması için yaklaşık 49-57 milyon kadarının bu virüsü tecrübe etmesi ve buna karşı bir bağışıklık geliştirmiş olması gerekiyor.

    elimizdeki veriler ne diyor peki? türkiye'de yaklaşık 30bin enfekte insan var. hadi bir varsayım daha yapalım. asemptomatik ve düşük semptomlarla hastalığı geçirenler dahil olmak üzere toplamda enfekte olan insanların en fazla %10'unu tespit ettiğimizi varsayarsak, şu anda türkiye'de 30.000*10=300.000 tane bu hastalığı tanıyan ve bir şekilde buna antikor geliştirebilmiş insan var demektir.
    peki bu sayıyı türkiye nüfusuna vursak ne yapar? yaklaşık %1'i yapmaz. ancak bizim modellerimiz ne söylüyordu? 49-57 milyon insan enfekte olsun ki biz bu illetten kurtulalım. bu nedenle de şu anki karantina salgını durdurmak için değil sadece bir sonraki adıma hazırlık amaçlı yapılıyor.

    bunun için önce salgını anlamak lazım. bir salgında toplam 2 tane faz vardır.
    1. ızolasyon
    yani yılanın başını küçükken ezeceksin ki büyümesin. bunun için de öncelikle toplumunda enfekte olan insan sayısı çok az olacak ve sen şu algoritmayı uygulayacaksın ki bu hastalığı izole edebilesin.
    - hastayı bul, test et, izole et
    -hastanın temaslarını hemen bul, onların bir başkasına temasına engel olacak kadar hızlı bul hatta, hemen onlara test yap ve onları da izole et
    bu sistemin uygulanabilmesi için elinizdeki imkanlar göz önüne alındığında çok az sayıda hasta olması gerekiyor. bu yüzden de bu faz ne yazıkki çok kısa sürüyor ve müdahale etmediğinizde bir daha müdahale etme şansınız kalmıyor ve mecburen ikinci faza geçiyorsunuz.
    2. kaçınma (mitigation)
    bu kısım şu anda dünyadaki tüm devletlerin içinde bulunduğu faz demek oluyor. burada hastalık endemi durumundan pandemi haline geçti ve ortalıkta takip edemeyeceğin kadar hasta ve takip edemeyeceğin kadar hastanın temas ettiği insan var demektir. bu durumda da ülkelerin neredeyse hepsi benzer aksiyonlar alarak salgının yayılma hızını düşürmeye çalışırlar.

    bu önlemler neler?
    home office yönlendirmeleri, okulları kapatma, sokağa çıkma yasağı vs. ülkeden ülkeye değişiyor.
    neden böyle yapıyorlar?
    herkes aynı anda hasta olmasın diye yapılıyor bunlar, çünkü herkes aynı anda hasta olursa bu sefer kurtarma ihtimaliniz olan insanları da sağlık sisteminizin yeterli olmaması sebebiyle kurtaramazsınız. bu yüzden de şu anki virüs için dünyada ortalama %5 iken ispanya ve italya'da %10-%12 ölüm oranları gördük. diğer ülkeler böyle olmamak için de bu tarz önlemler alıyorlar ki herkes aynı anda hasta olmasın.

    herkes elli kere yazdı. herkes aynı anda hasta olursa çok sert bir grafiğiniz oluyor elinizde, sonuç olarak çok sayıda insan ölüyor. bu yüzden de flattening the curve mantığı gereği insanlara evden çıkmayın diyorlar. mantıklı mı? evet. ancak sürdürülebilir mi? hayır? çünkü bir ülkede evden çıkmayın dediğinizde o ülkede ekonomiyi ve sosyal ilişkileri durdurunuz demektir. bunun hem ekonomik hem de sosyal maliyeti olur bir ülkeye, ve her ülkenin de bunu karşılama potansiyeli zengin ülkelerde fazla olsa da sınırlıdır. kimse sayın vatandaşım sen yat, ben sana ilelebet para vereceğim diyemez, zengin ülke 10 ay besler, fakir ülke 10 gün besler ama bu hazırdaki para illaki biter. bu yüzden de buradaki asıl amaç biraz farklıdır devletler açısından. matematiksel modelimiz açısından konuşursak flattening the curve mantıklıdır ama ne kadar flatten etmemiz gerektiği önemli olmaya başlamıştır artık.

