hesabın var mı? giriş yap

  • iş etiketinin temeli iş hayatında güçlü iletişim yöntemleriyle etkili bir imajı oluşturabilmektir. iş etiketi kültürel alanda ülkeden ülkeye çeşitlilikler gösterse bile temel kuralları değişmez.

    iş etiketinin bazı kuralları şunlardır.

    1) randevularınıza zamanında gidin mümkünse her randevunuzdan on dakika önce görüşme yerinde olmaya kendinizi alıştırın. bu size kendinize çeki düzen verecek, soluklanacak ve düşüncelerinizi sakinleştirip odaklanacak süreyi verecektir. ter kan içine batmış ve nefes nefese gittiğiniz her randevu karşı tarafa zamanını planlamayan, disiplinsiz ve saygısız bir imaj yansıtmanıza sebep olur.

    2) giymeniz gereken kıyafetin şekli, rengi ve stili duruma göre değişiklikler gösterir ancak temiz, ütülü ve pırıl pırıl olmanız gereksinimi değişmez. her durumda içinde bulunduğunuz çalışma pozisyonundan birkaç kademe üstünüzdeki insanlar nasıl giyiniyorsa öyle giyinmeye çalışın. örneğin elemansanız müdürünüz gibi giyinin, müdürseniz genel müdüre bakın eğer genel müdürseniz ceo sizin için iyi bir örnektir.

    3) kibar olun. etrafınızdaki insanlardan selamı, sabahı ve teşekkürü esirgemeyin. işyerinde siyasi ve dini tartışmalardan kaçının, bunların size hiçbir faydası olmayacağı gibi bolca zararı olur. espri yeteneğinizi geliştirin böylece insanlar sizinle konuşurken gerilmezler ama fazla da abartmayın.

    4) dedikodu ve insanlara kulak misafiri olma çocukça hareketlerdir. hiçbir dedikodu ortamına bulaşmayın hele duyduğunuz şeyleri başkalarına kesinlikle aktarmayın çünkü genelde dedikoduları kimin çıkardığı bilinmez ama kimin yaydığı çok iyi bilinir. birileri kendi aralarında özel bir konuşma yaparken onların bulunduğu ortama girmişseniz bir an önce orada bulunduğunuzu belli edin, böylece insanları dinliyor algısı üretmekten kendinizi korumuş olursunuz.

    5) insanlarla konuşurken onlara tüm ilginizi verin. birileri size bir şeyler anlatırken elinizdeki telefonla veya önünüzdeki monitörle ilgilenmeyin. eğer acil bir işiniz varsa mutlaka karşınızdaki insandan izin alarak ilginizi ondan ayırın. unutmayın kimse kendisini önemsiz, değersiz hissetmek istemez ve kendilerine yeterince ilgi göstermediğinizi düşünürlerse büyük bir kin ve öfkeyle karşılık verirler.

    6) beden dilinize dikkat edin. insanlarla tokalaşırken veya bir sunum yaparken tüm bedeninizin doğru mesajı gönderdiğine emin olun. bazı durumlarda abartılı bir el sıkışma bile tüm işinizin bozulmasına sebep olabilir.

    7) insanlara kendinizi doğru şekilde tanıtın. bazen karşınızdaki insan sizin kim olduğunuzu hatırlamayabilir, böyle bir şeyi hissederseniz kendinizi kısaca tekrar hatırlatın. eğer bir görüşmeye yanınızda başka insanlarla gitmişseniz onları da doğru şekilde tanıtmaya zaman ayırın.

    8) karşınızdaki insanın sözünü kesmeyin ve mutlaka söyleyeceklerini bitirmesini bekleyin. eğer karşınızdaki insanı dinlemiyor ve sürekli sözünü kesiyorsanız ona verdiğiniz imaj “seni de söylediklerini de hiç önemsemiyorum” mesajını içerir ve böyle bir imaj verirseniz işiniz hiç kolay olmaz.

    9) dilinize hakim olun. özellikle argo dil kullanımınıza çok dikkat edin. kendinizi rahat hissettiğiniz bir ortamda sarf edeceğiniz argo bir sözcük yanlış kulağa gitmesi halinde kariyerinize büyük bir zarar verebilir. iş ortamında kullandığınız dil aynen giydiğiniz kıyafetler gibi belli standartların üstünde olsun.

