ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
gone with the wind
-
margreht mitchell'in attan düşmesi sonucu sıkıntıdan oturup yazdığı kitaptan uyarlanan film.
m.m zengin atlantalı bir aile kızıdır ve istirahat ederken böyle bir kitap yazmak aklına gelir hatta zenci dadısını karakter olarak kitaba koyar ve kitabı mgm'e yollar, önce cevap alamaz fakat mgm yöneticileri ile yüzyüze görüşmesi sonucu kitabı senaryolaştırma için ikna eder.
ve ortaya muhteşem bir film çıkar.
süleyman soylu'nun ismet inönü hakkındaki sözleri
-
abdülhamit e laf edenler hakkında soruşturma açılan ülkede cumhuriyetin ikinci cumhurbaşkanına laf atmak serbest. laf atanları toplasak inönü nün tırnağı etmezler
yumuşak g'nin gereksiz bir harf olması
-
yıllarca bu düşünceyi savundum. türkçecilerle çatıştım hatta konu hakkında dergilerde uzun yazılar yazdım.
gagavuzca'da modern diller arasında "ğ" sesinin olmadığı konusu ile iddialarımı delillendirmeye çalıştım.
ne işe yarıyordu aslında g sesi ile alakası olmadığı halde adına yumuşak g dedilen bu ses ya da sessiz? ne yapıyordu bu densiz?
kendinden önce gelen sesli harfi ikiletiyor ya da iki buçuk nefes uzatıyordu. peki biz de bunu yapsak olmaz mıydı?
mesela daaa, yazsak dağ yerine.
ya da yaaamur, yazsak.
aaaa, yazsak ağ yerine...
saaalık, yazsak sağlık yerine.
aaaalama yazsak ağlama yerine...
olmadı. yıllar sonra anladım ki "ğ" arap harflerinden vazgeçerken türk dilcileri tarafından bulunmuş en müthiş ses ya da sessizliktir. söylemekten çok yazmayla ilişkilidir. gagavuzca yerine anadolu türkçesi ile ilintilidir. orta asyadan getirtdiğimiz gırtlağın türküyle, deyişle harmanlanmış halini yazıya geçirirken sağlıklı geçirme biçimidir.
çölün hırıltılı sert gırtlağından yumuşak gırtlağa geçişin, dil evriminin kanıtıdır. kendinden önce gelen sesli harfi uzatmakla kalmaz hafifçe de keser. hiç bir zaman daaa ile dağ aynı yumuşaklık ve kesinlikte değildir mesela.
tom cruise ile david beckham'ın yatakta basılması
-
akp döneminde yaşanmıştır.
diyanet'in 2020 yılı bütçesinin 11.5 milyar olması
-
ulan camiye klimayı bile kendi aramızda para toplayıp alıyoruz, nereye gidiyor bu para amk.
dışarıdayken etraftan duyulan yaran diyaloglar
-
okulda bilgisayar labaratuvarında iki tane tiki kız yan yana oturmuş facebooklarını karıştırıyorlar.
- ayyyy bu kim be yaşlı?
- yok ya can o ya... var ya kıvırcık saçlı...
- allah allah... aaa bak biri daha o adam?
- aaa aaaaa... hesaplarını mı kırmış acabaaaa kendi resmini koymuş her yere
- ayyy bilmem ki benimkini kırmasın daaa
(bahsettikleri hrant dink'in resmidir)
atatürk tablosu için ağır hasarlı binaya tırmanmak
-
gereksiz , şov amaçlı , aptalca bir hareket
not: atatürkçüyüm
istanbul'da başlayan kölelik sistemi
-
pezevenge bak sanırsın roma'da yaşıyor.
zeki müren
-
çanakkale abidesi yapılırken 1958 yılında maddi imkansızlıklar sebebi ile yapımı'nın duracağı söylenmiş ve kampanya başlatılmıştır.
bunu duyan zeki müren, konserlerini hemen yarıda kesti. önce gazinolardan para toplamaya başladı. tüm sözleşmelerini iptal etti. türkiye’de turnelere çıktı, abide için konserler verdi. şehir şehir şarkılar söyledi. tüm parayı abide'nin inşaatına verdi.
bugün çanakkale şehitler abidesi varsa kim bilir kaç tuğlasında, kim bili ne kadar harcında zeki müren’in katkısı var.
kısacası; milliyetçilik ve ülke sevgisi öyle lafla olmuyor...ruhun şad olsun.
