hesabın var mı? giriş yap

  • sadece sosyal medyadan paylasabilmek için yapılmış etkinliktir. black mirror dizisinin içindeyiz. büyük çaplı bir sosyal deneyin kobaylariyiz bence. artık ikna oldum.

    size, ateist olmama rağmen islam peygamberi muhammed'in cok sevdiğim bir sözünü hatırlatmak istiyorum: "komşusu aç iken tok yatan bizden değildir."

  • ilkin rebecca solnit'in kullandığı ve feminizm literatürüne eklediği bu kavramın özetleyici nitelikteki tanımı şu: "endlessly pontificating white male syndrome", türkçesiyle "daima kendisini yücelten beyaz erkek sendromu". bire bir karşılığı ise "erkek söylemi/açıklaması" olabilir, zira man ile explain'in birleşiminden oluşmuştur.

    buradaki kritik hususun erkeğin beyazlığı olduğunu düşünüyorum, zira ortodoks feministlerin bu kavram üzerinden getirdikleri eleştiriler daha çok egemen sistemin merkezine dönüktür, o merkezde bulunan da "beyaz erkek"tir. siyah erkekler ise kendi özgürlük mücadelelerini vermiş bir kesimi, yani, ezilen başka bir kesimi temsil eder: ezilenlerin dayanışmasıdır bir nevi.

    bir şeyler yazdım, buyrun:

    (2) patriyarşi öldü mü? (mansplaining kavramı)
    http://jimithekewl.com/…du-mu-mansplaining-kavrami/

  • rastgele harflerle gülmek diye bir şey var ya hani, ben bunu ara sıra yapıyorum. yok itiraf bu değil. itiraf şimdi gelecek olan: ama bunu pek de rastgele yapmıyorum. lkhlfkglkd yazıyorum mesela bakıyorum bi boka benzememiş. silip akjakjajgjf yazıyorum. yine beğenmiyorum, skjdsjdksjd yazıyorum. bakıyorum, hımmm, bu güzel olmuş diyorum ve skjdsjdksjd diye gülmeye karar veriyorum. rastgele harflerle niye gülüyor millet? zamandan tasarruf etmek için. oysa ben rastgele harflerle gülmeye çalışmak yerine ehe mehe falan yazsam daha pratik olacak. manyak mıyım neyim.. qoıwoqıw yok lan olmadı bu, skdjskdjsklsd

  • sene 92-93 filan. adam eksiğimiz var daha doğrusu bizim kaleci hasta üşütmüşüm filan diyor.. yalvar yakar maça getirdik çocuğu. maç başladı bizim kaleci yerinde duramıyor bir hareket hep. neyse kaleye şut geldi kalecimiz topu tuttu ama tutar tutmaz paçalarından bok akmaya başladı. mideyi üşütmüş ishalmiş eleman. top karnına geliyor kucakladığında basınçla da tabi koyuveriyor... o kaleye kimse geçmedi maç da bitti. halı saha sahibi de boku bize temizletti. ..

  • fragmanından anlaşılacağı üzere iş adamıyla garson kızın arasındaki olayı anlatan dizi. yahu şu dizileri yapma demiyorum hobi olarak yapın ama türk kızını çok etkiliyorsunuz. böyle sosyal statü farkı içeren ilişkileri görüp özeniyorlar ondan sonra "acaba bi holding sahibine varır mıyım?" diye hayal kuruyorlar. sıfırın altında özgüvenleri birden tavan yapıyor. kezban hastalığı başlıyor, sonuç hüsran.

  • aşmış radyoculuk kariyeri, ilişki testi ile yakaladığı başarısı, rabarba'sı, stand-upları, komedyenliği, samimiyeti vesaire bunlar bir yana... yakınındaki tüm arkadaşlarına her zaman destek olmuş, ellerinden tutmuş ve başarılı olmaları için çabalamış bir adamdır. benim için bu yönüyle özeldir. abidir.

    sayesinde cem işçiler'i, kemal ayça'yı, fazlı polat'ı, firuze özdemir'i, ilker gümüşoluk'u, ibrahim türker nam-ı diğer anlatanadam'ı, erman arıcasoy'u tanıdım. bunlar mesüt süre ünlü değilken, ya da küçük bir kitle tarafından takip edilen bir "az ünlü" iken de yanındalardı, şimdi mesut süre tüm türkiye'nin tanıdığı bir adamken de yanındalar ve onlar da kendi komedyen kariyerlerinde ilerliyorlar. hiç birini yarı yolda bırakmadı, kendi kocaman yüreği ondan kocaman, güzel adam.