    10 ) iş saatlerinden sonra ofis olarak yarı resmi bir yemeğe veya eğlenceye katılmanız gerekiyorsa özellikle alkol alımınıza dikkat edin. kendinizi fazla rahat hissedip nasıl olsa bu eğlence yemeği diyerek alkolü fazla kaçırırsanız bunun bedelini ertesi gün işyerinde kesinlikle ödersiniz. yeme içme konularında ayrıntılara dikkat edin. örneğin ofise yemek getiriyorsanız keskin kokulu ve başkalarını rahatsız edecek gıdalardan sakının.

    evet, gördüğünüz gibi aslında hepimizin bildiği ve çoğu ufak ayrıntılar gibi görünen bu tür konular gereği yapıldığı takdirde kariyerinize büyük fayda verecek olumlu bir imaj oluşturmanızı sağlayacaktır. ama bunlar önemli değildir derseniz yapacağınız ufacık bir etiket hatası yıllarca kan ter içinde oluşturduğunuz kariyerinizin tepetaklak olmasına sebep olabilir.

  • başlığı bir arkadaşım adına açıyorum, uzun hali ve içeriği;

    "6 yaşındaki yeğenimin ve ananesinin ölümüne sebep olan katilin suçuna itirazı

    26 haziran pazar günü saat 15:00 civarında mudanya'da alkollü araç kullanan burak ulga, aracıyla teyzem ve yeğenime çarpıp ikisinin de ölümüne sebep oldu. daha önce alkollü araç kullanımı sebebiyle iki kez ehliyetini kaptırmış olan bu şahıs, kaza sonrası iki kez alkolmetreye üfleyip 0,88 promil alkollü çıkmıştır. kendisi daha sonra alkol testine itiraz edip kan testi yaptırmak istemiş ve kan testi olaydan saatler sonra yapıldığı için temiz çıkmıştır. bu kişi bursa'daki ulga avukatlığın sahibinin oğlu olduğu için kazadaki suçundan bir şekilde sıyrılmaya çalışacağından ve ne yazık ki kurtulacağından endişe duyuyoruz. lütfen sesimizi duyun ve bu caninin alabileceği en ağır cezayı alması için girdiğimiz hukuk yarışında bize destek olun. konuyla ilgili uzmanlığı olan kişilerin yorumlarına ve tavsiyelerine de ihtiyaç duyuyoruz. "

    haber linki
    haber linki
    haber linki

    tweet

    edit: arkadaşlar destekleriniz için teşekkür ederim. aldığım mesajlarda alkol için kan testi kaç saat sonra yapılırsa o saatle orantılı olarak promile ekleme yapıldığını iletti arkadaşlar. bu bilgiyi burada da paylaşmak istedim.

  • eski sevgilim sayesinde şahit olduğum insan tipi. yeni sevgilisi ile ortak takıldığımız barda kavga ettiler ve çocuk bunu yerden yere sürükledikten sonra kafasını mermere sürtmek suretiyle saçının bir kısmının yerinden kalkmasına, kafa derisinin görünmesine sebep oldu. kıza herkes o çocuğu bırakması için yalvardı ancak bu arkadaş ben onu seviyorum diyip vazgeçmedi. sonunda çocuk bunu 5.000 lira dolandırıp kaçtı. duyduğuma göre belki ulaşır diye hala çocuğun eski hattına sevgi mesajları atıyormuş.
    not: kendisi 3 senedir sözlükte yazar ve kadın hakları, feminizm, türk erkeği konularında öyle yazılar yazıyor ki kendimden şüpheye düşüyorum.
    not 2 : bu entrynin debe'ye girmesinin yanında yüzlerce benzer şeyleri yaşamış erkekten mesaj aldım. nikini ifşa et diyenlere şunu demek isterim ki ifşa doğru bir şey değil. hepimiz biraz iyi biraz kötüyüz bu hayatta. ancak bu durumun kişiye özel bir şey olmaktan öte türk kadınının zihniyetinin bir yansıması olduğu açık. kendisi bana mesaj attı. "neden senin yerine onu tercih ettiğimi anlayamayacaksın çünkü sevgiyi bilmiyorsun" demiş. biraz inceledim. nikinin ifşa olma tehlikesine karşı tüm feminizm, kadın hakları, tacize uğrayan türk kızı soslu entrylerini silmiş. türk erkeği ile ilgili her başlığın altına programlı şekilde "milyonlarca tecavüzcünün yaşadığı ülke" "türk erkeğinin tek bildiği tecavüz etmek" "koyuna tecavüz eden türk erkeği kadına neler yapmaz" konulu entrylerinin hepsini çöpe göndermiş.

