hesabın var mı? giriş yap

  • ilk kez uçağa biniyorum, yapayalnızım, tırsmış bir haldeyim... gece, hava yağmurlu. yerime oturdum, babamdan mesaj geldi:

    balkondayım.

    olsun saçmaydı belki ama, babacığım balkonda benim uçakla tepelerinden geçmemi bekledi. romantik adam...

  • sadece uganda'da gerçekleşebilecek mucize olay. düşünsene, sunucu defalarca başarısız evlilikler yapmış ve boşanmış, gelecek vatandaşa kısmet arayacak.

    aslında mesaj da iyi, mesele evlenmek değil yiğen, evli kalabilmek.

  • muhtemelen bir süre sonra insanların beni arkadaş olarak silmesine neden olacak yorumlardır.

    "kimse anlamıyorki beni, anlayanda yanım da kalacak kadar sevmiyor beni. sorun bendemi acaba?"
    "muhtemelen. ilkokulu tekrar oku düzelir belki..."

  • dişi dondurma yerken yanına gidilir
    -yalayabilirmiyim
    -hayır
    - o zaman dondurmandan yaliyim.ehehe
    -çat*

    [başarı yüzdesi : %0]

  • evet teknik olarak anlamamız mümkün değil ama bizim de hissettiğimiz bazı şeyler var. kendi adıma konuşuyorum çünkü her erkeğin başına gelmez böyle bişey. (ulan sanki regl olmuş gibi konuştum) eski sevgilimde kansızlık vardı ve kan oranı normal bir insanda olması gereken kan miktarından çok çok düşüktü. hatta doktorlar sen nasıl yaşıyorsun bu kanla demişti ama genetik olduğu için çok da bir şey yapılamıyordu. kan iğneleri ilaçları da fayda etmemişti.

    tahmin edeceğiniz üzre bu durumdan dolayı o günler inanılmaz sancılı geçiyordu onun için. tabi o can çekişirken ben de aynı sancıyı çekmişcesine üzülüyordum. hatta bazen serum almak zorunda kalıyordu. damarlarım çekiliyor diye ağladığını çok kez hatırlıyorum. kadınlar bilir onun nasıl bir sancı olduğunu. üstelik olamıyor da metabolizma tamamen dağılıyordu o günlerde. bembeyaz surat, feri gitmiş gözler, buz gibi bir türlü ısınmayan eller. o elleri ısıtırken benim ellerim üşürdü. işte o zamanlar çok kez dedim keşke o acıyı onun yerine ben çeksem de o karşımda kıvranırken çaresizce beklemesem diye. evet acıyı vücudumda hissetmiyordum ama her ay o acıyı onunla birlikte çekip üzülüyordum. gerçekten insanın hayat standardının içine eden günler. kadın olmak sırf bu yüzden bile zor.

  • başlığı böyle açtığım için özür dilerim ama türkiye'de adalet bir süredir böyle yürüyor sanırım.

    olayla ilgili görüntünün de olduğu tweet'i buraya bırakıyorum, entry'nin devamında vaktinizi almamak için bu flood'u kopyala-yapıştır yapacağım:
    https://twitter.com/…k03/status/1105560973186908160

    --- spoiler ---

    27 aralık 2018 tarihinde ıraklı irfan jasim wali wali aşırı hızlı kullandığı range rover araç ile kırmızı ışıkta geçerek abime çarptı.

    abim 40 metre savrularak hayatını kaybetti

    abimin katilini bugün ilk duruşmada serbest bıraktılar

    olay günü emniyetteki ilk ifadesinde babamın karşısında bacak bacak üstüne atıp telefonuyla oynamış ve hiçbir pişmanlık emaresi göstermemiş

    polisin “bu ne rahatlık” uyarısına “beni çıkartmak için bekleyen kaç avukat var biliyor musunuz”demiş

    bugün duruşma çıkışında abimin katilinin beraberindeki 40 kişi bana ve aileme saldırdılar.

    annem ve ablam saldırgan grubun arasında kaldı.

    benim yakama yapıştılar, babama ise ‘yumruk’ attılar.