  • belli bir dönem sonrası için sanrıdan ibarettir evet.

    islam dünyasında 800-1200'lü yıllar arasında ciddi bilimsel çalışmalar yapılıyor, bilimsel alanda önemli keşiflere imza atılıyordu evet. ancak, daha sonraki yıllar için malesef bunu söyleyemeyiz. 1.300'lü yıllardan itibaren medreseler sadece dini eğitim veren kurumlara dönüştü. istisnalar var mıydı? elbette vardı...

    ibn-i sina islam'daki "bilim çağı" denilen dönemin bir ferdidir. 900'lü yılların sonunda doğmuş, 1037'de ölmüştür.

    el harezmi de yine 770-840 yılları arasında, yani yine o "altın çağ"da yaşamıştır.

    biruni 900'lü yılların sonu, 1000'li yılların başında yaşamıştır.

    ebu'l vefa el-buzcani de 900'lü yılların bir bilim insanıdır.

    zekeriyya razi 800-900 yılları arasında yaşamıştır.

    el cezeri, 1100-1200'lü yılların bir bilim insanıdır.

    cabir bin hayyan da 700-800'lü yıllar arasına tarihlenen bir bilim insanıdır.

    hazini'nin yaşadığı tarih de 1100'lü yıllardır.

    ibn-i heysem de tahmin edeceğiniz gibi 900-1000 yılları arasında yaşamıştır.

    kindi'nin yaşadığı dönem de 700-800'lü yıllar arasıdır.

    istisnalar var mı? evet var; 1200 yılına kadar yüzlerce büyük islam bilgini gösterebiliyorken, 1200'den sonra geçen 800 yılda bir elin parmaklarını aşmayacak kadar kişi gösterebilirsiniz. öyle ki, bir mimarı bile bilim insanları arasına katmak zorunda kalırsınız; sayı kabarsın diye.

    müslümanların konu osmanlı ve islam dünyasındaki eğitim sistemi olduğunda sinirle "bak bizde şunlar şunlar var" diye saymaya başlamaktansa, ne oldu da 1100-1200'lü yıllardan sonra o muhteşem bilim insanları yetiştiren medrese sistemi bozuldu ve sadece din adamı yetiştirir hale geldi diye sorgulamaları gerekir.

    osmanlı'nın eğitim sistemi fecaattir. 600 yıl boyunca, çoğu kendi çabasıyla bir yerlere gelen bir avuç bilim insanı haricinde ortaya bir şey koyamamıştır. dolayısıyla bizim "medrese" diye bildiğimiz yerlerde bilim falan yapılmamıştır. haa, 900-1000 yıl öncesinden örnek verebilirsiniz, ancak o örneklediğiniz bilim insanları "medrese" kültüründen gelmiyor. o günkü eğitim kurumları ile medreseler arasında dağlar kadar fark vardı.

  • şu açıklamayı sözlük yerine ınstagram'da yapması bile sözlükten göreceği tepkiden korktuğunu ve sözlükte haksız bir yere sahip olduğunu içten içe kabul ettiğini gösterir.

  • otelin kapısından geri çevirilip bunun ardından oteli satın alan kişi halen otelin saahibi olan hasan süzer değil, mersin'de değirmencilik yapan bodosaki adlı çok zengin ve anadolu kökenli bir rum'dur. 1. dünya savaşından önce kendisi otelde kalmak istemiş, kıyafeti nedeniyle otele sokulmamıştır. bu olaya çok kızan bodosaki derhal oteli satın almak istediğini bildirmiş. ilgilliler onun bu isteğine set çekmek umudu ile otelin değerinden çok daha yüksek bir bedel talep etmişler fakat yine de bodosaki bu fiyatı kabul ederek pera palas otelini satın almıştır.