  • şimdi işçi sınıfı toplansa ve dese ki, "bize böyle davranan bir firmada çalışmama kararı alıyoruz" ama söz konusu sınıf gücünün farkında değil ki, demez.
    edit:
    dayının torunları, mesaj kutumu yeşilin elli tonuna çevirdi. yok o çıksa başkası yarın işe başlarmış, bilmem ne. yahu biz ne diyoruz acaba. "bir olsalar, ortak karar alsalar" ahh ah...

  • izmir'de kıbrıs şehitleri caddesi'nde geçen bir öyküsünü duyduğum şair ve dobra adam.
    hikaye şöyledir: can baba, bir takım hayranları ve arkadaşlarıyla bir yerlerde içer, sohbet eder. aynı grup, sabahın 5'i 6'sı gibi pek de kimsenin bulunmadığı kıbrıs şehitleri caddesinde yürürken, şair birden durur ve yere yatar. yanındakiler de aynı şeyi yaparlar. şair, gözlerini kırpmadan gökyüzüne bakmaktadır. hayranlardan birisi dayanamayıp sorar:
    - baba, ne görüyorsun, bize de söyle...
    üstat, gözlerini gökyüzünden hiç ayırmadan, ondan ulvi ya da şairane bir cevap bekleyen vatandaşa şöyle cevap verir:
    - çok sarhoşum, .mına koyim...

  • 10 negatif kişilik özelliği ve 10 kitap tavsiyesi

    değer verdiğiniz bir arkadaşınızın* hiç tasvip etmediğiniz bir özelliği olabilir ve siz ona bu özelliğini değiştirmesi* için ne kadar dil dökerseniz dökün sözleriniz onun bir kulağından girip ötekinden çıkabilir ama bilmenizi isterim ki bazı kitaplar size bu konuda destek verebilir.

    aşağıya karaladığım listede 10 negatif kişilik özelliğini ve o özelliklere sahip kişilere hediye edilebilecek kitapları sıraladım.

    1) siyasi bir lidere tapan / itaatsizlik üzerine* (erich fromm)
    şimdiye kadar tarihin büyük bir bölümünde, bir azınlık çoğunluğa hükmetmiştir. bu hâkimiyeti gerekli kılan, hayatın güzelliklerinin sadece azınlığa yetecek kadar olup, çoğunluğa kırıntıların kalmasıdır. eğer bu azınlık güzelliklerin tadını çıkarmak ve bunun da ötesinde çoğunluğun kendine hizmet etmesini, kendisi için çalışmasını istemişse gerekli şart şuydu: çoğunluk itaat etmeyi öğrenmeliydi. oysaki neden ahmet'in, mehmet'in ya da ayşe'nin faydalandıklarından ali, fatma ya da zeynep faydalanmasın? neden birileri tanrı mertebesine kadar yükseltilip, onu yükseltmiş olanlar onun kulu ve kölesi mertebesine gerilesin? "insanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir," der sartre. eğer özgür olmak istiyorsa insan, öncelikle birilerine biat etmeyi bırakarak işe başlamalı ve otoriteye 'hayır' denmesi gereken yerde göğsünü gere gere 'hayır," diyerek yola devam etmeli. sonrası? sonrası zaten bahar bahçe.

    2) saplantılı / tünel (ernesto sabato)
    ve işte romantik saplantının umutsuz yalnızlığı hakkında yazılmış şahane bir arjantin edebiyatı örneği. sabato'nun tünel'i, biraz camus'nün yabancı'sına benzer, çünkü her ikisinin de ana karakteri yalnızca toplumlarına değil, aynı zamanda kendilerine ve insanlara anlamlı gelen pek çok şeye yabancılaşmışlardır. birbirlerinden ayrıldıkları nokta ise meursault kendi duygularına bile yabancılaşmış bir karakterken, sabato'nun kahramanı castel duygularını oldukça yoğun bir şekilde yaşar ve hepsini saplantılı bir tavırda kendisini anlayabileceğine inandığı bir kadına yansıtır. aşkın, takıntının, kuşkunun, kıskançlığın, sıkıntı ve deliliğin kol gezdiği castel’in dünyasında gerçeklik duygusu adım adım yitirilir. geride ne yaratıcı, ne de yaratı kalır. cinayet de çözümsüzdür artık ve kalıcı olan tek şey sonu gelmeyen bir kuşku döngüsüdür. takıntılı ve saplantılı bireyler için hem rahatsız edici hem de büyüleyici bir kısa roman.