    abim 30 yaşında bu insan müsveddesi tarafından öldürülmüşken, bugün mahkeme tarafından salıverilmesini ne ben ne de ailem kabul edemiyoruz

    bu yüzden buradan sesimizi duyurmak istedik

    siz de lütfen #süleymanöztürkünkatilitutuklansın yazarak sesimizi duyurmamıza yardımcı olun

    --- spoiler ---

    ben yorum yapamadım, konuyla ilgili bilgim de bu kadar:

    bugün ilk duruşma olmuş, yeşil ışıkta karşıya geçerken öldürülen kişinin ailesi normal bir şekilde duruşmaya gitmişler. katil ise kalabalık gelmiş ve aileye saldırmışlar. baba yumruk yemiş. darp raporlarını alıp şikayetçi olmuşlar. ıraklı katil şu an serbest.

    edit 1: yazmayı unutmuşum, çarpma olayının kamera görüntüleri var. duruşmada sunulmuş.

    edit 2: katilin şu an yurt dışına çıkma yasağı var. yarın serbest bırakılmasına itiraz edilecekmiş. o yüzden kamuoyu oluşturmak önemli.

    edit 3: bir yazar hangi mahkeme diye sormuş, buraya da yazayım; gaziosmanpaşa 15. asliye ceza mahkemesi 2019/95 esas numaralı dosya.

    edit 4: 28 mayıs’ta, saat 10'da 2. duruşma olacakmış.

    *merak edilen bir konu varsa sorabilirsiniz, bilgi alabildiğim kadarıyla burayı edit'leyeceğim.

  • benim kuzenler evlenmeye başladığında ben bacak kadar çocuktum. onun için hayatımda hiç ''olm kuzenle yarıldık gülmekten'', ''yine geçen yaz kuzenle...'' gibi hikayelerim olmadı, ağzımı yaydıra yaydıra ''kanka vuar yaa kuzeen bana bir karıa yuapmışş...'' gibisinden cümleler kuramadım. benim akranım iki tane kuzenim varsa da, bir tanesi müslüm gürses konserinde üstünü başını yırtıp kendini jiletleyen bir tip. diğeri de, denizli'de yaşayan kendi halinde, eline yareni versen ''gavurmalaa geynesın e-heyyy'' diye çalar, vermezsen ''nerde acep benim yarenim gaari'' demez, öyle mazbut gocıman bir çocuktur. yani öyle kuzenle ortamlara akalım gibi bir durumum olmadı hiç.

    tabi bu evlenen kuzenlerin ilk geceden itibaren icraata geçmesi ile bizim hanede elektrik, su, telefon faturasının yanına sabit gider kalemi olarak küçük altın da eklenmeye başladı ki, artık babam ''söyle yeğenlerine kunnamasınlar artık! şerefsizim boşarım seni'' diyerek annemi tehdit etmeye başlamış hale gelmişti. e haliyle annem de yeğenlerine gidip ''az düzüşün enişteniz kızıyor bak'' diyemediği için bunlar çılgınca üremeye devam etti. misal bayramlarda bizim antre lc waikiki nin ayakkabı reyonu gibi olurdu, her aile ferdi sırtına dört tane çocuk alma ile mükellefti.

    zaman ilerleyip geneli mütaasıp bir hayat süren kuzenlerimin çocukları büyüdükçe interneti kullanmaya başladı ve sülalenin batıya bakan ender yüzlerinden birisi olarak beni pek bi sevdikleri için internet faaliyetlerine beni de ortak etmeye başladılar. her gün facebook'tan onlarca arkadaş ekleme talebi geliyor, ben liseden berru'dur, eski işyerinden nihan'dır heyecanı ile açtıkça; safinaz ablamın 2 ve 4, ömer abimin 1 ve 3 numaralı çocuklarını arkadaş listeme ekleyip kendi içimde klanımı kurmaya başlıyorum. bazen bakıyorum bizim sabinin arkadaş durumu ne diye, listesinde 35 tane arkadaşı görünüyorsa bunların 22 tanesi mutual friend yani yaşları 13 ila 18 arasında değişen diğer yeğenler.

