hesabın var mı? giriş yap

  • diğer büyük kedilerle karıştırıldığı için yaptığı iş büyük şaşkınlıkla karşılanan jaguar.

    jaguarlar dört büyük kediden biridir ancak karakteristik özellikleri ile diğer kedilerden çok farklıdır. öncelikle avını uzun veya kısa mesafeden kovalamaz. çok sık yağmur ormanlarında yaşamasından ve üstün kamuflaj yeteneğinden ötürü pusuya yatar ve tek sıçramayla avını yakalar. zaten jaguar kelime anlamı itibariyle avını tek sıçramayla yakalayan demektir.

    ayrıca büyük küçük fark etmeksizin diğer kedilerin hiçbiri gibi avının boğazına da sarılmaz. jaguar tüm hayvanlar arasında, kafatası büyüklüğüne oranla en yüksek güç uygulayabilen ikinci hayvandır.(birincisi benekli sırtlandır) bu yeteneğinden faydalanarak avının kulaklarının hemen üzerinden ısırarak kafa tasını kırar.

    son olarak, o gördüğünüz timsah, belgesellerde izlediğiniz nil timsahı değildir. zaten nil timsahı jaguarın yaşadığı coğrafya olan amerika'da da bulunmaz. o gördüğünüz caimandir. ağırlığı ortalama 70 kg olup, ağırlığı 140 kg'ye çıkabilen jaguar için standart avlardan biridir.

    avlanma sahnesi değerli ve ender görülen bir sahnedir çünkü jaguar çok iyi kamufle olan bir kedi olduğundan ve yaşadığı ormanlarda çok sık bir bitki örtüsü olduğundan, jaguar avına ender rastlanmaktadır. bu yüzden aslanlar, çitalar veya leoparlar gibi yüzlerce belgeseli bulunmaz. ana konusu jaguar olan zannedersem 4 belgesel var. bu da o belgesellerden biri olan 'der jaguar - das phantom des dschungels' belgeselinden bir kesittir.

  • iyi günler diyerek sınıftan çıkan bir centilmenin kavgasıdır.

    en kötü kavganız bu olsun gençler.

  • bir düzeneğin anlayabilip anlayabilemeyeceği sorununu inceleyen düşünce deneyi. aslında sorun bir düzeneğin "anlayabilmesi" olarak değil de, bir "zihin" sahibi olması şeklinde ifade edilirse daha doğru olur. zira anlamak demek, (kişi kendinden bilir ki) düşünmek demektir, zihin demektir, ve (yine kişi kendinden bilir ki) zihin "nesne"mize ait olmaktan çok, "içimizde" var olan bir şeydir. bir düzeneğin zihin sahibi olmasını kabullenmek insanın sağduyusuna aykırıdır, çünkü düzeneği oluşturan alt parçaları bilmekteyizdir, bunlar nesnelerdir, yani düzenek de nesnedir. düzeneğin zihin sahibi olmasını kabullenmek masanın sandalyenin, taşın, ağacın da zihin sahibi olduğunu kabullenmek anlamına gelir.

    bilim giderek insan vücudunun işleyişini daha çok ortaya çıkarıyor, ve görüyoruz ki insan vücudu da bir nesnedir. ve bu nesne zihin sahibidir. insanın zihin sahibi olduğunu kabul edip insanla aynı işlevleri gerçekleştirebilen başka bir nesnenin zihin sahibi olmadığını iddia etmek, insan zihnini diğer nesnelerden ayıran "nesne olmayan" bir etkiyi kabullenmek olacaktır. şunu açıkça ifade etmek gerekir ki, masanın kendi maruz kaldığı ve tepki verebildiği etkiler alemi uyarınca bir zihin sahibi olduğunu kabul etmek, insanın nesne olmayan "ruhani" etki sayesinde, yani "ruh" aracılığıyla bir zihin sahibi olduğunu kabul etmekten çok daha bilimseldir.

    insan olmayan nesnelerin ve düzeneklerin zihin sahibi olacağını kabul edersek eğer, birden çok insandan oluşan düzeneklerin, insanlar ve başka nesnelerden oluşan düzeneklerin, yani insanın alt parçası olduğu üst sistemlerin de zihinleri olduğunu kabul etmemiz gerekecektir.

    kural olarak diyebiliriz ki, dış etkileri algılayan ve bu etkilere depki veren her "şey" bu algı karar mekanizmasının içeriğinden oluşan bir "zihin" sahibir.

