ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
cep telefonunun olmadığı zamanlardaki buluşmalar
-
bizim erhan odtü’de okuyor o dönem, ailesinin sefaköy’deki kullanılmayan evinde kalıyor istanbul’a geldiğinde. istiklal caddesi o tarih kitaplarında anlatılan levantenlerin, fötr şapkalı beylerin, şık hanımefendilerin olduğu kadar olmasa bile yine de güzel. her mevsim, her hava koşulunda cıvıl cıvıl. inanmayacaksınız belki, cadde-i kebir’ de sağlı sollu ağaçlar bile var !
istanbul’daki evde telefon olmadığından, biraz da sürtük olduğundan (sürtük burada çok gezen anlamında kullanılmıştır.) sömestr tatili başlamadan bir hafta önce arıyor erhan. önümüzdeki hafta neler yapacağımızı, nerede, hangi saatte buluşacağımız kararlaştırıp kapatıyoruz telefonu. cumartesi sabahı mavi eksprese binip öğlenden sonra haydarpaşa’da olacak oradan da karşıya geçip sefaköydeki eve gidecek. cumartesi günü de taksim sahnesinin üzerindeki sanatçılar kahvesinde buluşup yaptığımız planı uygulayacağız.
şans bu ya ! buluşma sabahı istanbul’da deli bir poyraz fırtınası var, hava tam bir facia. çok soğuk esiyor ve deli bir yağmur. aklı olanın sokağa çıkmaması gereken günlerden biri. sözleştik günler öncesinden diye yola çıkıp saatler öncesinden bostancı - taksim dolmuşuyla geçiyorum taksim’e.
akm’nin önünden koşarak sıraselviler’in başındaki taksim sahnesini önüne geliyorum, kahveye çıkan dar kapıyı zorluyorum ama kapı tepki vermiyor. kaldırımın ucuna gidip başımı yukarı kaldırıp kahveye bakıyorum, ışıklar yanmıyor. taksim sahnesinin kapısına yöneliyorum, içeri girip görevlinin “-bugün oyun yok, kahve açık olmaz” cevabıyla yıkılıyorum. buluşma planı yaparken hiç bu ihtimali göz önünde bulundurmamışız, b planımız yok. taksim sahnesinin girişinde buluşma saatine kadar beklerim diye düşünürken görevlinin toparlandığını görüp ikinci darbeyi yiyorum.
aranacak bir telefon, buluşacağımız bir yer yok. şey gibi kalıvermişiz taksimin ortasında. bu arada buluşma saatimiz yaklaşıyor ama erhan’dan bir işaret yok. sıraselviler’de saçak altlarında bir o tarafa, bir bu tarafa dolaşıp 5 dakikada bir kahvenin kapısına geliyorum. buluşma saatini yarım saat geçiyor artık it gibi titriyorum ve eve dönmeye karar veriyorum. taksim meydanına doğru giderken istiklal’in başına doğru yürümek aklıma geliyor. o yöne doğru koşar adım ilerliyorum fransız kültürün etrafına bakınıyorum ama erhan hala görünürde yok.
üşümenin de etkisiyle geri dönüp akm’ye, dolmuşlara doğru koşturmaya başlıyorum. bir iki ay önce yenilenmiş bayrak direklerinin yanına yaklaştığımda, bir direğin bayrak ipini sabitlemek için kullanılan demir aksam üzerinde marlboro kartonunun arkasına kırmızı rujla yazılmış bir yazı farkediyorum. direğin dibinde durup kartonu elime alıyorum. kartonda, “okan kahve kapalıydı, ceyda’yla dersaadette bekliyoruz.” yazıyor !!!
gibi (dizi)
-
daha önce de söylediğim gibi, hatta mark twain benden de daha önce söylediği gibi; mizahın kaynağı neşe değil kederdir, cennette mizah yapılmaz. söylenecek her şeyin söylendiği bu muhteşem yapıta söylenmesi gerekenlerden biri de şu ki; türü absürt değil kara mizahtır. yani çatışmasını direkt güldürü üzerine kurmayan, sizin başınıza gelse gülmeyeceğiniz ama aslında komik olan; komik çünkü anlamsız, çünkü saçma durumları irdeleyen, kurcalayan eserler. absürt nedir? uyumsuz. tabi böyle keskin sınırlar ve kalıplar sanat eserini doğrar, ama bir genelleme yapacak, bir tür belirtecek olursak böyledir. daha çok kara mizah diyelim hatta, sınırlar yumuşasın. yer yer absürte de çalabilir çünkü.
