hesabın var mı? giriş yap

  • bana yapılanları anlatayım:

    + 3-4 yaşlarındayken, gazoz ile gelen ablanın çiş diyerek zorla içirmesi.
    + yüksek bir duvardan kafa aşağı ablaca düşürülmek.
    + ailenin, japonluk derecesinde çekik gözlü tek ferdi olduğumdan, seni japonya'dan getirttik diyerek ablaca ağlatılmak.
    + yüklüğe çıkarıp üzerime yorganları yığmak.

  • daha önce john wick'in ilk 3 filmde öldürdüğü kişi sayısının 306 olduğunu şurada (#137251380) açıklamıştık. 3. film sonunda, mevzunun içinden çıkmaz bir hal almış olmasına dayanarak en çok kişiyi öldüreceği filmin 4. film olacağını tahmin ediyordum. beklediğim gibi de oldu.

    high table'dan yakasını kurtarmanın yolunu bulan ancak bugüne kadar yanında ya da karşısında olan tüm güçlerin, düşmanı olarak karşısında birleşmesine neden olan yeni bir düşmanı yenmesi gereken john wick, 4. filmde tam 140 kişiyi öldürüyor.

    101 dakikalık ilk filmde, ortalama her 72 saniyede 1 kişiyi öldüren john wick, ikinci filmde ortalama her 57 saniyede 1 kişiyi, üçüncü filmde ise ortalama her 83 saniyede 1 kişiyi öldürüyordu. dördüncü filmde ise ortalama her 80 saniyede 1 kişiyi öldürme başarısına ulaşıyor.

    keanu abimiz, yönetmen varsa ben de varım diyerek yeşil ışık yaksa da, beşinci film gelir mi gelmez mi bilinmez. john wick filmleri özelinde, şimdilik hesabı kapatmanın vakti gelmiş demektir.

    4 filmde john wick'in öldürdüğü toplam kişi sayısı 446 olmuştur. john wick, 7 haziran 2024'de yayınlanması beklenen ve "olsa yedek" dediğimiz ana de armas'ın da başrolünde olduğu ballerina (imdb) filminde temizliğe devam edecektir. film yayınlandıktan sonra hesabı tekrar kontrol etmek üzere görüşürüz...

    kaynak: screenrant

    not: bu entry'nin kaynağında ilk filmdeki öldürülen kişi sayısı 77 olarak alınmıştır. hesaplamalar da buna göre yapılmıştır. ben, ilk entry'deki kaynaktaki veri olan 84 ile hesaplamaları düzelttim.

  • her yemege sarap girmez. sanilanin aksine, yanlis ve orantisiz kullanimda sarap cogu zaman yemegin tadini bozabilir.
    sarap hicbir zaman eti yumusatmaz. aksine diri tutar. o yuzden etlerin terbiye edilmesi sirasinda, sarap kullanilmaz.
    sut ile terbiye edilen etlerde sarap kullanilmasi pek tavsiye edilmez.

    kirmizi etlerde sarap kullanimi;

    izgara etlerde sarap kullanilmaz. izgarada pisen etlerin lezzeti, zaten kendi suyu ile pismesinden kaynaklanir. etimiz pistikten sonra, icerisinde sarap bulunan soslar kullanabiliriz.
    tava yemeklerde, genellikle sarap kullanilir. cok sarap koymak demek; yemegin tadinin daha iyi olacagi anlamina gelmez. aksine; yemegi mahvedebilirsiniz. yemeklerde kirmizi sarap kullanimi cok hassas bir denge. az koyarsaniz pek fark etmez ama cok koyarsaniz inanin bir facia olabilir.

    filambe tarzi pisirdiginiz yemeklerde, mutlaka kirmizi sarap kullanmalisiniz. konyak ile alevlendirdiginiz tava dan konyak kokusunu cikarmanin en iyi yolu kirmizi saraptir. sarabi her zaman en sona birakin. ilk basta sarap kullanirsaniz; kokusu ve aromasi kaybolur.