    3) iyimser / candide (voltaire)
    iyimser tabiri ilk duyulduğunda her ne kadar pozitifmiş gibi bir his uyandırsa da problemin olduğu yerde sergilenen iyimser tutum, o problemin kök salmasına ve haliyle çözümünün de gittikçe imkansızlaşmasına sebep olacağından aslında pek de övgüye mazhar bir tutum değildir. alman filozof leibniz'in "yaşadığımız dünya dünyaların en iyisidir" mantığına karşı çıkarak yazılan 1759 tarihli candide, voltaire'in en önemli yapıtlarından biridir. candide adlı iyi niyetli bir genç almanya'da yaşadığı şatodan kovulduktan sonra avrupa, afrika ve asya'da büyük felaketlerin tam ortasına düşer. depremler, engizisyon tehlikesi, frengi hastalığı, cinayetler arasında oradan oraya savrulur. mümkün dünyaların en iyisinde yaşadığımızı söyleyen hocası pangloss'un öğretilerini bu maceralarda hiç aklından çıkartmayacaktır, ama dünyanın halini, insanların kötülüğünü gördükçe de umutsuzluğa kapılmadan edemez. almanya'da bir şatodan sefil bir hayata, düşler ülkesi eldorado'dan istanbul'a dek uzanan, iyimserliği alaya alan ve bu sırada hayatı, hayatın amacını sorgulayan bir başyapıt.

    4) kendine dışardan bakmayan / biri hiçbiri binlercesi (luigi pirandello)
    yüz yılı aşkın bir zaman önce kaleme alınmış 'biri, hiçbiri, binlercesi' isimli bu kitap, bir adamın kendi gözleriyle gördüğü kişiliği ile başkalarının gördüğü kişiliği arasındaki uçurumun farkına varmasıyla varoluşunu sorgulamaya başlamasını konu aldığı için kendisiyle hiç yüzleşmeyen ya da kendini hiç sorgulamayan insanlara hediye edilebilecek en güzel kitaplardan biridir diyebilirim. kitabın ana karakteri vitangelo moscarda'nın tüm hayatı, karısının bir gün kendisine sorduğu ve burnunun eğriliğinden dem vurduğu o basit soruyla altüst olur. moscarda o andan itibaren kendisinden başlayarak tüm yaşamını acımasızca sorgular ve kendini yeniden bulmak için kendini parçalara bölmeyi öğrenir. moscarda kimdir, kendi gördüğü mü yoksa başkalarının gördüğü mü? kişilik bölünmesinin acımasızca ve mizahi bir dille işlendiği eser bize şu soruyu sorar, insan bir midir, hiç midir, yoksa binlerce midir?

    5) bireyci / martin eden (jack london)
    jack london, yarattığı martin eden karakterinin akıbetine üzülüp üzülmediğiyle alakalı kendisine sorulan bir soru üzerine şunları söyler: "martin eden için neden biraz üzülmeyeyim? martin eden bendim. martin eden bir bireyci idi, bense sosyalist. işte tam da bu yüzden ben yaşamaya devam ediyorum ve işte tam da bu yüzden martin eden öldü. bu kitap bireyciliğe bir saldırıdır. martin eden başkalarının ihtiyacının farkına varmayan aşırı bir bireycidir. hayalleri kaybolduğunda uğrunda yaşayacağı hiçbir şey kalmaz."