    ulan bir bakıyorum içinde onlarca şirinlerin olduğu fotoğrafta şirin baba olmuşum. bir bakıyorum leğenin içine yerleştirilmiş bebeklerin en çirkini olmuşum. profilime giriyorum bir bakmışım jelibonlar sıraya dizilmiş, ben en öndeki mor ayıcık. düşünmüyor da eşşoleşşekler ''-bu adamın yaşındayken babamızın dört tane bebesi vardı, ne hakkımız var bu herifi bekar kaldı diye maymun etmeye?'' diye. birisi görecek de rezil olacam diye günde yirmi kere sayfamı kontrol ediyorum yeminlen.

    kaç kere tehdit ettim sıpaları yine de beni çok sevdiklerini öne sürerek ısrarla yapıyorlar. alın şimdi de fıstık yeşili civciv olmuşum mınısikiim.

  • her detayına bakmak lazım.

    kutudan başla mesela. herşey birebir aynısı mı?(bazen jelatin olmasa da parfümde sorun olmuyor)

    sonra şişe tamamen aynı mı? şişe sahte ise mutlaka kaliteden veya bir detaydan ele veriyor kendini. ya kapak plastiği dandik oluyor ya üzerindeki etiket kalitesiz oluyor ya şişe soluk oluyor ya ifadelerde eksiklik oluyor.

    bazen eski orjinal şişelere dolum yapıyorlar. o zaman iş kokuya kalıyor. kokusu eğer orjinalini daha önce kullandıysanız kesinlikle farklı oluyor. o yapay ve burun direğini sızlatan koku kendini belli eder.

    ayrıca en önemli şeylerden birisi https://m.checkcosmetic.net/ tarzı parfum kodunu sorgulatabileceğiniz siteler. bazen parfüm herşeyiyle orjinal olsa da 5-10 yıllık oluyor. 3 yıldan sonra koku ve rengi değişmeye başlıyor parfumun.

    bugüne kadar birçok kez online olarak hepsiburada dan alışveriş yaptım. yukarıdaki saydıklarım problemlerin çıktığı onlarca parfümü iade ettim, sebebini açıklamaya yazdım, sorun çıkarmadılar.

    parfüm alacaklara benden tavsiye olsun.

  • heidegger, die frage nach dem ding** adlı eserinde bu lafı son derece farklı ve orijinal bir biçimde yorumlamaktadır. kapıda asılı duran yazı şunu söylemektedir: ageometretos medeis eisito!. yani, matematiksel olanı kavramamış olan giremez. matematiksel olanı kavramış olmak neyi kavramış olmaktır peki?

    düşünürümüz, bu sorunun yanıtını verirken de, pek çok soruyu yanıtlarken olduğu gibi eski yunan'a gidiyor ve sözcüklerin kökenine inmeyi* tercih ediyor. öncelikle, kendi duruşunu açık kılmak amacıyla, modern bilimle antik/ortaçağ bilimi arasındaki farkı birinin olgusal, diğerinin kavramsal olması ile açıklayan bakış açısına karşı olduğunu belirtiyor. diyor ki, kendi meşrebince antik/ortaçağ bilimi ne denli olgusallığı baz almışsa, modern bilim de kavramları temel almaktadır. kavramlardan kurtulma ve salt olgusallığa yaslanma idealini tavana vurduran pozitivistler haricinde, bu iki bilim pratiğini birbirlerinden ayırdetmemize olanak sağlayacak büyük bir farktan bahseden de yok gibidir. farklılığa neden olan temel unsur, yunanlılar'ın matematiğe atfetmiş oldukları anlamın modern biliminkinden başka olmasında aranmalıdır.