    beyaz etlerde sarap kullanimi;

    beyaz sarap, kirmizi sarap kadar hassas bir konu degil. sek ve kuru sarap tercih etmeniz gerekli. yine izgara pisirilecek etlerde sarap kullanimi tavsiye edilmez. en fazla servis edeceginiz sosun icinde bir miktar sarap olmasi makul.
    tava yemeklerinde beyaz sarabi doya doya kullanabilirsiniz. kirmizi sarabin aksine beyaz sarabi etler piserken kullanmak da bir sakinca yok.
    guvecler de ve tavada pisen deniz urunlerinde beyaz sarap mutlaka kullanilmali ozellikle karides/istagoz vs.
    beyaz sarap buglamalarda cok guzel olur. lagos buglama sarap olmazsa, olmaz bir lezzet.

    makarnalarda sarap kullanimi;

    beyaz soslu her turlu makarnada beyaz sarap kullanabilirsiniz. linguini/tortellini gibi makarnalarin soslarinda guzel gider.
    kirmizi soslu makarnalara sarap karistirilmaz.

  • - bes yil sonra kendinizi nerede goruyorsunuz?
    - 5 yıl sonrayı inanın bilmiyorum,ama 5 milyar yıl sonra gunes sistemi, andromeda galaksisi icine cekilerek yok olucak, dunyadan geriye sadece bir gaz, toz ve gazete kagidi bulutu kalacak. şimdi sizi, 5 dakikalığına da olsa, yaptığımız bu mülakatın anlamsızlığı, komikliği ve gündelik dertlerimizin zavallığı üzerine düşünmeye davet ediyorum. otherwise i' ll release the cobra.

  • çalıştığım yerde mutfak işlerine bakan bir ablamız var. yaklaşık 14 yıldan beri site içerisinde bir dairede kirada oturuyor. kirası geçtiğimiz eylülde 4.500 tl'den 7.500'e çıkmış. kendi söylemine göre mevcut sitede 20 binden aşağıya kira yokmuş.

    ev sahibi yaşlı bir çiftmiş. adam pandemi döneminde eşinin işsiz kalmasından dolayı 1 yıl zam yapmamış.

    gelelim meseleye...

    adam evini satmak istiyormuş. durumu anlatmış bunlara. bunlar da yokuş yapıyorlar çıkmamak için. evi almaya gelenler evi bu haliyle değil, uğraşmamak için kiracısız almak istiyorlar. dahası 16 yıllık kiracılık döneminde evi bırak boyatmayı, çivi bile çakmıyorlar. eve gelen alıcılar yaklaşık 300 binlik tadilat ücretini fiyattan düşmek istiyorlar.

    bu sabah ev sahibi adam arayıp rica minnet etti bu arsız köpeklere lütfen çıkın çok zor durumlar yaşıyorum diye. kadının girdiği halleri görmeniz lazım. burnundan kıl aldırmıyor! sonra kocasını aradı. kocası da dur sen bak ben napıyorum onlara dedi. kocası olacak ahlaksız da adamı arayıp çıkmak için 200 bin lira istemiş. adam da mecbur kabul etmiş. büyük sevinçle anlattı olayı ofistekilere. "nasıl ablacım iyi yaptık değil mi?" dedi bana. yaptığınız ahlaksızlık abla dedim. sapına kadar haksız olduğunuz bir davadan cebinize 200 bin lira koyacaksınız diye de ekledim.

    başladı işte ben şimdi taşınsam 20 bin taşınma, bilmem ne kadar depozito, bilmem kaç para kira falan...

    adamın sorunu değil ki bu sizin sorununuz ablacım. adam sadece sahip olduğu bir malı satmak istiyor ve başına gelenlere bak.

  • hiç tutmadığım buluş..kendi karıştırmaya başlarsa, kaşla göz arasında çayımı da içer bu ipne.

