hesabın var mı? giriş yap

  • babası ölen, yetim büyüyen, üvey evlat olan, tutuklanan, hapis yatan, sürgünlere gönderilen, işsiz kalan, böbreklerinden hastalanan, göğsünden vurulan, mesleğinden atılan, idama çarptırılan, karısından boşanan, karaciğeri iflas eden; ama her ne olursa olsun bizi kimselere ''uşak'' etmeyen bir adamın maaşıdır bu. fazlasıyla haktır. öyle bir helaldir ki ışıltısından önünü göremezsin.

  • çocukken yunus eğitmeni olmak isterdim, yunus parklarının bir işkence merkezi olduğunu öğrendiğimde, beden eğitimi öğretmeni olmaya karar verdim.

    ama babam bu hedefin çok küçük olduğunu bildirdi. şimdi iktisat mezunuyum. işsizim.

  • 5 yaşındaki kızım, anaokulu müsameresinde sahnede babam isimli şiirini o kocaman gözleriyle kaçamak bakışlar atarak okurken, gözyaşlarımı içime akıtarak dinleyip sahneye fırlamamak için kendimi zor tuttuğum, aynı anda hem kızımı hem de kendi babamı düşündüğüm ulvi gün.

  • bebeğin kendisini bir özne olarak tanıması için gerçek bir ayna ile karşılaşmasından mı bahsediliyor, yoksa ayna burada bir metafor olarak mı kullanılıyor bilmiyorum. eğer ki gerçek bir aynadan bahsediliyor ise, bu yaklaşımda bazı şeylerin gözden kaçırılıyor olması muhtemel. zira bir bebek, karşısında aynalaşan insanlar içinde büyüyor.

    şimdi bebek bakımı sürecinde kendi hareketlerimizi gözlemliyorum da, hakikaten bir garip... bebek hapşırınca ben de refleksen "hapşu!" diyor, hıçkırınca ben de hıçkırma sesleri çıkarıyor, "evüeee" diye bağırırsa ben de kesinlikle "evüeee" diye bağırıyorum. annesi ve babası olarak, bebeğin tüm seslerini taklit ederken buluyoruz kendimizi. bir deli biz değiliz tabi, bütün ebeveynleri böyle komik şeyler yaparken görebilirsiniz. bir başka anne örneğin, kendisine uzatılan kaşığa ağzını açmayan bebeği mama yemeye ikna etmek için kendi ağzını sonuna kadar açıyor. yetişkinler bebeğin karşısında neden böyle bir taklitçilik davranışına giriyorlar? sahiden, hani bebeğin anne babayı taklit ettiği söylenir ya, bu evreden önce durum tam tersi değil mi?

    bebeğin kendisini dış dünyadan ayrıştırıp fiziki sınırları belirli bir varlık olarak algılaması için gerçek bir ayna ile yüzleşmesinden evvel, ebeveynler bebeğin hareketlerini taklit ederek esasında bebeği daha soyut bir ayna ile tanıştırıyor ve kendisine onun da bir özne olduğunu hissettirmeye çalışıyorlar. bebeğin seslerini taklit ederek ses aynası kuruyor, mama yedirirken kendi ağızlarını da açarak bebeği kendisine aynalıyorlar. kaba ve çarpık olsalar da, her daim bu insan-aynalar içinde yaşayan bebek, davranışlarının etkilerini görerek zamanla gitgide daha belirli bir özne haline geliyor.

    insan olmak ne garip şey anne.

  • babam ciddi anlamda alkolikti. her gün bir yetmişlik deviren insan. * ben beş yaşıma gelince ettiğim bir laf üzerine komple bıraktı. ilaç, tedavi, destek almadan. bir gece çok sarhoş geldi eve, annemin ve babaannemin tuhaf bakışları eşliğinde abdest aldı, salondaki aynalı büfenin üzerinde duran kuranı indirdi, yemin etti bir daha içmeyeceğine. gecenin bilmem kaçı. kimse inanmadı. ben inandım. beş yaşında bir velet olarak, payım vardı bu işte, nasıl inanmayayım?

    içmedi de... hatta sarsıntılı geçen, tüm vücudunun kurdeşen dökerek tepki verdiği, mikrop kapmasın diye ispirto ile kaşırken her yerini, elinde kalan ispirtoyu içine çekerken utanıp kıvrandığı günlerin ardından bağımlılığı tamamen bitti.