absürt nedir peki? uyumsuz. orada da çatışma yine direkt güldürü üstüne kurulmaz, (çatışmayı direkt güldürü üsten kuran sitcomdur, fenomen sinemasıdır, fetöcülerdir) uyumsuz durumların bir araya gelmesiyle oluşur. leyla ile mecnun da onun zirvesidir. döner satan, çay satan bakkal; iş arayan iyimser, ev hanımı taksici vs şeklinde özetlenebilir. genel olarak kavramsal biri olmasam da kavram kargaşası anlam kargaşasına dönüşünce müdahale etmek gerekir. gibi'deki karakterler c tipi yaşam süren, birbirleriyle ve başlarına gelenlerle uyumlu gibi gözüken ve bu c tipi yaşam standartları gereği saçmayı ve anlamsızı örtemeyen; şık elbiseler, lüks mekanlar, şatafatlı partilerle anlamlıymış gibi gözükemeyen, bundan sebep de ayan beyan anlamsızlıklarına profesyonel tepkiler verip saçmayı zamanla anlamlı hale getiremeyen…
bizi ne güldürüyor aslında biliyor musunuz? hangi tip yaşam standardına sahip olursanız olun, yaşamın çoğunluğu gibi'deki gibi anlamsızlıklarla, saçmalıklarla doludur ve biz hepimiz öğütlenmiş idealizm için kalıp anlamlarla, yama anlamlarla onları kapatırız. bu yamalar olur olmadık yerde cart curt sökülür ve biz öğütlenmiş idealizm gereği çoğunlukla utanır ya da sinirleniriz. gibi'deki kahramanlar ise dönüşümlü olarak bu yamaları kazayla da olsa kaldırır ve öğütlenmiş idealizmle cesurca savaşırlar. bu, süpermen'in dünyaya çarpmak üzere olan göktaşını durdurmasından daha çok ferahlatır içimizi çünkü ne kadar pelerini olursa olsun, süpermen'in gerçek olma ihtimali yılmaz'ın gerçek olma ihtimalinden zayıftır. yılmaz direkt bize çarpan göktaşlarını durduran, artık cam bezi ya da tencere tutacağı yapma zamanı geldi dediğimiz tişörtleri giyen bir kahramandır.
altınını darphaneye getirene sertifika verilecek
-
dünyanın hiçbir yerinde vatandaşının bireysel tasarrufu ile bu kadar ilgilenen bir siyasal iktidar olmamıştır.
olan biten
-
millet ittifakı ankara büyükşehir belediye başkan adayı mansur yavaş, yarın sabah 09.00’da siz ekşi sözlük yazarlarının sorularını cevaplayacak. gözünüz sol frame'de olsun.
sözlükçülerin başından geçen doğaüstü olaylar
-
anlatacağım olayların başlangıcı 1993 yılına dayanıyor. kızımın babasıyla evliyim o zamanlar ve evlilik kötü gidiyor ayrılmanın eşiğine gelip, evliliğe bir şans daha vermişiz ama o şansı pek de iyi kullanamıyor eşim. bir gece yattım ve bir rüya gördüm.
rüyamda ben iki tane hintli gibi beyazlar giymiş adamın arasındayım. adamların ağzı açılmıyor ama ben söylediklerini duyuyorum. yemyeşil bir vadinin ortasındayız ama yeşilin güzelliği inanılmaz, ilerde bir grup genç insan var uçuk renkli pembeli- eflatunlu- mavili uçuşan kıyafetler var üzerlerinde. hintli gibi adamlar bana o grubun öğretmeni olduğumu söylüyorlar, şaşırıp soruyorum "ne öğreteceğim onlara?" diye. diyorlarki, " anlatsınlar dinle, fikir ver, yeterli bu kadarı" sonra o grubun içinde ve çok mutlu yürüyorum , hep birlikte gidip geliyoruz o vadide. dönerken beni getiren adamların arasında o'nu görüyorum. aman tanrım "o" gelmiş diye başlıyorum koşmaya , böyle filmlerdeki ağır çekim koşmalar gibi o da bana doğru koşuyor ve kucaklaşıyoruz. sarılıyorum büyük bir özlem ve hasret var aramızda. tenini, kokusunu, sıcaklığını hissediyorum. hiç bir tensellik yok sadece çok iyi bildiğim ve hasret kaldığım birine özlemle sarılma. kokusunu çekiyorum içime ve diyorumki;
- "nerede kaldın, hep seni bekledim."
o da cevap veriyor ama yine sessiz ve ben duyuyorum,
-" görevim ancak bitti, ancak gelebildim."
birden uyanıyorum, o kadar eminimki yanımda onun yattığından, dönüp bakıyorum yanıma, aaa başka bir adam var. hani" ah belinda diye bir film vardı müjde ar'lı filan o film gibiyim. bu adam da kim , öylesine yabancı, öylesine tanımadık bir adam. bu adam doğruysa ben yanlış yerdeyim diye panik halindeyim. bu duygu ve nerede olduğumu, gördüğümün rüya olduğunu algılamam ne kadar sürdü hatırlamıyorum şimdi, ama gerçek bir üzüntüydü yaşadığım. kendime gelemedim birkaç gün. sonraki günlerde ise hep "o" bir yerlerden çıkıp gelecek diye bekledim. yolda yürürken, otobüste giderken biri omuzuma dokunacak diye bekledim durdum. göremedim ama...