    çin odası düzeneğinin çinceyi anlamadığı doğrudur, çinceyi anlayabilmek için ülke, dil, toplum, kültür gibi karmaşık kavramların oluşabileceği insan zihni kadar zengin bir zihin gerekir. ancak çinceyi anlamamak hiç bir şeyi anlamamak demek değildir, bir "anlayış" sahibi olmamak demek değildir. çin odası, kartların etkileşimini belirleyen kuralları ve içindeki adamın kartlara yönelik "davranışlarını" içeren bir "zihin", bir kavrayış, bir "anlayış" sahibidir. ve benzer şekilde, (malesef bilimsellik adına iddia etmek zorundayım ki) iki arkadaştan oluşan bir arkadaş grubu, birlikte karar verip hareket ettikleri müddetçe iletişim kanallarını ve davranış alanlarını içeren, bu iki kişinin de zihninden bağımsız ve ayrı bir zihne sahiptir. ve hatta (yine iddia etmek zorundayım ki) bir insan tornavida ile duvardan vida sökmekte iken, insan, tornavida, vida ve hatta duvardaki yivlerden oluşan grubun, her parçasının davranış ve ilişkileri çerçevesince bir zihni vardır. ve hatta (yine iddia etmek zorundayım ki) vurduğumuz zaman kırılmaya karşı koyan bir taş, tekme algısı ile moleküler bağlarının etkileşimini içeren bir zihin sahibidir. bu zihinler alt zihinlerin işlevlerinden oluşur, ama alt zihinler üst zihnin kavrayışından, anlayışından haberdar değildir.

    çin odasının bir anlayışa sahip olabilirliğinin kabullenilmez oluşunun önemli bir nedeni de, sistemin alt zihinlerinden birinin insan oluşu, ve insanmerkezcil bakış açısı nedeniyle tüm sistemin bu insanın kavrayışına sahip olması beklentisidir. oysa ki her sistem kendi alt ve üst sistemleriyle entegrasyon halindedir ve her sistem kendi üst sistemiyle değerlendirildiğinde bir çin odasıdır. örneğin şu an bilgisayar başında ekşi sözlüğe yazı yazıyorum. yazı yazarken zihnimdeki kavramların birbirleriyle etkileştikleri karmaşık bir işleyiş vuku buluyor. bir "zihin" kavramını düşünürken çocukluk anılarımdan önümde duran bardağa kadar pek çok düşünceyi birbiriyle etkileştiriyorum. bu süreçte "bardak" kavramı kendi formasyonu dahilinde çeşitli davranışlar sergiliyor. bardak kavramı zihnimin bir ögesi, zihnimin içinde olduğu için onun "zihinsel" (sözüm ona ruhani) yapısını hissedebiliyorum. ama bardak kavramının ekşi sözlükten haberi yok. ekşi sözlük internet ortamında var olan bir sistem. elektronik aksamdan ve beş bin kadar insandan oluşuyor. ve benim bu bütünün işleyişinden haberim yok. evet, mantık yürüterek ve öğrenerek zihnimdeki "ekşi sözlük" kavramını geliştirebilirim ama bu sadece benim zihnimdeki bir kavramdır. çin odasındaki adamın çince anlamasının beklenemeyeceği gibi benden "fiber optik kablodan veri aktarımını" anlamam beklenemez. ekşi sözlük kendisine etki eden etkilere tepki verir, örneğin yazılım altyapısında ortaya çıkabilecek ihtiyaçlar için mikrosoftla anlaşmalar yapabilir. ancak ekşi sözlüğün, yaptığı bu hareketin de içinde bulunduğu ülke ekonomisi, ülke kültürü, ve hatta dünya ekonomisini ve kültürünü "anlaması" beklenemez.

    evren herbiri içi içe geçmiş çin odalarından oluşmaktadır ve her zihin sahibi "şey" kendi zihinsel varoluşunun yalnızlığına mahkumdur. insanlar, anlayışı ve zihni kendi tekellerinde varsayıyorlar ancak çin odası sorunu öz itibariyle sadece çin odasıyla yahut ilerde varolacak androidlerle ilgili bir sorun değil, her bir diğer birey için geçerli bir sorundur. arkadaşımızla aynı şeye bakıyoruz ama aynı şeyi görüp aynı şeyi mi hissediyoruz? neden bir androidin zihinsiz bir zombi olübileceğini düşünüyoruz da arkadaşımızın zihinsiz bir zombi olabileceğini düşünmüyoruz? çünkü insan sosyal bir hayvandır ve kendini diğer toplum üyeleriyle, bireylerle özdeşleştirmeye içgüdüsel olarak programlıdır. kendine benzeyenleri kendi gibi varsayar. sadece "kendine benzeyenler" tanımının kapsamı değişebilir. insan, bana küçükken "hayvanlar düşünmez" diye öğretenler gibi sadece insanları kendinden sayabilir, hayvanlar için "onların da canı var" diyerek hayvanları da kendinden sayabilir, zencilere her türlü zulmü hak görerek sadece beyazları, hatta sadece "beyaz, anglosakson, protestan"ları kendinden sayabilir. yahut tasavvufta olduğu gibi "nefs"i sınıflandırırken "nefs-i tabii" diyerek cansız nesneleri, "nefs-i nebati" diyerek bitkileri, "nefs-i hayvani" diyerek hayvanları, "nefs-i insani" diyerek insanları, nefs sahibi olmak hususunda özdeşleştire de bilir. tabi tasavvufta nefs-i insani'den sonra insan-ı kamilliğe doğru gidiliyor ama şahsıma soracak olursanız nefs-i insani'den sonra "nefs-i içtimai", yani toplumsal nefs gelmelidir. bu gün bilim adamları karınca topluluklarını topluluktan öte "süper organizma" adı altında inceler ve değerlendirirken nefs-i içtimai kavramı pek abes kaçmasa gerektir.

