hesabın var mı? giriş yap

  • bazen yardığı kadar dumur eden de diyaloglardır.

    kahramanlarımız kreş öğrencileri olan erkan*, sinem* ve gökhan dır. erkan sinem i sevmekte yalnız sinem hanım hem erkan a hem de gökhan a pas atmaktadır. bir gün erkan ın kafası atar ve sinem i bir köşeye çekip konuşmaya başlar:

    e: sinem! ben seni seviyorum. o yüzden bi karar ver artık beni mi seviyorsun yoksa gökhan ı mı?
    s: ben seni seviyorum ama gökhan da beni çok güldürüyor. sen de beni gökhan kadar güldürsen seni daha çok severim.
    e: sineeem! ben sana aşığım diyorum, soytarıyım demiyorum!?..

    (bkz: mavi ekran)

  • insanların parasını verip izlediği bir platforma karışmaya cüret edebilecek leşlikte olan ve beş para etmez tipler tarafından yönetilen bir devlet kurumunun akıllara durgunluk verecek açıklaması. bir de hepsi rte ağzıyla konuşmuyorlar mı... 3 sene sonra hepinizin kökü kazınacak, rahat olun.

  • yav he he avrupada tamirci yok. adamlar üretiyor ama tamircisini yetiştiremiyor. allahın malları nası gerizekalı ya bu avrupalılar. senin ülken seni "vergi" adı altında sikmiyor ya da izlediği iğrenç ekonomik politikalar yüzünden paranın değeri çöp değil de "ıvrıpıdı timirci yık kıç kiri ıçıklıcız"

  • 15 temmuz gibi sıcak bir yaz gecesinde kalın deri montuyla...
    fotoşop yaptınız bari tshirt lü yapın dedirtmiştir.

  • debe eklemesi: bunu en başa alıyorum, rehberlik yaptığım topluluğa karşı nasıl konuştuğumu görebilirsiniz (ayrıca liman von sanders'in bize pahalıya patlayan hatalı savunma planını da öğrenebilirsiniz, dinlerseniz):
    https://youtu.be/1xurxfiaaey
    ayrıca destek olacaklar için şimdiden teşekkürü borç bilirim. sevgiler.

    tipik bir anksiyete. hemen her konuda olduğu gibi bu korku da çok büyük ölçüde ''zihin'' içinde bitiyor.

    konuşmaya başladığınız anda tüm bakışların ve gözlerin sizin üzerinizde olması gerçekten ilk başta epey kaygı verici bir durum olabiliyor. ''acaba yanlış bir şey mi söyleyeceğim'' kaygısı ve stresinden tutun da, o an için fiziki görüntünüze, hatta ellerinizi nereye, nasıl konumlandıracağınıza kadar tüm bünyenizi sarıyor bu kaygı.

    sözü çok uzatmadan, geçmişte ileri düzeyde anksiyete ile mücadele etmiş (ve hâlâ da eden, fakat mikrofonu alıp 200 kişinin önünde artık konuşma yapabilecek duruma gelmiş) biri olarak, bu korkunun üstesinden nasıl geleceğinize dair birkaç temel püf nokta söyleyip entryi sonlandıracağım.

    her alanda olduğu gibi burda da atlanmaması gereken çok önemli bir husus, yürümeyi öğrenmeden koşmaya kalkmamanız olacaktır... yani henüz emekleme aşamasında olan biri, önce yürümeyi öğrenmeli.

    bunu sosyal hayatımızdaki kesitlerden örneklerle daha da açalım: kalabalık bir ortamda bulunurken çok kaygılanıyor, elleriniz ayaklarınız titriyor, ter döküyorsanız, mümkünse o ortamda söz almayın. önce o tarz ortamlara kendinizi adapte etmeyi öğrenmeniz, başkalarının abartılacak insanlar olmadığını ve işler yapmadığını idrak etmeniz, onların da sizin gibi duyguları ve kaygıları olan insanlar olduğunu içselleştirmeniz gerekiyor.

    örneğin bir yerde toplu görüşme, toplantı, tanışma etkinliği vs olacak... önce adapte olmaya çalışın. sonra çok küçük sözler sarf etmeye başlayarak kendinizi tanıtın ve kendinizden bahsedin, ama çok uzatmayın. bunu, bir sonraki görüşme ve toplantılarda daha ileriye taşıyacak, daha uzun söz almaya başlayacaksınız. hatta söz almak için istekli olduğunuzu hissedeceksiniz.

    gelelim topluluk önünde konuşmaya. bu sefer herkesin oturduğu yan yana masa/sıralardan kalkıp kürsüye ya da sizi herkesin görebileceği geniş alana çıktınız, her ne ise. verebileceğim ilk tavsiye ve yapmanızı istediğim ilk şey, size o an bakan herkesle tek tek, sırasıyla göz teması kurmayın. mümkünse bir ya da en fazla birkaç kişi ile çerçevenizi sınırlandırın, eğer bu da sizi rahatsız ederse, sanki arka taraflarda birileriyle göz teması kuruyormuş gibi kimsenin olmadığı alanlara bakmaya başlayın. fark edeceksiniz ki ilk 3-4 dakikadan sonra yavaş yavaş bir rahatlama geliyor, kendinizi daha telaşsız bir şekilde anlatırken buluyorsunuz... sonra tekrar, ama yine abartmamak şartıyla ufak ufak göz teması kurmaya başlayabilirsiniz.