    6) konformist / cehenneme övgü: gündelik hayatta totalitarizm (gündüz vassaf)
    kitap wilhelm reich'in şu sözleriyle başlıyor: "asıl açıklanması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir." gündüz vassaf, kitabında yalnızca totaliter sistemi ya da onu kuranları eleştirmiyor, aynı zamanda o sistemden şikayetçi olmasına rağmen öyle ya da böyle sistemin devamlılığını sağlayan, aç olmasına rağmen çalmayan, sömürülmesine rağmen greve gitmeyen toplumu, yani kendisine dayatılan totalitarizmi sorgulamadan kabul eden konformist bireyleri de eleştiriyor. hatta bana kalırsa en çok onları eleştiriyor. totalitarizmin sadece bir rejim olmaktan çıkıp gündelik hayatlarımıza bile nasıl sızdığını gösteren ve bundan tek kurtuluşun başka bir düzene geçmekten ziyade farkında bile olmadan mevcut düzenin sürdürülmesini sağlayan insanların uyanışıyla mümkün olacağını ima eden(ben okuduklarımdan bunu çıkardım) bu kitabı konformist bir arkadaşınıza hediye etmenizi tavsiye ederim.

    7) kapitalist / demir ökçe (jack london)
    bana kalırsa, kapitalizm destekçisi birine jack london'ın külliyatını okutmak gerekir ve başlangıç olarak da demir ökçe oldukça iyi bir seçimdir. çünkü demir ökçe, distopya edebiyatının ilk örneği olarak kabul edilir; görsün beyefendi kapitalizmin nasıl bir distopyayı gerçek kılabileceğini (ya da kıldığını mı demeliydim?) günümüzden yüz yılı aşkın bir zaman önce kaleme aldığı eserinde london, hiç eskimeyen bir hikâyeyi konu edinir: ezen ve ezilen mücadelesi. amerika birleşik devletleri'ni pençesine almış olan oligarşi, namı diğer demir ökçe, tüm şiddeti ve gaddarlığıyla emekçilerin üzerine yürümektedir. tröstler, ekonomik ve siyasi ilişkiler, faşist devlet yapılanması sanki daha o zamandan yirminci yüzyılda insanlığın yaşayacağı acı olayların habercisi gibidir ve ne yazık ki geçen zaman london'ın kehanetlerini doğrular niteliktedir.

    8) özfarkındalığı eksik / martı jonathan livingston (richard bach)
    özfarkındalığı eksiklere ya da görünmez duvarlar içine kendi potansiyelini hapsetmişlere verilecek en güzel hediye. 1000 tane kıçı kırık kişisel gelişim kitabının bir araya gelip de verebileceği hayat dersinden çok daha niteliklisini tek başına veren 150 sayfalık bir başyapıt. kitap, sadece yemek bulmak için oradan oraya uçmaktan sıkılan, daha hızlı ve mükemmel uçmak için tüm sınırlarını zorladığı antrenmanlar yapan, bu uğurda sürüden kovulmayı bile göze alan martı jonathan livingston'ın destansı hikâyesini anlatıyor. "cehaletimizi kırabiliriz. becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. en önemlisi, özgür olabiliriz! uçmayı öğrenebiliriz!"

    9) vazgeçmiş / yaşamak (yu hua)
    ilkin bu kitabı 'kumarbaz' ya da 'sorumsuz' bir arkadaşınıza hediye edebileceğinizi söyleyecektim ama sonrasında bunun oldukça yetersiz bir yaklaşım olacağını fark edip vazgeçtim. her ne kadar negatif anlamda bir domino etkisinin başlamasına sebebiyet veren tetikleyiciler ana karakterin sorumsuzluğu ve kumarbazlığı olsa bile kitabın geri kalanında anlatılan her şey bana bu kitabı çektiği dertlerin karşısında kendini mağlup hisseden ve yaşamın içerisinde aktif olarak rol almaktan vazgeçen bir arkadaşınıza hediye etmenizin daha uygun olabileceğini düşündürttü. aslında hayata bu pencereden bakmayı kesinlikle reddederim; parmağı kesilen bir insanın çektiği acı, kolu kopan insanların varlığını kendine hatırlatarak yok olmaz. fakat benzer acıları çeken insanların varlığı, yani yalnız olmadığını bilmenin/öğrenmenin hissiyatı, çekilen acıyı yok etmese bile, manevi bir güç verir kişiye. yu hua, başına gelmedik felaket kalmayan bir adamın hüzün dolu hikâyesini anlattığı bu romanında bizlere şunu hatırlatıyor aslında: "hayat her şeye rağmen devam ediyor ve işte bunun adına da 'yaşamak' deniyor."