    ancak şundan eminim ki insanların, kabullendikleri çevredeki bireyler dışındaki varlıklarla özdeşleşmeleri, çin odasının kendince bir anlayış sahibi olmasını kabullenmeleri, nesnelerin zihin sahibi olabileceğini düşünebilmeleri uzak ihtimaldir. zira ekonomiye her zaman "bizden olmayan", zulme layık bir iş gücü gerekir. bu ekonomilerin ideolojileri, zaten sosyal içgüdüleri dolayısıyla kendilerine bir "bizden olanlar" sınırı çizmeye eğilimli insanlara, gelecekte de sınırın ne olduğunu anlatacaklardır. geçmişte zenciler sınırın dışındaydılar, bu gün üçüncü dünya insanları sınırın dışındadırlar, ve önümüzdeki yüzyıllarda, alım satım fiyatları belli, ticari birer eşya olarak pazar oluşturacak androidleri zor günler beklemektedir. "yoksa android içi boş bir zombi mi" tartışması geleceğin ideolojisinin bu gün yapılan alt yapı çalışmasıdır.

  • birçok kişi gibi benim de kuzey amerika kıtası'ndaki ilk durağım new york oldu.

    new york, belki de şehir plancısı olduğum için, bugüne kadar en çok merak ettiğim şehirlerden biriydi. bu nedenle, normalde yoğun programlar yapmayı sevmeme rağmen, new york'a ayrıcalık tanıyıp geziye ayırdığımız 8 günün tamamını bu şehirde geçirdik.

    new york grid iron planın bana göre en iyi uygulandığı örnektir ve bu sistemi gerçekten anlamak için new york'ta bulunmak gerekir diye düşünüyorum. bu sebeple bu şehri yaşamak yandan çok farklıyken, diğer bir yandan ise oldukça tanıdık. bunun sebebi ise popüler kültürün en önemli parçalarından olan birçok film ve diziye ev sahipliği yapmış ve yapıyor olmasıdır.

    new york'a ulaşım, thy'nin istanbul'dan kalkan doğrudan seferleriyle oldukça kolay. biletlerinizi önceden ayarlamanız durumunda 1000 ila 1500tl arasında değişen fiyatlara uçabilirsiniz. geçen kurban bayramı'nda gitmiş olmamıza rağmen kişi başı 1.500tl gibi oldukça uygun kabul edilebilecek bir fiyata biletlerimizi 3 ay öncesinden aldığımızı da belirteyim. new york-istanbul arası yolculuk, giderken yaklaşık 9,5 saat kadar sürerken bu süre dönüşte 8.5 saate düşüyor. tabi bu süreye yaşanması oldukça muhtemel rötarlar ve ülkeye giriş sırasındaki kontroller dahil değil. örnek vermek gerekirse new york john f. kennedy havalimanı'nda pasaport kontrolünden geçmemiz yaklaşık 1.5 saatlik bir sıra bekleme sonucunda gerçekleşmişti. planınızı yaparken bu süreleri de dikkate almanızda yarar var.

    seyehatinizi planlama aşamasında ikinci önemli nokta ise tabi ki konaklama. konaklama için benim tavsiyem, ev kiralamanız olacaktır. otel fiyatları ile kıyaslandığında ev kiralamak neredeyse size yarı yarıya tasarruf sağlayacaktır. evde kalmanın kendine has artıları olduğu gibi otele göre de bazı eksileri tabi ki var. ancak aradaki fiyat farkı düşünüldüğünde, niyetiniz de otelde keyif yapmak değil şehri gezmek ise kesinlikle ev kiralamanızı tavsiye ederim. kiralık ev bulmak için ise, dünya'da en çok kullanılan sitelerden biri olan airbnb.com'u kullanmanızda yarar var. kiralamayı düşündüğünüz ev ve sahibi hakkında yorumları dikkatlice okuduğunuz ve kendiniz hakkında bilgileri doğru bir şekilde verdiğiniz sürece herhangi bir problemle karşılaşacağınızı sanmıyorum. ayrıca bu site üzerinden yaptığımız rezervasyonla vize alırken de bir sorun yaşamadığımızı belirtmekte yarar var.