    bu defa da "sofra" günleri başladı. ailemdeki tüm ehli keyiflere kendi elleriyle sofralar kurdu, içkilerini aldı, onlarla sabahlara kadar sohbet etti. öyle bir meydan okuma. bir yudum dahi içmedi kendisi bir daha ama.

    işte biz büyüdük. bara falan beraber gelir, bize ısmarlar, öyle seyrederdi. sadece bir kere, su kenarında rakı içen insanlara bakıp, "keşke ağzımla içebilseydim şu mereti" demişliği var ki, hepimizin içinde yaradır.

    keşke be baba. seninle hiç karşılıklı keyif yapamadık baba kız gibi ama biliyorum ki kralını yapardık olsaydın. kralını yapardık, zamanında bokunu çıkarmasaydın. kardeşimle yapıyoruz şimdi bunu. annem de ne seversek onu koyuyor sofraya, ne istersek onu pişiriyor. görsen derdin ki, "ulen, karı benim yetmişlikleri tuvaletlere döktü, bahçe duvarlarında kırdı, çocuklara sofra kuruyor, başlarım öyle işe"

    eee bizde de böyle*

  • yeni stadını bitirmek üzere olan beşiktaşımızın ilk 5 hafta ortalığı yıkıp geçireceği sezon. 102 yasında dünyanın en yaşlı kulüp başkanı olma rekorunun haklı gururunu yaşayan aziz yıldırım galatasaray'a laf sokmaya devam edecek, galatasaray ise lucescu ile prensipte anlaşacaktır.

  • üniversite, yüksek, askerlik derken...

    3-4 yıllık iş deneyimiyle birlikte kurumsal bir şirkette senior web developer falan olurdu şu yaşıyla. (bkz: alkış)

    iş çıkışı mochasını içer, boş vakitlerinde twitter'da karı-kız kovalar ve her zaman aklında olan kendi şirketini açma hayali toplum baskısı sonrasında yapmak durumunda kaldığı evlilikle biterdi.

    sonrasında ne bileyim... görümce, elti ne boksa işte onların evinde çoluk çocukla beraber beyaz çoraplarıyla bağdaş kurmuş vaziyette çay içerken, acun programlarına katıla katıla gülerdi.

  • cok guzel bir video olmuş. bence mantıklı. linç falan yemezler.
    "nereden baksan elinde kalıyor " sözünün açıklaması adeta.

  • durmadan kötülenen, itilip kakılan kadın.

    arkadaşım koç burcu kadını serttir evet ama sorun bakalım bi neden serttir. çünkü kendini koruyup kollamadığında zarar gören kadındır. çünkü kendini bıraktığında tam bırakır ve sevince ayakları yerden kesilir. sonsuz fedakar ve sahiplenici bi kadına dönüşür. dolayısıyla neye dönüşeceğinin farkında bi kadın olarak ince eleyip sık dokur. o noktaya gelmeden önce her şeyden emin olmaya çalışır. bu sırada da kendi iç dünyasını ortaya dökemeyecek kadar gururlu yapısından mütevellit biraz ketum ve adamsendeci tavırlar sergiler. halbuki gerekli samimiyeti ve şevkati gösterdiğinizde bildiğin kedi yavrusudur bu kadıncağız. zaten gazla çalışıyo, tatlı dil, güler yüz, anlayış, biraz da pohpohlama ile açıverir kendini. şefkatle sarıp sarmalar, karşı tarafın hayatını güzelleştirecek, kolaylaştıracak şeyler yapmak için yanıp tutuşur. ayrıca zodyaka inanan herkes bilir ki size karşı olumlu ya da olumsuz hislerini en samimi biçimde dile getirecek kadın tiplerinden biridir. fazlasıyla ve bazen gereksiz dürüsttür. kendine saygısından ötürü politik davranamaz, bu bazen bodoslama bir insan görüntüsü verir karşı tarafa, zaman zaman patavatsız olabilir ama öyle saman altından su yürütmeler, çıkar ilişkileri, yalanlar dolanlar asla var olamaz bu kadının hayatında. gerek sabırsızlığından, gerek kendi dürüstlük takıntısından ötürü zaten istese de başaramaz bunları bu kadıncağız.