    10) umutlu bir bekleyiş içinde yaşamayı erteleyen / tatar çölü (dino buzzati)
    şunu çok net olarak söyleyebilirim ki bugüne kadar okuduğum tüm kitaplar arasında bana en sert tokadı atan kitap tatar çölü’ydü. okuyup bitirdikten sonra günlerce kendime gelemediğimi ve sonrasında kendime gelsem bile bir daha asla eskisi gibi olamadığımı belirtmek isterim. mehmet eroğlu çok doğru demiş: "insanları ikiye ayırıyorum: tatar çölü'nü okuyanlar ve okumayanlar." kitap, genç teğmen giovanni drogo'nun hikâyesini anlatıyor. drogo, askeri okuldan mezun olduktan sonra bir sınır kalesi olan bastiani kalesi'ne atanır. beklentisi ve umudu, burada çok uzun süre kalmayacağı yönündedir. en fazla 4 ay kalacak ve daha sonra tayinini isteyip başka bir yere gidecektir. herkesten ve her şeyden izole bu kaledeki günlerini sınırın öbür tarafındaki tatar çölünden gelecek düşmanı bekleyerek geçirir. aradan 4 ay geçer, ama düşman gelmez. genç teğmen beklemeye bir süre daha devam etme kararı alır.

  • bir ortamda, mekanda tek başına takılmaktan daha kötü olan bir şey varsa o da aşırı sosyalin masasına denk gelmektir. o masada öyle dramlar yaşanır ki bunu dışarıdan bakan gözler anlamaz. onlar o masanın eğlendiğini, geleninin gideninin bitmediğini düşünürler, hatta yeri gelir imrenirler. ancak olayın iç yüzü hiç de öyle değildir.

    o masada aşırı sosyalin tahakkümü vardır, kati bir sahiplenmesi vardır. gelen giden trafiğini yönetir, masadaki kimsenin tanımadığı tipleri sürekli olarak masaya çağırır, sadece kendilerinin anladığı bir muhabbet yaparlar, bütün konuşmalara dahil olur, bütün konuşmaları böler ve kendine yönlendirir, her şeyin iyisini, güzelini o bilir, ona sürekli katılmanızı, destek vermenizi bekler, vermezseniz alana kadar masayı gerer. konudan konuya atlar, bir konudaki görüşlerinizi anlatırken bir bakmışsınız “o değil de…” diyerek başka konuya zıplamış olur.

    aşırı sosyalin masasında büyük dramlar yaşanır, dışarıdan bakanların görmediği. tüm geceyi, masayı ele geçirir, sizi yönlendirir, mekan trafiğinin o masa üzerinden akmasını sağlar. sürekli bir “ne haber abi görüşemiyoruz” muhabbeti döner durur ortalıkta. bir daha asla görmeyeceğiniz tonla insanla karşılaşır, tanışırsınız. hani günün birinde, birini görürsünüz de “ulan ben bu adamı tanıyorum galiba” dersiniz ya, işte o adam aşırı sosyalin arkadaşlarından biridir, illaki tanıştırmıştır size de ama unutmuşsunuzdur.

    allah aşırı sosyalin masasından uzak tutsun.

  • https://www.youtube.com/watch?v=eqf7fdeuepa

    ortalama istanbul'lunun sorunu da bu. ankara'ya gider, ankara'yi begenmez. izmir'e gider, izmir'i begenmez falan filan... tersi de dogru. temel mesele, ankara'ya gidip istanbul'u ariyor ya da istanbul'a gidip izmir'i ariyor olmaniz oysa ki. cok dogal olarak, bulamayacak ve hosnut kalmayacaksiniz.

    los angeles'da insanlar sabahin dordunde iskembe corbasi icmeye gitmezler, sabaha kadar eglence adi altinda da tepinmezler (bu cumleden los angeles'da club yok anlami cikarani kaale almiyorum). malibu'da surf yaparlar, venice beach'de drum circle'a katilirlar, sunset boulevard'da comedy club'a giderler, santa monica mountains'da trekking yaparlar, gecenin ilerleyen saatlerinde islak hamburger ya da iskembe corbasi tuketmezler gidip food truck'tan mexican yerler vesaire vesaire... zira her yerin aliskanligi, kulturu ayri.

    bir los angeles'li da istanbul'a gelip "lan burada surf yapilmiyor, ne boktan yer" dediginde agzina terligin tersi ile vurulmayi ne kadar hak ediyorsa, los angeles'a gelip de "burada sabaha karsi iskembeciye gidilmiyor, ne boktan memleket" dediginizde pek farkli konumda olmuyorsunuz.