    ilk anların kontrolü çok önem arz ediyor. kaygı, her insanda vardır ve en istenmedik zamanlarda gelir. mühim olan, hemen pes etmemeniz ve kontrolü kaygıya teslim etmemenizdir.

    geçenlerde cüneyt özdemir'in çanakkale'ye gelip havadan-sudan konuştuğu youtube videosuna denk geldim. ilk 5 dakikasını izlerken, ''ulan bi tuhaflık var bu adamda'' diye düşündüm. her ne kadar yılların tecrübesi ile yansıtmamaya çalışsa da heyecan yapıyor, bakışlarını kaçırıyor, kelimeleri ve cümleleri toparlayamıyordu (çok basit cümle ve anlamsal hatalar yaptı ard arda, açıp bakabilirsiniz). videoyu izlemeye devam ettim, adam o ilk 5 dakikadan sonra rahatlamış ve daha akıcı konuşmaya başlamıştı. düşünün, yılların medya sunucusundan bahsediyorum.

    bugün aynı şey hâlâ benim de başıma geliyor. kordona çıkıp vlog videosu çekmeye kalktığımda üzerime üzerime gelen tüm o bakışlar kendimi sorgulamaya itiyor ''yanlış ya da ayıp bir şey mi yapıyorum, herkes bana bakıyor'' hissiyatıyla... kısa süre içinde bakışlara alışıyorum, ''siz bakmaya devam edin, ben anlatayım'' dürtüsüyle akıcılığı yakalıyorum.

    rehberlik edeceğim bir kafile gelirse de aynı şey oluyor, 100-150 kişinin çember yapıp ortalarına sizi alması tam bir ''er meydanı'' oluyor...

    burda bir avantajınız, mesela teknik bir konu anlatıyorsanız, sizi dinleyen kitlenin bu teknik konuyla ilgili bilgi sahibi olmaması, en azından sizin kadar bilgi sahibi olmamasıdır... yani ''yanlış bir şey söylersem rezil olur muyum'' kaygısına hiç kapılmayın. o yanlışlığı fark edecek idrakten yoksun oluyor ekseriyeti.

    neyse çok uzattım gene, öyle işte. üzerine gidin, konfor alanınızdan çıkın. konfor alanınızdan çıkmadıkça başaramazsınız.

  • her erkek aldatır diyenlere şöyle cevap veriyor kafka; “ kirli bir camdan bakıp herkesi ve her şeyi kirli sanıyorsunuz. bu yüzden bakış açınızı değiştirmeyi deneyin”

    debe editi: “senin dünyaya bakan penceren kirli ise, benim çiçeklerim sana çamur görünür.”
    -mevlânâ

  • atatürk'ü daha çok ararsınız. bu insanlar yarın öbür gün galip gelirse, irandaki gibi saçın açık diye dayak yerken atatürk'ü neden savunmadık diye daha çok vah edersiniz ama geç kalınmış olur her şey için.

    görsel

    işin ilginç yanı çiğdem hanım seçim fotoğrafı çektirmiş. erkeklerle yan yana koymak istemediler galiba.

    görsel

  • 1970li yıllarda opec’in petrol fiyatlarını arttırma kararı batı’nın gelişmiş sanayiye sahip ülkelerinde bir kriz yaratmıştı. kapitalizmin bu dönemdeki krizi yeni bir üretim modeline geçişi de tetiklemiş oldu. böylece fordizmin katı ilkelerinden uzaklaşmaya ve post-fordizm olarak adlandırılan üretim sistemine geçiş başlamıştı.

    fordizm sonrası üretim sistemlerindeki değişikliği tanımlar postfordizm. ancak üretim sisteminin bu yavaş yavaş yayılan yeni özellikleri değişen dünyayı, değerleri, yaşam biçimlerini de yeniden tanımlayacaktır.

    postfordist dönemin toplumsal değişimi, bauman'ın tabirini kullanırsak modernitenin katı aşamadan akışkan döneme geçişi sürecidir. post-fordizm ile post modernizmin özellikleri birbirine benzer. dayanıklı nesnelerin yerini gelip geçici, hızla tüketilen nesneler almıştır. dayanıklılık artık çekici olmaktan çıkmıştır, ‘’hantallık ve büyüklük artık birer külfettir’’. hareket halinde olma, hafiflik, hız, kısa vade, belirsizlikler, güvencesizlik, kırılganlık ön plandadır (bauman). baudrillard’ın dediği gibi "geçmiş uygarlıkların tümünde dayanıklı nesneler, araçlar veya binalar kuşaklarca insandan daha uzun yaşamışken, bugün onların doğmasını, gelişmesini ve ölmesini izleyen bizleriz". planlı eskime politikası bu dönemde uygulanmaya başlanmıştır. çünkü artık dayanıklı ev aletlerinin dayanıklı olmaması gerekmektedir.