hesabın var mı? giriş yap

  • eskişehir belediye başkanı yılmaz büyükerşen 1999 yılında şehri devraldığında, ilk etapta tramvay, tarihi yerlerin restorasyonu ve müzecilik alanlarında faaliyetlere başlamıştı.o dönem genç/yaşlı herkes "tramvayın eskişehir için gereksiz olduğu", "eskiden meyve sebze hali olarak kullanılan yerlerin restore edilmesine gerek olmadığı" "müzenin ne işe yarayacağı" gibi şikayetlerde bulunmuşlardı. 2004te neredeyse seçimleri kaybediyordu. aradan 23 sene geçti eskişehir anadolunun bozkırında bir turizm şehri oldu. -her ne kadar kendisinden hoşlanmasam da- yılmaz özdil'in eskişehiri özetleyen bir yazısı

    konuyu yerebatan sarnıcına bağlayacak olursam; istanbul'da metro, restorasyon, müze, altyapı ve öğrenci/gençlere destek faaliyetleri ön planda. tıpkı eskişehirin 2000lerin başındaki hali gibi.ancak istanbulun toparlanması eskişehirden çok daha uzun zaman alacaktır. bu tarz projeler bana istanbul hakkında ümit veriyor. umarım yeterince sabırlı olabiliriz.

  • " çeşitli sanat disiplinlerinde üretici olarak kendini ispatlamış kişilerin, ortaya koyabilecek çokça değeri olmasına rağmen yaratmamayı tercih etmesi" olarak tanımlanabilir. "zirvede bırakmak" bu hastalık tablosu için yeterince uygun bir tanım değildir. ismini, herman melville/kâtip bartleby adlı eserinin başkahramanından alır.

  • 80 desibelin altındaki seslere düzenli olarak maruz kalmak kulaklarımıza fiziksel olarak zarar vermez ancak beynimiz ve bedenimiz üzerinde uzun vadeli etkileri olabilir.

    trafik ve uçak gürültüsü, konsantrasyon eksikliği, öğrenme güçlüğü, hafızaya sorunlarına ek olarak kardiyovasküler hastalık riskinin artmasıyla ilişkilendirilmiştir. bir çalışma trafik gürültüsündeki her 10 desibellik artışın koroner kalp hastalığı riskini yüzde 8 arttığı sonucuna ulaşmıştır.

    komşunuzun çıkardığı gürültüler gibi gürültü türlerinin sağlığı nasıl etkilediği hakkında çok daha az şey bilinmektedir ancak çok katlı konutlarda yaşayan yaklaşık 4.000 danimarkalı yetişkin üzerinde yapılan 2019 tarihli bir araştırma, komşuların gürültüsünden rahatsız olduklarını bildiren kişilerde anksiyete, baş ağrısı, uykusuzluk, depresyon ve benzeri sorunların görülme olasılığının daha yüksek olduğu sonucuna ulaşmıştır.

    (komşumuzun çıkardığı) gürültü bizi uyandıracak kadar yüksek olmasa bile uyku kalitemizi düşürebilir ve kalitesiz uyku sonucu ruh halimizi bozabilir, konsantrasyon problemlerine neden olabilir ve vücudumuzun strese karşı tepkilerini tetikleyerek uzun vadeli zararlara yol açabilir.

    bununla birlikte, hollanda'daki araştırmacılar, komşu kaynaklı gürültünün eklem ağrısı, yorgunluk ve kardiyovasküler hastalık insidansının artışı ile (insidans: bir hastaligin 100000 kisi içinde görülme olasılığı) ilişkili olduğunu gördüler.

    ezcümle; gürültücü bir komşunuz var ise imkanınız varsa taşının ya da komşunuzu uyarın.

    kaynak: science focus
    _
    konuya bir de kişisel yorum: komşunuzun gürültüsünden önce ses ayarı asla sağlık kuruluşları tavsiyesine, diyanet işleri başkanlığı ve belediye gürültü yönetmeliğine uygun olmayan hoparlör ile ezan okunması problemine de değinmek gerekiyor. (bkz: #119167375)

    ek olarak komşunuzu uyarırken öldürülme riskiniz olduğunu da maalesef belirtmek zorundayım. ülke enteresan bir süreç içerisindeyken önce kendinizi koruyacak şekilde davranın. komşunuzun laftan anlamayacak biri olduğunu düşünüyorsanız taşınmak için imkân yaratmaya çalışın.

  • ailece yemek yiyorsunuz... ya da belki de cancişlerinizle... besinler bünyeye girdikçe huzur doluyor alyuvarlar, akyuvarlar... o sırada ortamın umumiyetle hakimi olan şahıs o ölümcül geyiği açıyor: "şu yemeği dışarda yeseydik en az x milyondu"...

    bir başkası onaylıyor: "x milyon mu? ne x milyonu, en az y milyon..."

    ve öldürücü vuruş geliyor - eğer söz konusu geyiğin aktığı mecra ailemizle yediğimiz bir yemek ise bu vuruşu yapan kişi genelde annedir- :

    "bu kadar da temiz olmazdı..."

    yancı onaylaması (hala/dayı/teyze/kardeş/canciş): "kim bilir nasıl yapıyorlar, bilemiyorsun ki kirli mi temiz mi... gözümüzle gördük, elimizle yaptık en güzeli böyle evde yemek..."