    "abicim sen sabahin korunde iskembe iceceksen istanbul'da kalsaydin ya? kaplumbaga misin ki gittigin yere bir sehirden beklentilerini, aliskanliklarini goturuyorsun ?" deseler diyecek cok da mantikli birseyleriniz olmadigini farkettiginizde los angeles'dan da haiti'den de zanzibar'dan da tad alabilirsiniz. aksi taktirde tum dunyada bos yere istanbul'u arar durursunuz.

    kaldi ki tum dunyada bosa aradiginiz o istanbul cidden pek de oyle ahim sahim bir yer degil.

  • 19. yy'in sonlarinda almanyada muthis bir une kavusmus at. daha sonra psikolojive etoloji'de "akilli hans etkisi" olarak bilinen fenomene adini vermistir.

    von osten adli bir matematik ogretmeninin sahip oldugu hans, cesitli zihinsel numaralar yapabiliyordu. toplama, cikarma, carpma, bolme, zamani soyleme, takvim uzerinde islem yapma ve almanca okuma ve anlama yetilerine sahip oldugu iddia ediliyordu. verilen bir soruya ayagini yere vurarak cevap veren hans kisa surede almanyada buyuk bir une kavustu ve almanya'yi sahibi ile gezerek kalabaliklar onunde performanslar sergiledi.

    hans'in sorulan sorulara tutarli olarak dogru cevaplar vermesi haliyle herkesi sasirtti. ornegin kendisine "3+4=?" gibi bir soru soruldugunda hans ayagini yedi kez yere vurduktan sonra duruyordu. "ayin yedinci gunu cumartesi ise sonraki cuma ayin kacinci gunudur?" gibi sorulara da tutarli olarak dogru cevaplar veriyordu. hans'in populerligi artinca iddialari incelemek icin 1907 yilinda bilimsel bir komisyon kuruldu. bu komisyonun vardigi sonuclar hem bilimde kontrollu deneylerin onemini gosterdi, hem de hayvan davranisini arastirirken dikkatli olmamiz bir noktayi ortaya cikardi.

    komisyonun yaptigi bir seri kontrollu deneyden sonra ortaya cikti ki, hans sorulari sahibinden baskasi sorsa bile cevap verebiliyordu (boylelikle von osten'in dolandirici olmadigi anlasildi). ancak soran kisi sordugu sorunun cevabini bilmediginde, ya da hans soruyu soran kisiyi gormediginde neredeyse hicbir soruya dogru cevap veremiyordu.

    konunun uzmani degilim ancak saniyorum ki atlarin kendi aralarindaki iletisiminde vucut dili oldukca onemli bir yer teskil ediyor. bizim zorlukla farkedecegimiz ufak hareketleri ve isaretleri fark edebiliyorlar (bu ozellik sadece atlara mahsus degil). hans'in basarisi da cevresindeki insanlarin verdigi bu ufak sinyalleri algilamasinda yatiyordu. aslinda artimetik islemi falan yapmiyor, sadece ayagini yere vurmaya basliyordu. sahibi ya da cevredeki insanlarin verdigi sinyallerden nerde durmasi gerektigini anliyordu.

    bunun ortaya cikmasindan sonra bu fenomene (yani hayvanlarin, insanlarin fark etmekte zorlandiklari ufak sinyalleri algilamalarina) "akilli hans etkisi" adi verildi ve psikoloji ve etoloji deney metodolojilerinin bastan asagi degismesine yol acti. hayvan davranisiyla ilgili guvenilir sonuclar elde edilmesinin, akilli hans etkisinin ortadan kaldirilmasina bagli oldugu anlasildi. insanlarin istese de istemese de verdigi sinyallerin hayvan tarafindan algilanip kullanilmasini engellemek icin, hayvanin performansinin izole edildikten sonra olculmesinin geregi anlasildi.

    http://en.wikipedia.org/wiki/clever_hans