garanti bankası'nın 6.75 tl eft ücreti alması
-
bak bak bak
uluslararası process bağlamında para değilmişmiş.
garanti bankası çalışanlarına da, uluslarası standartlarda maaş ödüyor dimi?
o yüzden bizlerden euro bazlı etf ücret alıyor dimi .mınoğlu?
savunanı gondiklesinler dediğim ücrettir.
türkiye'nin girişine yazılması gereken söz
-
(bkz: olay yeri girilmez)
hoşlanan erkeğin adım atmama sebebi
-
beğenilen ancak daha tanışılmayan kız bazen bakarken bazen bakmıyorsa, hali ve tavırları tam anlaşılamıyorsa ve kız sürekli cep telefonu ile oynuyorsa erkekte haliyle adım atmaz.
rönesans
-
bu dönemin, hiçbir karşılık beklemeden ve sonsuz bir hevesle çabalayan, isimleri çok az duyulmuş gizli kahramanları vardı aslında.
tommaso parentucelli isimli bir rahip bunlardan biriydi. el yazması kitaplar satın alıyor ve bunları kopyalıyordu. üstelik geliri kısıtlıydı ve bunu yaparken de ciddi anlamda borçlanıyordu. ilerleyen yıllarda papa seçildi ve v. nicolaus ismini aldı ancak karakteri hiç değişmedi. bir müstensih ekibi kurdu. bu ekip ise, insanlığa fayda sağlayacağı kanaatine vardıkları kitapları kopyaladıktan sonra çoğaltıyordu. öldüğünde miras olarak, 9000 ciltten oluşan, herkese açık devasa bir arşiv bıraktı. bu mirasın ünlü parçalarından biri ise kuşkusuz niccolo perotti'ye latince çevirisi için 500 gulden verdiği pollybius'tu.
(bkz: https://archive.org/…s/bub_gb_ssig9-rahzuc/mode/2up)
venedik'te yaşayan aldo mannucci isimli, kendine ait basımevi olan yayımcı da bunlardan biriydi. onun sayesinde önemli ve faydalı olarak nitelendirilebilecek yunan yazarların eserleri ilk defa grek dilinde basıldı. ki bu eserler sayesinde bologna'da, ferrara'da, parugia'da, pavia'da ve zamanla avrupa'nın diğer şehirlerindeki üniversitelerde ücret karşılığında yunanca dersler veren yetkinlikte insanlar iş bulmaya başladılar. özellikle bologna şehri, sadece yunanca ile sınırlı kalmayıp; belagat, felsefe, astronomi gibi derslerin de verildiği şehir üniversitesine devlet gelirinin yarısını ayırıyordu.
andrea bongajo, avrupa'da avicenna olarak bilinen, ibn-i sina'nın yapıtlarını okuyabilmek, felsefesini anlamak ve elbette onun eserlerinin tercümesini yapabilmek için hiç üşenmeyip şam'a gitti. uzaktan başka bir dili öğrenmek, özellikle o dönemlerde çok zordu ve dile maruz kalmak şimdikinden daha önemliydi. şam'da yaşamaya başladı, onun eserlerini okudu, arapça ile yatıp kalktı ve nihayetinde ülkesine döndü. venedik hükümeti onun bu çabalarını karşılıksız bırakmadı ve ona padua'da görev verdi. ve onun sayesinde ibn-i sina'nın bilimi ve felsefesi italya üzerinden avrupa'ya yayılmaya başladı.
inanın bunlara benzer çok örnek var ama uzatmayacağım. zira bu öğrenme hevesi ve merakının örneklerle açıklanabilecek bir tarafı da yok bana kalırsa. birileri çıkmış ve durup dururken tarihle, edebiyatla, mimariyle, astronomiyle, müzikle ilgilenmeyi hayatlarının amacı haline dönüştürmüşler. fikir ile kalmayıp harekete geçmişler; yeri gelmiş tek başlarına, yeri gelmiş birkaç eş ve dostla sahaya çıkmışlar, köyleri, şehirleri gezmişler, yorulmak bilmemiş ve bunu da ciddi ciddi hiçbir karşılık beklemeden, inanılmaz zorlu şartlar ve imkanlarda yapmışlar.
akıl alır şey değil gerçekten.
kaynaklar:
- peter burke
- jacob burckhardt
4 dakika geç kalan gencin sınava alınmaması
-
bir kere taviz verilirse 5 dakika, 6 dakika diye uzar gider. hayatta talihsizlikler olur. geç kalan kişi kabullenip yoluna devam etmeli.