  • bence zordur ya. vallahi bak. var benim böyle bi tanıdığım. evlendi sonra bir de aşık olmadığıyla. aşık olduğu ona yar olmamıştı çünkü. sanırım o da "benim sevdiğim beni sevmiyorsa ben de beni sevenle beraber olurum"* diye düşündü.

    mesela hayal kuracaksın. insan kendiyle ilgili hayaller de kuruyor elbet ama 2 kişilik hayaller daha bi tadından yenmiyo. sevdiğin biriyle olursa tabi. ama aşık değilsin işte. ne zevk alıcaksın ki o hayalden? insan kurmaya üşenir.

    mesela bişeyine sinirlendin diyelim ki. seven insan görmezden gelir, kabullenir, geçiştirir falan. sen hem sinir olmuşsun hem de aşık değilsin, napcan? insan sevdiği kişiye daha fazla tolerans gösterir. peki ya sevmediğine?

    ailesiyle oturup kalkman lazım. ben sevmediğim adamın annesine "annem" babasına "babam" gözüyle bakamam heralde. kendi annem-babamla aynı evde yaşadığım halde gün içinde illa ki ararım naptınız ne ettiniz diye, onları aramak istemem ki? ailesini benimseyebilmek için adamı sevip benimsemek lazım önce.

    arkadaşları var bir de. arkadaşlarıyla takılmaktan hoşlanmıyosam sırf onun hatrı için katlanabilirim. ama işte sevmediğim bi insan için hatır gönül falan bana biraz yalan geliyo.

    zaten bir defa geliyoruz bu dünyaya. bu eziyeti çekmeye değmez. ömür boyu yalandan mutluluk sahneleri pozlamanın manası yok. feysbuka boy boy gelin-damat fotoğrafı koyunca mutlu olunmuyo. -muş gibi oluyo.

  • 16'ncı yüzyılın hemen başında on seneden biraz daha kısa bir süre papalık makamında bulunmuş olan ve "savaşçı papa" lakabıyla anılan cenova kökenli din adamı ve politikacı. gerçek ismi giuliano della rovere'dir ve meşhur borgia sonrası makama yükseldiği için eski rejimin destekçilerine çok sert davranmış olmasıyla hatırlanmaktadır.

    ceneviz kökenlerinden olsa gerek; hem fransa hem de taze birleşmiş ispanya'nın hem dini hem politik olarak ayrışmış italya üzerinde bir dizi emeli hasıl olmuşken kendisi ravenna ve rimini'den venedikliler'i atmaya öncelik vermiştir. roma'da birbiriyle kavgalı zengin aileleri barıştırmak için çabalamış ve kutsal roma cermen imparatorluğu ile fransa'yı ispanya ve venedik'e karşı birleştirebilmek için pek çok stratejik adım atmıştır. bu adımların kimisi başarılı kimisi başarısız olmuşsa da 1506 senesinde bizzat komuta ettiği papalık ordusu ile birlikte bologna'yı venedik doçu destekli güçlerden temizlemeyi de başarmıştır.

    kendisinin ne kadar gözü kara bir karakter olduğunu makama geldikten sonra isim olarak seçtiği julius'u kendisinden seneler evvel aynı makamda bulunmuş olan papa i. julius'u değil, julius caesar'ı onore etmek için seçmiş olduğunu açıklayarak ispatlayabiliriz.

    yüksek rönesans döneminin bir papası olarak, öncüllerinden farklı bir tercih yapmak suretiyle roma'da sanatı himayesi altına aldığını deklare etmiştir. bu açıdan da koşullara münhasıran yaklaşabilme becerisine haiz ve öncü bir lider olduğundan bahsedebiliriz.

    papalığının son yıllarında bu kez de fransa ile ters düşen papa ii. julius, venedikliler ve ispanyollar ile güçlerini birleştirerek bu kez de frenklere karşı kutsal bir ittifak oluşturmuştur. bu ittifaka daha sonra cermenler de katılmışsa da frenkler'e karşı girişilen savaş felaketle sonuçlanmış ve 1512 senesinde floransa son anda ispanyol ve sardinyalı paralı askerlerin desteğiyle fransızlar'ın eline düşmekten kurtarılabilmiştir. bu gelişme, medici ailesi ile papalık'ın arasının düzelmesine ve floransa'nın papalık'ın gözünde adeta ikinci bir roma olarak değerlendirilmesine giden yolu açması bakımından önem arz etmektedir.

    1513 senesinde hayata gözlerini yuman bu enteresan papa, gerek siyasi olarak italya ve batı avrupa'ya olan kalıcı etkisi, gerek ise din ile sanat ve aydınlanma arasındaki buzları kırmaya başlamasıyla belki de rönesans dönemindeki en hayati karakterlerden birisi olagelmiştir.