    ha ama erkeksi midir, evet erkeksidir, öyle yumuş yumuş dolanmaz ortalıkta. ağlıcaksa gider gizli gizli ağlar bi köşede genelde, ortalıkta mızmızlanmaz. ayakları her daim yere basar, aşk hayatının dışında kallavi bir iş ve sosyal hayata sahiptir. siz olsanız da olmasanız da o kendisini her daim ayakta tutacak türlü türlü meşgaleye sahiptir. dolayısıyla "sensiz yaşayamam tankuuuuttt" "sana çok ihtiyacım var tankutum" gibi cümleler duyamazsınız ondan. öyle hissedecek kadar aşık olsa bile zaten söylemez ki ilişkiniz bittiyse ya da güvenini kaybettiyse.

    yaşı kaç olursa olsun çocuk kalır koç kadını. hayalleri, istekleri pek çoktur. ama hırslı bi kadın silüeti çizmez, o daha çok hevesli, duygusal, ama aynı anda zıpır bi kız çocuğu gibi dolanır ortalıkta. onun bunun derdini dert edinir, nerden nereye yetişsem de kime yardım etsem diye paralanır. tankut için pek ağlamaz ama sokaktaki dilenci çocuğa oturup günlerce ağlar..

    gözü kara koç kadını, mücadeleye balıklama dalar ve adaletsizlik gördüğü yerde boynuzlarını ne pahasına olursa olsun mutlaka çıkarır. kendisi için ne isterse başkaları için de aynısını istediğinden ve empati duygusunun yüksekliğinden ötürü "ulan buna noluya amk" diyeceğiniz alakasız ataklar bile yapabilir ortamdaki tanımadığı insanlar için. ortada bir sorun varsa o sorun çözülmelidir, bir eşitsizlik varsa bunun ona yapılmış olması gerekmez. çözümlenemeyen her şey üzüntü, kahırdır onun için.

    çok tikican bi tip olamaz bunlar, bodoslama halleri görünümlerine de yansır genelde. güzel de olsa öyle şakır şukur pırıltılı bişilerle güzel olmaz yani. bi kere rahat olmak isteyen insandır, hareket kısıtlılığına gelemez. ortalıkta rahatça koşturup tepişebileceği kılık kıyafeti tercih eder bunların çoğu. ama tabi güzel olmak istiyorsa da olur elbet.

    bu kadını bi elinde matkap ve ağzında sigarayla tadilat yaparken görürseniz şaşırmayın. ortada yapılması gereken iş neyse ona el atacaktır bu. sırf başkasından yardım istemiş olmamak için en olmadık, saçma ya da ağır işlere bile girişir elinin hamuruna bakmadan. eğer ilişkinizde ortak sorumluluklarınız varsa lütfen onları yerine getiriniz zira koç kadını sizin yapmadığınız şeylerden rahatsız olur. o bir kez "tankutçuğum hani şunu şunu yapacaktın"dedikten sonra o işi erteler geçiştirirseniz, gidip onu o muhakkak kendisi yapacaktır. tezcanlı çünkü, iş olsun bitsin ister. sonra da size gıcık olup söylenebilir. çünkü sorumluluk önemlidir. sözünü tutmak önemlidir. dakik olmak önemlidir. vs. vs.

    velhasıl koç kadınını seviyorsanız:

    1. su grubu burcuysanız uzak durun, sizi yer bunlar.
    2. güçlü, kendinden emin ve kendini geliştirmiş insanlar olun, ortalıkta mal mal dolanmayın.
    3. asla yalan söylemeyin; yalan konusunda geri dönüşü olmayan çok sert ataklar yaparlar.
    4. sevginizi, ilginizi esirgemeyin, aman şımartmıyım diye düşünüp de duygularınızı esirgerseniz çok kısa sürede soğur.
    5. aşırı sevgi gösterileri ve romantizme boğmayın, yumuş yumuş şeylerden hoşlanmadığı için bunu da itici bulur.
    6. sizinle ilgilendiğini eğer siz onla ilgileniyorsanız o da kısa sürede belli edecektir ama ilgilenmediğini söylüyorsa da kesinlikle ilgilenmiyordur, naz yapacak bi tip diil.
    7. kıskandırmayın, zehirli okları üzerinize çekmekle kalmayıp kısasa kısas mantığıyla o da sizi kıskandıracak hallere girebilir. kaçınılmaz şekilde ilişkiniz biter.