  • - yemek esnasında daha yemeğin tadına bakmadan, yemeğe tuz katıyorsun, bu önyargılı olduğunu gösterir.

    - hayır, bu tarz ortak yemek mekanlarında az tuzlu yiyebilecek insanlar düşünülüp, yemekler genelde çok az tuzlu veya tuzsuz yapılır, bense kendime göre daha tuzlu yediğimden içine hemen tuz atarım, bu da benim geçmiş tecrübelerimden iyi ders çıkardığımı gösterir.

  • evet kamuoyu olarak bu durumu çok takdir ettik biz.

    sizin paranızla ekilen ağaç oksijen üretmez lan. bütün gün karbondioksit üretir o ağaç, hayır gelmez yani o ağaçtan.

    temayı tekrar takdir edelim o halde madem bizim takdirimize sunmuş.

  • ağlanabilir..

    anne ve babamın yokluğunda ev telefonumuza dadanan sapık bir abi vardı.. abi diyorum, çünkü bir süre sonra kaynaştık, benimsedik birbirmizi..

    aslında ben normalde de çok konuştuğumdan o gün aradığı ilk zaman da vıdı vıdı konuşup onun geçtiği kadar dalga geçip, beklediği eğlenceyi ona vermiştim.. hani normal insanlara çemkirmek ayıptı, ama bu telefon sapığı olduğu için atış serbestti; tersliyordun ve ayıp olmuyordu falan, bu o zaman çok eğlenceli gelmişti.. bak bu arada sonradan niyeyse yufkalaştım ben, yüreğime kelebek kondu derler di mi; birini bile bile tersleyince, dalga geçince bi utanıyorum kendimden, rahatsız oluyorum.. neyse, başka başka, türlü şaklabanlık yaptım: sapık abimize şarkı söyledim (o dönem bende de bilmediğim bir sürü numarayı arayıp şarkı söyleme sapıklığı vardı), şiir okudum*.. e aptal da bir abi olmadığı için saatlerce telefonda şebeklik yapan bu çocuğun anne babasının evde olmadığını anladı bizimki.. başladı o da eğlenmeye.. onun eğlencesi hiç öyle şarkı söylemek ve şiir okumak gibi değildi ama.. "kapıyı çalıcam az sonra", "şimdi balkondayım" bilmem ne, haliyle korkuttu beni.. tabi ben korktukça eğlendi bizimki, o eğlendikçe de ben korktum.. sonra kendimi telefonda "sen beni korkutuyorsun, ben daha çocuğum, zaten annem babam evde yok, kimse beni sevmiyor böğğğğğğ" diye içli içli ağlarken buldum.. galiba sapık abi de şaşırdı bu tepkime "ağlama ya" falan dedikçe içlendim tabii ben, bir de küstüm sesli sesli.. abi iyice yumuşadı ama, "neden küsüyorsun, bak ne güzel konuşuyoruz, gelmicem ben, sana şaka yaptım" falan, üşenmedi dakikalarca susturmaya çalıştı beni..

    ağlamayayım küsmeyeyim diye, önce dakikada bir sürü kez aramaktan vazgeçti.. sonra da annemler gelene kadar ara ara "iyi misin, korkma bak aramayacağım öyle bir daha, iyi misin diye arıyorum, annenler de biraz sonra gelir" diye telkin verdi..
    en son, onlar yokken telefon sapığının dadandığını, çok korktuğumu, ağladığımı anlatınca çalan telefonu öfke ile açan babamı: "ayıp değil mi minicik kızı evde bırakıp gezmelere gidiyorsunuz, bu kızı evde tek bırakmayın korkuyor yazık.. ilgisiz aile" diye azarlamıştı da babam dumur olmuştu..

    canım benim ya..

  • bu öyle bir karakter ki insanın ağzını burnunu koparası geliyor. mesela o gün gündeme damga vuran bir olay yaşanmış olsun. internet tembeli konuyu iki saniye araştırıp öğrenmek yerine "merak ettiğim konu" diye entry giriyor.

    başka bir durumda özet geçilmesini bekliyor.

    daha başka bir durumda kendisine link atılmasını istiyor.

    internet tembeli tüm online insanları kendisine hizmet etmekle görevli emekçiler olarak görüyor. araştırma yapacak takati ve becerisi yok ama çocuksu salakça bir merakı var. her şey hemen ayağına serilsin istiyor. bir arama motoruna yazıp ilk üç seçenekten birini okumaya bile tahammül edemeyecek kadar bezgin olduğundan, biri onun yerine araştırsın konuyu irdelesin ona da ezberletsin istiyor.

    tam dayaklık.

    gerçek tembelden daha yüzsüz oluyor bir de bunlar. ben normal hayatımda tanımadığı insanların arasında ayağa kalkıp "bugün bir durum olmuş taksimde o konuyu bana bir özet geçin bakayım" diyen insan hiç görmedim. vapurda falan biri böyle saçmalasa aşağı atarlar adamı.

    popüler olana karşı sınırsız merak + cahil egosu + ölümüne tembellik + anonim olmanın konforu = internet tembeli