    eğer daha önceden aldığınız bir abd vizeniz yok ise (bkz: abd vizesi) sizin için en son aşama vize alma kısmı oluyor. bugüne kadar çeşitli ülkelerden 10'a yakın vize almış olmama rağmen aldığım en kolay vize olduğunu söyleyebilirim. hazırladığım evrakların hiçbirine ihtiyaç duymadan, sadece birkaç temel soru sonrasında "vizeniz onaylanmıştır" cevabı ile aldığımız bu vizeye başvuru için ihtiyaç duyacağınız bilgilerin neredeyse tamamı abd vizesi başlığı altında incelenmiş. abd'nin diğer schengen ülkeleri gibi kısıtlı değil, 10 yıllık turistik vize verdiğini de unutmayın.

    biletlerimizi aldık, kalacağımız yeri ayarladık ve son olarak vizemizi de cebimize attıktan sonra artık geriye yapacak tek şey gezinin keyfini çıkarmak kalıyor. böyle bir seyehat için aylarca sabah 9:00 akşam 18:00 çalıştığınız, para biriktirdiğiniz düşünülürse gezinizin her dakikasını verimli geçirmek için önceden bazı planlar yapmanızda yarar var. yazının devamında size yardımcı olacak bazı fikirler vermeye çalışacağım.

    gitmeden önce kesinlikle hava durumunu kontrol edin ve havanın kapalı veya yağmurlu olduğu zamanlarda müzeleri gezecek şekilde planınızı yapmaya çalışın. özellikle havanın en güzel olduğu günü central park'a ve -gitmeyi planlıyorsanız eğer- six flags'e ayırmaya çalışın. yine woodbury common'a gitmeyi planlıyorsunuz yağmursuz bir güne denk getirmekte yarar var.

    new york'ta yapmadan dönmemeniz gereken şeylerin başında broadway'in meşhur müzikallerinden birini izlemek geliyor. bu müzikaller için biletleri internetten almak yerine times square'de adı şimdi aklıma gelmeyen, o meşhur merdivenlerin altında bulunan şubeden almanız daha ekonomik olacaktır.

    onlarca müzenin bulunduğu bu şehirde metropolitan museum of art'a ayrı bir parantez açmak gerekir. müze gezmeyi sevmiyor olsanız bile bu müze için bir istisna yapıp en azından yarım gününüzü ayırmalısınız diye düşünüyorum. bunun haricinde frick collection, moma ve bunun gibi bir çok müze de görülmeyi hak ediyor.

    gelelim central park'a, bu park zihninizdeki yeşil alan konseptini yerle bir edecek seviyede. büyüklüğü, kullanımı, konumu her şeyiyle akıl almaz bir proje olduğunu söylemek lazım. eğer benim gibi alışveriş merakınız yoksa grubun kalanı outletlerde kendinden geçerken, siz de bu zamanı central park'ta koşuya veya yürüyüşe çıkarak geçirebilirsiniz. unutmadan, central park'ı gezmek için tam bir güne ihtiyacınız olduğunu da belirtmeliyim.

    daha anlatılacak o kadar çok şey var ki hepsini yazmak neredeyse mümkün değil. bu şehri tanımak için çin mahallesi, italyan mahallesi , brookyln, soho, wallstreet ve daha aklıma gelmeyen birçok bölgesi tek tek gezilmeli görülmeli diye düşünüyorum. bu nedenle değil 8 gün, 1 ay gezseniz bile hala aklınızda kalan şeyler olacaktır. defalarca gelmek isteyeceğiniz, tekrar tekrar aynı yerleri dolaşmaktan sıkılmayacağınız bir şehir new york. eğer bizim gibi kısıtlı zamanda maksimum verim almayı planlıyorsanız bu yazıdan çok daha fazlasını okumalı ve ciddi bir hazırlık yapmanızı tavsiye ederim.

    edit: aklıma gelmeyen yerin adı theatre development fund'muş, epistemofili'ye teşekkürler.

  • iddaa'da kazanmak için önerilen yöntemlerdir.

    dikkat her iki sistemde %100 çalışmaktadır. her iki sistem de kazancına kazanç katar.

    sistem 1: takımları, oranları felan takip etmeye gerek yok. iddaa bayii açıyorsun. gelsin paralar.

    sistem 2: kuponu yaptın. heyecan, adrenalin tavan yapmış. burada dur. kuponu yatırmak için gidiyorsun ama yatırmadan geri geliyorsun. yatıracağın miktar cebinde kaldı.

  • 2 tane kanatlı kuşun sesleri elbet değildir.

    insanların araba park edişleri, yayalara saygı duyması, selamlaşması çöplerini kapılarının önüne koymamaları bazı detaylardır.

    işimiz kuşlara kaldıysa sabahları balata gelin amk martı sesinden geçilmiyor.