    evet koç kadını aşağı yukarı böyle bir şey. kendimden biliyorum klişesine girmicem. konu hakkında okuduklarım da en az kendi deneyimlerim ve gözlemlerim kadar etkili bu fikirlerimde.

    geç gelen edit: iş bu entry burç üzerinden karakter tahlilinde bulunma yanılgısına kapıldığım dönemlerde yazılmıştır. bugün sorsanız kişinin güneş burcu üzerinden pek bir şey söylememeyi tercih ederdim sanırım. sevgiler.

  • 500 liralık alışveriş yapmak demek isterdim. keşke sadece yapmakla kalsaydı. bu alışverişi bir de kredi kartındaki birikmiş puanlarla ödemek. detay istediniz buyrun, ama pek ufak değil.

    edit: entry arada oylanıyor, komik oluyor. enflasyon çok. olayın geçtiği sene, 2009'dur. şimdi yumurta, peynir, yoğurt falan alıp, 500 tl veriyoruz. şimdinin 5000'i falan herhalde ne bileyim. para algımı komple kaybettim. ama çoktu ya o zaman için. edit gereği duydum yemin ediyorum. hiç unutamıyorum. 2009'daki mağaza, levis'tı.

    edit 2 : sene 2024. bi tane dandikten ayakkabı aldım diye kartıma 250 tl bonus gelmiş. trendyol milla'da bi tane dandik gömlek 500 tl olmuş. ilk editim ne zaman hatırlamıyorum. çok zenginlik hatırlıyorum. hani şey zenginliği, köprüden geçerken "ya arkadaş bu evlerde kim oturuyor...." diye sorgulatan zenginlik. işte tam da o zenginlikti. 2009'da onlara geliyordu 500 tl puan.

  • tolkien yüzüklerin efendisindeki yolculuğu tasarlarken ne düşünüyordu ? bence bolca şans kavramını düşünüyordu. tolkien çokça mitoloji okuyup bilen bir profesör olduğu için ve sıklıkla bir çok romanı inceleme şansı olduğu için öyküdeki zorlukların aşılıp aşılmaması konusunda hem tecrübesi vardı hem de nasıl aşılabileceği konusunda bir seçim hakkı vardı.