  • bugün 28 ocak 2010 ankara'da kar yağışı olayı ile bir arada düşünüldüğünde yalnızca dumur değil, sinir, stres, soğuk ve nihai son (başta ayaklar olmak üzere komple) uyuşukluk olarak başımdan geçti bi tane. böyle de iğrenç bir girişi olur entry'nin. utançla devam:

    aslında servise binmek üzere çıkmıştım evden. şoför, yollar kapandığından gecikeceğini ve zahmet olmazsa biraz yukarıda beklememi, bu yağışta aşağıya inemeyeceğini söyleyince tamam dedim, ağzımı da şu güzel ortamı da bozmayım diye mutlu mesut başladım yokuşu tırmanmaya. sanıyorum ki, ben gidene kadar servis de gelmiş olur, binerim hemencecik ısınırım. dayan yalnızlığım. çıktım baktım yollar felaket, trafik kilitlenmiş, servis mervis hak getire. bekledim biraz daha, aradım, kaza yapmış ama 10 dk 'ya geliyorum dedi. kafamda bu iki veriyi bağdaştıramadım. başımın çaresine bakayım, ne gelirse binip gideyim diye durağa doğru yürüdüm ya da süründüm. bu ikisinden biri, zira bilincim bulandı soğuktan. yıllarca görmediğim arkadaşlarıma gülümsemem bu yüzdendi ulu orta...

    başıboş bi otobüs geldi. üzerinde semt, gideceği yer filan yazmıyor: ego genel müdürlüğü yazıyor. kapılarını açtı bekliyor. normal olarak sordum: "abi, bu otobüs nereye gidiyor?" abim sinir yapmış, muhtemelen egosuna da, belediyesine de, karına da trafiğine de giydiriyor içinden. diyor ki bana:"arkadaşım, etrafına bi bak ne görüyosun?" (yıllarca görmediğim arkadaşlarımı?) "hiç bi tane otobüs gördün mü?" (sen varsın ya, yiğidim?) "sence bu yoldan otobüs iner mi?" (pas?) sıralıyor soruları. yahu tamam da sen nereye gidiyorsun? abi yalnızca gidemeyeceği yerlere odaklanmış inatla cevap vermiyor! nihayetinde, ben de allah'ın bi kuluyum der gibi "ben ring için geldim." lafını alabildik ağzından. ama bununla bitmedi tabii, ring de nerenin ringi? hangi yöne gidecek? abi düğmesine basmış gibi başa sarıyor: bu karda kışta ilerlemenin zorluklarından bahsediyor. baktım anlaşmanın imkanı yok, en azından ayaklarım ısınsın diye bindim otobüse. istisnasız her yolcu ile aynı diyalog yaşandı, otobüs nereye gidiyordu ve evrensel ahlak yasası var mıydı? ikincisini ben uydurmuş da olabilirim çünkü buzu çözülen ayaklarımın sızısı inanılmazdı. sessizce izledim ve doyurucu bir cevap alamamalarına rağmen otobüse binen insanlarımıza hayret ettim... insanları gerçeklerle yüzleştirmeye and içen belediye şoförünün hiç de spesifik sayılmayan "gidebildiğim yere kadar gideceğim..." cevabı üzerine hakkımızda denilebilirdi ki: (bkz: bindik bir alamete)

    - ulus'tan geçecek mi?
    - geçer diyemem.

    hayır öyle bi boyutta ki, şoför bizi çok alakasız bir yerde de bıraksa cümlesi belli: "ben size mutluluk vaadetmedim."

    sonunu bilmediğim bir yolculuğa çıkmayı hep istemiştim de, bu kadar da ucuz değildi be abi.

  • her an gidebilecek olduğu düşüncesi olmasa o mala mülke kazık çakabilse ali ağaoğlu'na katlanmaya devam edecek demek. kadın pisliğin teki.