evliliğim yürümedi ve uzatmalarda işe yaramadı, ayrıldık. sonra ben yurtışına görevli gittim 5 sene kadar, döndüm. istanbul'a yerleştim. görev gereği seyahatler yapıyorum, ankara-istanbul gidip geliyorum. ve yalnızım, yani hayatımda birisi yok. ayrılalı yedi yıl olmuş ve birgün artık birisi olmalı diye düşündüm. benim için doğru bir adam olmalı, bekar olmalı ve istanbul'da yaşıyor olmalı diye bir talepte bulundum içsel olarak. aynı hafta ankara'ya gittim yine ve bir arkadaşım beni kenara çekerek eşinin bir arkadaşından bahsetti. onların evine gelmiş o haftasonu, yalnız bir adammış, istanbul'da yaşıyormuş, bu da benden bahsetmiş adam telefonunu vermesini söyleyip, eğer istersem görüşmek istemiş. biraz düşüneyim dedim ama heyecanlandım. içimde bir sevinç oldu ve bu benim için önemli bir işarettir. iç sesim daima doğruyu söyler. neyse birkaç saat sonra tamam dedim, arasın beni. adam aradı, sesini duyunca da heyecanım arttı. tamam dedim, istanbul'a döndüğümde görüşelim. dönene kadar hergün telefonla konuşuyoruz, adam beni istanbul'da karşılamak istedi. tamam dedim ve otobüsle gelene kadar heyecandan yerimde zor oturdum. terminale geldik, ataşehir'e, saat sabahın beşi, beş altı erkek var arabalarının başında bekleyen. şöyle bir baktım ve beni karşılayacak olanı gördüm. doğruca ona doğru yürüdüm ve ben elimi uzatmışken o sarıldı ve şöyle söylediğini duydum;
-"nerede kaldın, hep seni bekledim"
ve ben de ona şu cevabı verdim,
-"görevim ancak bitti, ancak gelebildim"
kokusunu , tenini, sıcaklığını hiç unutmadığım adam tam yedi yıl sonra gelmişti karşıma.
ve evrene verdiğim talepteki gibi istanbul'da yaşıyordu, bekardı, ve benim için doğru adamdı....
edit: hikayenin sonu eksik kalmış, sonra ne oldu ? diye soranlar için gelsin. o adamla 11 yıldır birlikteyiz.
edit: efendim merak edenler için yazayim, biz hala beraberiz :)
they don't care about us'ın kürtçe söylenmesi
-
(bkz: devlet don't care about us)
yaran diyaloglar
-
birgün dolmuşta;
yolcu kadın: şöför bey mükemmel bir yerde inebilir miyim?
(şöför sağa çeker ve arkasına dönüp)
şöför: buyurun size layık değil ama...
bakkal diyalogları
-
her akşam iş dönüşü yaptığım gibi dün akşam da evimin ordaki laz bakkala girdim, birkaç parça şey aldım, gözüm biscolata paketlerine takıldı, tam da elimi uzatıp bir tanesini alıyordum ki bakkalım:
+şu güzelliği bozma, dedi.
ben de zannediyorum ki, "kilon çok iyi, böyle şeyler yiyip de bozma." demek istiyo.
-hı, ne? falan derken yabıştırdı devamını:
+tam 10 lira tuttu, bırak böyle kalsın!
yaran facebook durum güncellemeleri
-
biz yazmaya bıktık ama kimse aramaya inanmadı. sonra kızıyorsunuz.
çok basit arkadaşlar. başlıkta ara kısmına "handsome" yazılacak o kadar.
(bkz: #25039096)
(bkz: #26060465)
(bkz: #44026215)
(bkz: #52094335)
(bkz: #53569824)
bir değil iki değil tam beş kavanoz bal, sadece bir kavanoz bal fiyatına. sourtimes bal dünyası iyi günler diler.
dresden
-
yaz aylarinda inanilmaz bir guzellige burunur. ozellikle altstadt kismi gercekten nefistir. eski binalar, yollar ve o eski yuzyillarin havasi hissedilir. ozellikle bir zamanlarin cok zengin bir sehri oldugunu hemen anlarsiniz. ayrica insana dogu avrupa ile bati avrupa'nin bir sentezini sunar dresden. artistlerin yasadiklari ufak binalar, sokak aralarinda sikismis firinlar ve pastaneleriyle ozel bir sehirdir. nehir boyunca calisan nostaljik buharli gemiler vardir. sadece bu gemilerde icilebilen ozel biralar da bulunur.
su siralarda merkezden 2 km uzaga aptal bir kopru yapilmaktadir ve sirf bu yuzden unesco dunya miraslari listesinden cikarilmistir. politik hiyarliklar evrensel sanirim.
dünya liderini onbaşının karşılaması
-
uçaktan inenlerin görüntüsü bir devletin heyetinden ziyade amerika'ya sığınmaya gelmiş mültecilere benzemektedir.