    eski yunan'da ta mathemata öğrenilebilir ya da öğretilebilir olan anlamlarına gelmektedir. manthanein sözcüğü öğrenmek, mathesis sözcüğü ise çalışma (öğrenme) ve öğreti anlamlarında kullanılmaktadır. heidegger'e göre grekler, öğrenme ve öğretmenin temelde bir ve aynı şey olduğunu kavramış olan insan topluluğunu meydana getirmektedirler. socrates iyi bir öğretmendir, zira öğretmesi esnasında en iyi öğrenen odur. iyi bir öğretmen öğrenciden, daha iyi öğrenmesi ve öğrenmeyi daha sahih bir tavırla arzuluyor olması bakımından ayrılır. tuhaf olan şudur ki, ta mathemata, halihazırda biliyor olduğumuz şeylere karşılık gelmektedir. zaten biliyor olduğumuz şeyi öğrenmeye, bilmeye çalışmak anlamlı mıdır? heidegger, bu soruya karşılık eski yunan'ın "evet" cevabını vermiş olduğunu düşünür.

    matematiksel olan, yani öğrenilebilir olan sayılardır. biz bugün matematiksel olanın özünde sayıları görmeye meyilliyizdir. ama eski yunanlı sayıları matematiksel olan olarak kavramaya yatkındır. yani sayılar matematikseldir*; bu anlamda da zaten biliniyorken öğrenilebilir olmaya devam ederler. gözlemlenebilir dünyada yeralan hiçbir varlık, bize üçün ne olduğu hakkında bir fikir veremez.

    zaten biliniyor olanın öğrenilmesine yönelik heveskarlık, bilindiği düşünülenin o bilgi çerçevesinde tüketilmiş olduğuna ilişkin inancın kapı dışarı edilmesi, doxanın devre dışı bırakılması anlamına gelmektedir. platon'un yapmaya çalıştığı, bugün bizim anladığımız anlamda belli bir alanın (geometrinin) bilgisine sahip insanları içeri buyur edip bu konuda fikri olmayanların suratına kapıyı kapatmak değil; iyi bildiği şeyleri bile tekrar tekrar gözden geçirmeye hazır olanları kanatları altına alacağını ifşa etmekten ibarettir. şeylere ilişkin bilginin tek bir netice verir türden, tüketilebilir bir bilgi olduğunu söylemek, sayısalın matematikselliğini görmezden gelip matematiğin sayısallığını vurgulamak anlamına gelir. bilgi-edinme, şeylerle karşılaşmanın yollarından biridir. bu karşılaşmanın sonuçlarını, karşılaşmayı yaşayan öznenin o anki koşullarından bağımsızmış gibi görüp de şeylerin kendilerine birer nitelik olarak atfedenlerin dünyası eninde sonunda tükenmeye yüz tutacak bir doksalar dünyası olmaya yazgılıdır. düşünce bilineni öğrenmeyi öğrendikçe yaratıcılık devreye girecek, insanın dünyada oluşu daha renkli ve anlamlı hale gelecektir. böyle olmasa bile, zaten bilinene tutunmakta ısrar eden bir bağnazlığı sopayla dürtüp rahatsız etmekte hiç ama hiçbir sakınca yoktur.

    platon'un akademisinin kapısına asılı yazı kısaca şudur: "zaten bilenler dışarı, zaten bildiğini hala merak edenler içeri."

  • ogrencilerle yaptigi konusmalardan bir tanesinde, sayisiz odul ve basaridan sonra bile hayatinin en mutlu yillarinin zorunlu hizmetle mardin'de ve köyünde doktorluk yaptigi zaman oldugunu soylemistir.

  • gerçekten artık emin olduğum, kanı değil olgudur.

    yönetime bakıyorsunuz, hep en yüksek yerlerde kötüler varlar.

    iş hayatında; iş ahlakı olmayan, ciğeri beş para etmezler bütün iş kollarındalar. kibar ve nazik biriyseniz ancak bi yere kadar gelebiliyorsunuz. gerisi boş. hep birilerinin sırtına basarak ilerlemek zorundasınız.

    ilişkiler de aynı şey yine geçerli. nazik, kibar beyefendiyseniz, çok yüksek ihtimalle kaybeden tarafsınız. bozuk ağızlı, öküzden biri olduğunuzda şansınız çok daha yüksek.

    adalette aynı şekilde, hep kötüler kayırılıyor.

    ülkede iyi insanlar varsa da, hiçbiri etkin şekilde yüksekte değiller ve insanların genel mantalitesi de bu değil zaten. bu ülke her bakıma kötülerin ülkesi, en yakın zamanda gideceğim.