hesabın var mı? giriş yap

  • jim jarmusch'un bu vampir denemesi, filmekimi'nin ilk gong sesi olmuştur benim için.

    -- hafif spoiler etkisi--

    filmin bir sahnesinde, detroit'in ıssız sokaklarında gece arabayla dolaşmaya çıkan adam ve eve, gökyüzüne bakarak, dünya'dan 50 ışık yılı uzaklıktaki bir gezegenden bahsederler. gezegen; devasa büyüklüktedir, elmastan yapılmadır ve gong şeklinde ses vermektedir. işte bu da, aynı o gezegen hikayesi gibi bir film. alakalı alakasız, anlamlı anlamsız, hem uzak, hem yakın, hem devasa, hem değil... (kulağa çok karışık geldiğini biliyorum, ama ben ademle havva'nın yalancısıyım).

    gelgelelim filme... baştan sona tezatlıkların varlığını iyi dengelemiş jarmusch usta; siyah bir adem ile beyaz bir havva. yeryüzünün iki ayrı ucuna dağılmışlar. bir uç; daha sıcak ve mistik olan tanca'da, diğeri soğuk ve karanlık olan detroit'te. beyaz havva dış dünya ile iletişim halinde, siyah adem ise tüm iletişimini neredeyse koparmış ve tüm inancını kaybetmiş durumda. ama aşkları her şeye rağmen; tüm zıtlıklarına, tüm farklılıklarına, bütün yaşadıklarına rağmen hala devam ediyor. ve bu iki aşık vampir, yüzyıllık yaşamlarını zaman zaman döküp saçıyorlar bize de, ve bazı tanıdık isimler geçiyor cümlelerinden; tesla, schubert, einstein, darwin, shakespeare... nihayet, yüzyıllık deneyimleri neticesinde; üzerinde yaşadıkları dünyayı ve kaynaklarını durmadan tükettikleri için, insanları eleştirirlerken buluyoruz onları, kaçınılmaz olarak. "zombi"ler dedikleri, biz yaşayan ölüleri, yargılarlarken; havva'nın kardeşinin yaptığı hatanın, kendilerine ayna tutarak, eleştirdikleri tüketime ve zombiliğe birebir gönderme yapması, ve adeta kendi kurdukları tuzağa düşmeleri, bence jarmush'un filmde yaptığı en ince ve güzel eleştiridir. çünkü ölümlü ya da ölümsüz, yarınına devam etmek isteyen herkes bencildir ve bu içgüdüyle tüketmesi gerekiyorsa da, mutlaka tüketecektir.

    son tahlilde; yüzyıllardır yeryüzünde hayatta kalmayı başarıp, yüzlerce felakete şahitlik edip, belki binlerce insanla tanışıp, bunca değişime ortaklık edip, akıl sağlığını koruyup, hala aşık kalabilmek ne kadar efsane ise, vampir olmak da o kadar efsane... ikisi de o kadar namümkün. yine de unutmamalı; aşk eski bir yalan, ademle havva'dan kalan. bırakalım, bunun kanını biraz da vampirler içsin.

    kıssadan hisse: en çok, jarmusch'un her iki şehirdeki gece çekimlerini, filme cuk oturan oyuncukları ve ve ve mükemmel film müziklerini beğendiğimi söylemeliyim. baştan sona tüm müzikler arşivlenebilecek güzellikte. bunlar da hediyesi;

    1
    2
    3
    4
    5
    6
    7

  • çocukken en büyük hayalinin fenerbahçe başkanı olmak olduğunu söyledi. bende çocukken hep fenerbahçe forması giymek isterdim ama hiç başkanlık hayalim olmadı. sanırım zengin-fakir farkı böyle bir şey.

    başkan olursa tribünleri birleştirir çünkü sevmeyeni yok gibi.

  • devletin kaynaklarının temelini ne oluşturuyor biliyor musunuz? ülkede fakir zengin tüm vatandaşlardan, hemen hemen her vesileyle (telefon konuşması, ekmek almak vb.) toplanan vergiler.

    ne diyordu bu hükümet? kaynaklarımız kısıtlı, devletin malını çarçur edemeyiz, tasarruf etmemiz gerekli demiyor muydu? bu sebeple bir çok kamu kurumunda insanların maaşları donduruldu. hükümet kaynak sağlayabilmek için bir çok önemli kamu kurumunu, kit'leri satışa çıkardı. hatta satmaması gereken şeyleri bile (telekom gibi). gerekçe ne? kaynaklarımız kısıtlı.

    bu ülkede hastaların hatta kanser hastalarının bile ilaç masraflarının devlet tarafından karşılanmadığının haberlerini izledik tv'lerde. devlet kendisine düzenli prim ödeyen vergi mükelleflerine üç kuruşluk ilacı bile alırken kurban pazarlığına girmiyor mu? sebebi ne? devletin kaynakları kısıtlı.

    ülkemiz gelişmekte olan bir ülke, yani tam anlamıyla müreffeh değil. tam olarak batılı toplumların ulaştığı refah seviyesine ulaşamadık. batılı bir ülkede öğrenciye, hastaya, muhtaç durumda olanlara harcanan para miktarı ülkemizde harcanamıyor. bunun sebebi ne? ülkemizin yeterince zengin olmaması. arkadaşlar ülkenin kaynakları çok kısıtlı.

    hükümet zaten kaynak kısıtlılığından bir çok tedbir almadı mı? belli kesimlerden (özellikle ücretlilerden) alması gerekenin çok üzerinde vergi almıyor mu (gelir vergisi + dolaylı vergiler) ? bunun sebebi kaynakların kısıtlı olması.