    orta dünyada kötüler bariz bir şekilde daha aktif ve daha güçlüdür hatta yeri geldiğinde daha da zekidir. tolkien bunu öylesine inandırıcı yapmıştır ki kötülerin gücü şakadan değil etkili bir yıkım silahıdır. haliyle orta dünya aslında bir çok hüzünlü hikayenin mekanıdır. yaratılıştan 3. çağa yani yüzüklerin efendisi zamanlarına kadar devamlı oyunbozanların düzenbazların ve zalimlerin kazandığı bir savaş süregelmiştir. güzelliğinde iyiliğin ve merhametin yanında olanlarsa ya ölmüş ya sürülmüş ve bazen de elflerin orklara evrilmesi gibi çok daha kötü sonlara vasıl olmuşlardır. yani orta dünyanın kötülüklerini alt etmek için geçmişe de baktığımızda gücün ve zekanın çok da işe yaramadığını görüyoruz. yarasa da kalıcı olmamış hatta rehavete neden olup daha büyük yenilgilere yol açmış. haliyle yüzüklerin efendisi hikayesinde de bariz bir üstünlüğü olan sauron'un öyküsü aslında tarihe baktığımızda çok şaşırtıcı değildir. dolayısıyla bu gücü alt etmek için izlenmesi gereken yolun da güç ve kudret yolu değil farklı bir yol olması gerekmektedir. tolkien'in öyküsü böyle dokunmuştur. işte bu noktada tolkien aşırı zekice planların ya da yapay görünen tesadüflerin gerçekçi olmadığı kanısına varmış olacak ki seçtiği yol "bilinçli bir şekilde seçilmiş ve bedel ödenmiş bir şans" olmuştur. eksiklerini de vaların iradesiyle örtmüştür. tolkien açık sözlüdür ve düşündüklerini tasarılarını kitapta aynen ifade eder (aynı önsözde hikayenin sonunu da söylediği gibi. çünkü önemli olan son değil süreçtir, öyküdür ona göre): gandalf frodo ile yüzüğün bulunuşunu tartışırken "o kör karanlıkta yüzüğün bilbo'nun eline gelmesi tesadüf mü sanıyorsun ? böyle yüzükler kendilerini kötü yüreklilere buldurmayı çok iyi bilirler ama herkesin planlarını aşan bir şey oldu ve yüzüğü bilbo buldu. burada yüzüğü de onun efendisini de aşan bir şey var. yüzüğü bilbonun bulması yazılmıştı". işte bu nokta bir kudretin müdahalesi. her şeyden üstün bir gücün müdahalesi. vaların böyle bir gücü olmadığını tahmin ettiğimize göre bizzat eru'nun müdahalesi. gandalf işte buradan cesaret alıyor. kendi yolunun da tesadüfen hobbiton'a düşmediği ve bilboya tesadüfen rastlamadığını bildiği gibi bunu da tahmin ediyor, görüyor. bu hikayede açık bir şekilde bir çok olayda bilbo zekice macerasında yardımda bulunuyor dostlarına ama şansı her zaman tamamlayıcı faktör oluyor. şans faktörünü tolkien öylesine ustaca kullanıyor ki okurken rahatsız olmuyorsunuz ve bu kadar basit ve sade planlar yapan bilbonun planlarını hem makul buluyorsunuz hem de şansının yaver gitmesini hakkı olarak görüyorsunuz. bu arada bilbo ve dostları bedeller ödüyorlar, yakalanıyorlar, hapsediliyorlar, kızartılıp yenilmeye çalışıyorlar ve bir ejderhayla mücadele edip bir savaşın içine karışarak üç yoldaşlarını kaybediyorlar. yani bilbo evet şanslı ama saçma sapan ve mantıksız bir şans değil bu. makul ve kabul edilebilir bir şans. hayatın doğal akışına uygun bir şans. bir maceranın üzerine kurgulandığı bir şans.

    zaman geçip yüzük de yeni sahibini yani frodoyu bulunca, maceranın lothlorien kısmında galadriel çok açık edilmeyen ama muhtemelen kendisinin tahmin ettiği nedenlerle frodoya yıldızcamı veriyor. yıldızcam, elflerin yıldızının ışığının hapsedildiği bir suyu tutan küçük bir şişecik. ne anlama geldiği hakkında fikir yürütmüştür frodo ama yanıldığını çok sonra yani shelobla karşılaşmalarından sonra anlamıştır muhtemelen. frodo ve sam cirith ungol geçidini geçerken daha önce hiç ışığın girmediği geçitlerde bu ışık ve şansları sayesinde kurtuluyorlar ancak bedel de ödüyorlar. evet ellerinde ışık var ve shelob bu ışıktan korkuyor ancak basit bir hikayedeki gibi shelob kaçıp gitmiyor ve güle oynaya o geçidi geçemiyorlar. sting ile tuzak ağı geçiyorlar ama işte o noktada gollum saldırıyor planı bozulunca ve shelob da sam'in gollumla uğraşmasını da fırsat bilerek frodoyu sokup zehirliyor. dikkati kurbanının üzerindeyken de sam arkadan yaklaşma ve altına girip ilk hamleyi yapma şansı buluyor. şans, cesaret, yıldızcamı ve tabi ki bir diyet. bu olaylar gerçekleşmese sam ve ya bir başkasının shelob'a yaklaşması mümkün bile olamaz ve ya sam'in elinde yıldızcamı olmasa o verdiği hasardan sonra bile hiçbir şey shelob'un canını bu kadar acıtamaz. evet şanslılar ancak bu şansı kim ister bilemiyorum. öyle bir şans ki adım adım ilerlemeleri için bedeller vermeleri ve eksilmeleri gerekiyor. ancak bu sayede biz okurken rahatsız olmuyoruz, aksine gerçekçi geliyor, yapay gelmiyor ve daha çok seviyoruz, daha çok okumak ve bu öyküye tanıklık etmek istiyoruz.