    bu durumda da matematik modeline geri dönersek, değişkenin birinin bu konuda çok önemli bir rol oynadığını görürüz. bu değişkenin adı da reproduction number, yani r0'dır. yani enfekte olmuş bir kişinin bunu ortalama kaç kişiye bulaştırdığı değerdir. bu değer 1 ise enfekte olmuş 1 kişi, bu hastalığı ortalama 1 kişiye bulaştırıyor demektir. bu değer 1'in üzerinde ise salgın ileriyor, 1'in altında ise de salgın geriliyor anlamındadır.

    modeli kurarken bizim ayrıca hastalığı tanımamız ve kullanım denklemi çıkarmamız gerekiyor. bunun için de mevcut sonuçlara bakmak zorundayız. mesela bu hastalığa kapılan kişilerin %2 ile %6'sı arasındaki kişiler yoğun bakıma ihtiyaç duyacaklar. bu çok önemli bir bilgi. yani en önemli olan kurtarmanız gereken %2 ile %6 arasında insan olacak demek.

    ayrıca bir de kapasitenize bakmanız lazım ki modeli yavaş yavaş oturtalım. yine istatistiklere bakacağız. sizin yoğun bakıma ihtiyaç duyan hastalarınız o yatağı/respiratörü/ventilatörü kaç gün kullanmış? 10 ile 20 gün. yani bu süre sonucunda o yatağa yatan kişi ya ölmüş ya iyileşmiş demek.

    tamamdır, elimizde baya bilgi oldu. modelde bunları yerlerine koyduğumuzda biz öyle bir r0 değeri belirlemeliyiz ki hastane kapasitemiz şişmesin ve bu salgını öyle kontrollü salmalıyız ki insanlar yavaş yavaş enfekte olsunlar. yani problem şu: günlük ortalama kaç kişi enfekte olmalı ki sağlık sisteminde kimse yataksız kalmasın ama boş yatak da kalmasın. hep tam kapasite gitsin. tabili bu optimum case, imkansız olur ama amaç buna en yakın değerleri yakalamak. yani bizim deklemimizde efektif bir r0 ihtiyacımız var.

    yapılan bir modele göre de, almanya için yapılan best case senaryoda hastaların %2'sinin yoğun bakımda kaldığı ve bunların ortalama 10 gün yattığı üzerine düşünüldüğünde, yaklaşık olarak 100 bin yoğun bakım yatağı ve ekipmanı gerekiyor ki almanya'da bile mevcut sayı 30bin civarında.
    bu yüzden başka bir çözüm bulmamız gerekiyor.

    çözüm nedir? sisteme reset atmak.
    çünkü neydi? hastalık en başta doğru takip edilirse, hasta ve temasları iyi izole edilirse yılanın başını küçükken ezebiliyorduk. bunun için de ne gerekliydi, az sayıda hasta ve az sayıda temas.
    bunu nasıl sağlarız peki?
    herkesi evine tıkarız, bu insanlar evinden çıkmazsa, kimse kimseye hastalık bulaştıramaz. kimse kimseye bulaştıramayınca da r0 düşer. r0 belirli bir seviyeye düştüğünde de insanları kontrollü salarız, o zaman da hastayı da temaslarını da süper takip ederiz o durumda da hastalık kontrolsüz yayılmaz ve hastanelerimiz şişmez.
    şu anda dünyadaki tüm devletlerin uygulamaya çalıştığı sistem bu.