    şimdi tüm bu kısıtlar altında iken ve ülke olarak maddi durumumuz kötü iken hiç de ihtiyaç olmayan böyle şaşaalı bir yapının inşa edilmesi hükümetin ve rte'nin samimiyetine gölge düşürmez mi?

    ak-saray'ın yapımı bana aylık geliri 3000 bin tl olan 5 çocuklu orta halli bir ailenin babasının sırf keyif için altındaki kendisine her halükarda yetecek olan arabasını (örneğin linea) satıp yerine yığınla kredi borcuna girerek yepyeni üst orta sınıf bir araba (audi a4 veya passat gibi) almasına benziyor. şimdi babaya böyle bir harcamayı neden yaptığını sorduklarında "aileyi daha iyi temsil etmem lazım, ben bu arabaya binerek ailenin itibarını koruyacağım" derse ne kadar aptalca ve bencilce bir açıklama olduğu anlaşılır. bu adama aklı başında her insan "yahu arkadaş senin daha küçücük bir sürü çocuğun (genç nüfus) var. sen halihazırda bunların eğitim, beslenme gibi temel ihtiyaçlarını sağlayamıyorsun. bu arabayı alarak onlara harcayabileceğin ve onların hakkı olan büyük bir miktar parayı kendi keyfin dışında hiçbir anlam ifade etmeyen bir şeye yatırmaya hakkın yok". diye sormaz mı?

    aklım almıyor vallahi aklım almıyor. bencilliklerini, kıroca-çocukça heveslerini bile ülkeye hizmet diye yutturmaya çalışıyorlar ya bir şey diyemiyorum.

    allah aşkına çankaya'nın ne problemi vardı da milyar dolarlık yeri yapma ihtiyacı hissettiler.

    bu ülkede kanuna, hukuka, mahkeme kararlarına en çok uyması gereken hükümet değil mi? neden mahkemenin durdurma kararına rağmen hukuk sistemini ayaklar altına alırcasına, göstere göstere mahkeme kararlarına uymadı? başbakanın, hükümetin mahkeme kararlarını uygulamama gibi bir hakkı var mı? yok kesinlikle ama kesinlikle yok. burası bir hukuk ülkesi olsa adamı öttürürlerdi. inşaatın sahibi olan şahıs da çıkıp tv'den çatır çatır özür dilerdi. ama maalsef ne ülkemiz ülke ne de halkımız halk.

    not: belki anlatım basitçe ve örnekler biraz aptala anlatır gibi oldu ama kusura bakmayın. aklıma geldiği gibi hışımla yazdım.

    edit: muaviye yeni yaptırdığı sarayı nasıl bulduğunu ebu zerr'e sormuş. ebu zerr: eğer kendi paranla yaptırdıysan israf, devletin parasını kullandıysan haramdır demiş. rte çok dindar ya, hep dinden referans alıyor ya burada da muaviyeyi örnek almış anlaşılan.

    edit2: imla

  • kullandığım parfüm ortalama fiyat skalası 200 liranın hayli üzerinde ve bir parfüm 6-8 ay kullanımı sürebiliyor. günde 1 paket sigara içsem 10 lira, 6 ayda 180 gün yapar, 180 günde 1800 lira yapar ki, sigara içmediğimi düşünürsek, senden daha az maliyetli ve senden çok daha güzel koktuğumu söyleyebilirim.

  • ekonominin en temel prensiplerinden birisi, sayılar üzerinden değil, oranlar üzerinden konuşmak gerekliliğidir.

    asgari ücret 2000 lira olursa bugün 1000 lira olan kira 1500 liraya çıkar, 40 liraya aldığın kıymanın fiyatı 60 lira olur derken alım gücü en iyi ihtimalle aynı kalır. amaçlanan şey alım gücünü arttırmak, yani 1.400 lira alan insan 2.000 lira vermek değil, 1.400 liranın değerini arttırmak olmalıdır.

  • yillar once, bir otobus yolculugu sirasinda, sereflikochisar civarinda, arka koltuktaki ikilinin konusmasina kulak misafiri olunur:

    - o beyazligin uzerindekiler ne oyle, aa ne ilginc! (tuz golu uzerinde yuruyen insanlari kastediyor)
    + hani bakiyim, nerde? aaa cidden cok ilginc, ne ki onlar?
    - bilmem, penguen herhalde.
    + haa cidden ya. penguenler...ay ne sirinler!

    ben: omfg

  • - bu kezbanı nikahına almak suretiyle kendini feda edip bizleri kurtaran kardeşimizin aziz hatırası adına hepinizi bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum. her zaman saygıyla anılacaksın kociş.

  • bu ülkede sağcıların da solcuların da liyakat derdinde değil, yandaş derdinde olduklarını gösteren başlıktır.

  • beyler 40 yaşındayım. çok dolu gördüm ama bu kadar büyük ve sert dolu görmedim. dolu da denemez, resmen titanıc'e çarpan buz dağı yağıyor. ölen yoksa büyük şans.

  • bugün hanımla pazara gittik. semiz otunun kilosunu sordum. pazarcı 15 lira dedi. pahalı olduğunu söyledik hanımla. pazarcı “al ya ne olacak” gibisinden bir cümle kurdu. sonra almadan ilerledik. arkamızdan “ cebinizde otuz bin liralık telefon var” gibisinden cümle kurdu. valla otuz bin dedi. yanlış duymadım. adamlar, ilkel tek argümanları olan “cebinizde şu kadar liralık telefon var” argümanına bile zam yapıp semiz otuna fiyatı uygun muamelesi yapıyorlar. ilginç hadise.

  • atasözü olmamakla birlikte motorcuların en sıklıkla ettiği laf: kaskınız takılı farlarınız açık olsun