    peki sisteme reset attıktan sonra nasıl bir şey yapmamız lazım?
    1. herkese test yapmamız lazım. neden?
    çünkü sistemdeki en büyük sorun asemptomatik veya düşük semptomlu insanlar hasta olduğunu düşünmeden sistemde çok rahat hareket ediyorlar. bunu engellemenin en temel yolu da herkesin hep hastaymış gibi davranmasını öğrenmesi, başka da yolu yok.
    2. devletin r0 değerini düşüren önlemleri devam ettirmesi lazım
    bunlar neler, toplu taşıma kişi sınırlaması, maske zorunluluğu, konser, fuar vs. engellemeleri gibi hasta kişiyi veya temas ettiği kişileri takip etmeyi engelleyecek bir mekanizmayı şimdilik yasaklamak gerekir.
    3. vatandaşa karşı aşırı şefffaf olmak. bu durumda hakkaten hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için davranmak zorundayız. hükümet ve vatandaş öyle şeffaf olacak ki, vatandaş ön yargı koymaksızın bu talimatları dinleyip ona göre önlem alacak. yoksa devlet ne yaparsa yapsın her gün gizli gizli kahvede okey oynayan dayıları basıyor polis. sizce o dayı vatan hainliği mi yapıyor virüsü bulaştırayım diye, yoksa ölmek mi istiyor? ikisi de değil. o dayı virüsü bilmiyor, çünkü tv'de izlediğinde bu salgından güçlenerek çıkacağımızı duyuyor. o zaman da bana bir şey olmaz diyor. o yüzden dayıya kızmayın, adamın okeyi varsa dönsün. dayıya bunu öğretmeyene, anlatmayana kızın.. kim virüs kapıp sevdiğini öldürmek ister? o dayı bile istemez emin olun..

    istatistiklere göre wuhan gibi tam karantina uygulayan yerlerde bile bu ilk faza dönme hikayesi yaklaşık 56 gün sürüyor. yani avrupa'da insan hakları sebebiyle kimsenin evinin kapısını kaynakla kapatamayacağınıza göre bu işin süreceği tahmini olarak nisan 2021 civarları gibi görünüyor. bu süreçte hangi ülkenin vatandaşının, devletinin direktiflerine ne kadar uyduğu asıl rolü oynayacak. yani bir hükümet güven vererek şeffaf davranıyorsa, halkına söz geçirecek. yoksa saklı gizli işler yapıp siz bizim dediğimizi yapın gerisine karışmayın çok da kurcamalamayın diyorsa ona göre bunun bedelini ödeyerek yaşayacak. bu iş bir oyun değil, dünyada ilk defa yaşanan bir şey de değil. o yüzden her şeyden önce realist düşünmek emin olun en faydalısı..

    peki bu karantinaların sonucunda ne olacak? bu karantinaların sonunda birkaç sene boyunda kademeli olarak sosyal mesafe kuralları hakim olacak dünyaya. mesela evde çalışma ihtimali olanlar evden devam edecekler. restorantlar yeniden düzenlenecek belki, bir masaya 2 kişiden fazla oturmak yasak olacak. belki taksiler de öyle olacak. okul sistemi tekrar sabahçı akşamcıya dönüşüp yarı sayıda sınıf mevcudu ile eğitim yapacak. belki bir süre uçaklar yarım kapasite çalışacak. ama bir şekilde bu ekonominin çarkları dönmeye devam edecek sadece ülkeler %60-%70 sürü bağışıklığı kazananana kadar. sonra zaten emin olun kimsenin umrunda olmayacak bu işler.

    ama bir piyango durumu var: aşı bulunması. aşı bulunursa bu model çöker ve toplum hasta olmaya gerek kalmadan bağışıklık kazanır. bu durumda da çok daha hızlı şekilde eski hayatımıza geri dönebiliriz.

    o yüzden kendiniz için, aileniz için,sevdikleriniz için, sevmedikleriniz için, ülkeniz için, insanlık için, şimdilik evde kalın...

    not: bu anlatılanları bir youtube videosundan öğrendim. dile de gelsin istedim. videonun linki de şöyle: https://youtu.be/rqehlf0egwi

  • efsane değil, gerçektir. yalnızca sebebi yanlış biliniyor. çok fakir olan manson yavrularına kemik suyu çorba yapabilmek için yapmıştır bunu. allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin. bizlerde fitremizi, zekatımızı aksatmayalım.